Kısa açıklamasının ardından basın mensuplarının sorularını da yanıtlayan Baykal, ''İrticayla Mücadele Eylem Planı'' belgesinin ıslak imzalı aslının ortaya çıkarılmasının zamanlamasına yönelik yapılan eleştirilerle ilgili görüşünün sorulması üzerine, bu belgeyi savcılığa gönderen muhbirin ihbar mektubunda ifade ettiği şekilde belgenin 12 Haziran'da eline geçtiğini, Ekim sonuna kadar 4,5 aylık bir süre beklettiğini hatırlattı. Baykal, bu tartışmaların sıcak olduğu Haziran ayında o belgeyi elinde bulunduran kişinin derhal savcılıklara bu konuyu aktararak, bununla ilgili tartışmalara son vermesi ve gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlaması gerekirken, nedense o tarihten beri bu belgeyi ortaya çıkarmamayı uygun gördüğünü kaydetti.
BELGEYİ BEKLETME KARARINI KİM ALDI
''Bunun ciddi şekilde sorgulanması gereken bir olay olduğunu'' dile getiren Baykal, ''Bekletme kararını o kişi kendisi mi almıştır? Zamanlamayı kendisi mi yapmıştır? Belgeyi elinde tutma kararını tek başına mı almıştır? Çıkarırken de tek başına bu kararı vermiştir? Bu 4,5 ayda neler yaşandı? Bu zamanlamanın altında ne yatıyor? 4,5 ayda bir gece yarısı baskınıyla bir kanun çıktı. Kanunu çıkaran ayrı, bu belgeyi elinde bulunduran ayrı. Bu arada ne oldu diye düşünürken, kanun çıktı'' dedi. Baykal, ''belgeyi elinde bulunduran kişinin sadece o mektubu savcılığa göndermekle yetinmeyip, ayrı bir ihbar mektubunu da yazıya eklediğini'' dile getirerek, ''O ihbar mektubuyla belgeden yola çıkarak çok daha farklı bir siyasi hedefe yönelik bir açılım gerçekleştirilmek istenmiştir. Bunun koordinasyonunun yapılıp yapılmadığı, bunların bir tesadüf olarak mı ortaya çıktığı sorulması gereken bir noktadır'' diye konuştu.
''Belgeyi elinde bulunduran kişinin ihbar mektubunda hangi şartlar altında mektubu aldığını söylemekle yetinmeyip, eldeki belgeyle doğrudan kanıtlanması mümkün olmayan ithamları da yaptığını'' anlatan Baykal, şunları kaydetti: ''Diyor ki; bu işten Genelkurmay Başkanının haberi vardı. 1. Ordu Komutanının haberi ve talimatı vardı. Bunlar belgeyi aşan iş... Belgeyi elinde bulunduran belgesi kadar konuşacak. O belgeyi vermekle yetinmiyor, belgeyi bizim adımıza yorumluyor. Belgeyle ilgili bir büyük ithamname ortaya koyuyor. Elbette ilgisi olan insan, o belgenin aslı ortaya çıktıktan sonra başlayacak olan yargılama süreci içinde elbette düşündüklerini yetkili mercilere anlatacaktır. Tanık veya başka sıfatla ne biliyorsa söyleyecektir. Mahkeme onu dinleyecektir, başkalarını dinleyecektir. Şimdi ihbar mektubunda yaptığı ithamın doğru olup olmadığına mahkeme karar verecektir. Belge bir Albayla ilgili bir belgeyken, belgenin yanına bir ihbar mektubu eklenerek olay bir Genelkurmay Başkanı, bir ordu komutanı haline dönüştürülmüştür.
CHP de bir büyük ithamın hedefi olarak bu muhbir vatandaş tarafından mektupta ifade edilmiştir. Şimdi belgenin hukuki konumu ayrı, belgenin önemi, değeri ayrı... O belgeyi ortaya çıkaran kişinin bu belgenin yanı sıra bir mektup yazarak ortaya attığı ve belgede doğrudan kanıtlanmayan tek taraflı ithamlar, suçlamalar, karalamalar, Genelkurmay'a hiyerarşisi içinde onun dışında siyasi hayatımıza yönelik ithamlar tamamen ayrı bir konu. Ben bu kişinin CHP'ye yönelik ithamını okuduğum zaman CHP Genel Başkanı olarak bu ithamın ne kadar boş, ne kadar temelsiz, ne kadar peşin fikirli, ne kadar siyasi amaçlı olduğunu çok iyi görebiliyorum. Bu ihbar mektubunda CHP'nin hedef olarak seçilmiş olmasının ne anlama geldiğini çok iyi görüyorum.''