Okul, aslında devletin halkla yüzleştiği en mühim mekanların başında gelmektedir. Eğitim faaliyetinin en ciddi kurumsal mekanı olma vasfı ile okul, önemini/statüsünü bir şekilde korumuştur. Gerek sınav sisteminden kaynaklı okul dışı arayışların, gerekse serbest piyasa/özel sektör marifetiyle dershanelerin fütursuz abanışı okulun eğitsel ve toplumsal ehemmiyetini sarsmıştır. Yeni düzenlemeler, hiç kuşkusuz, bu çarpıklığı giderecek önlemleri barındırmaktadır.
Okul, eğitim ve müfredatlar maalesef hep ideolojik, politik tartışmaların; tek tipçi, vesayetçi anlayışın hedefi durumunda kalmıştır. Bu nedenle okullarımız, öğretmenlerimiz, gençlerimiz ve ülkemiz zaman ve enerjilerini önemli oranda heba etmiş; bu kafa karışıklığı nedeniyle rollerini hakkıyla ifa edememiştir. Dershaneler ihya olurken öğretmenlerin emeği çalınmış, çalışma azimleri kırılmıştır.Son dönemde yoğun ilgiye mazhar olan öğretmenlik, daha çok bir kamu mesleği olarak etiketlenmiştir. Ünlü sosyolog İbn-i Haldun, birkaç asır önce öğretmenliğin bir meslek ve sanat olduğu tespitini yapmıştır. Milli Eğitim Temel Kanunu'nda da öğretmenlik, "özel bir ihtisas mesleği" olarak tanımlanır. Şunu belirtmeliyim ki öğretmen eğitimin ana unsuru, taşıyıcısı ve lideridir. Okulu anlamlı ve değerli kılan odur.
Bir hatırlatma: Artık öğretmen istihdam politikası gözden geçirilmeli, KPSS'ye dayalı puan uygulamasına son verilmelidir. İhtisas mesleği kriterlerine uygun bir yöntemle ve mutlaka ihtiyaç kadar öğretmen tayini yapılmalıdır.
Ne var ki, son yıllarda birçok öğretmen değişik kademelerdeki yönetici pozisyonlarına aşırı ilgi göstermektedir. Bunun sebepleri arasında öğretmenin karar alma süreçlerinde etkisinin ya hiç ya da çok az olmasını, sıkı norm kadro uygulamasından kurtulma çabasını, okullardaki angarya işlere maruz kalmasını, derslere ilave olarak nöbet yükünü, sürekli denetim altında tutulmasını, disiplin konusunda yalnız bırakılmasını, sürekli emir verilen bir teknisyen konumuna indirgenmesini sayabiliriz. Yöneticiliği öğretmenliğe göre cazip kılan hususlar ise; sosyal statü ve sosyal çevre/networke kavuşması, görece esnek zamanının bulunması ve ek ders ücretini tam alabilme imkanıdır.
Hemen belirtelim; "Her öğretmen yöneticilik görevi almayabilir ancak, öğretmenlik her eğitim yöneticisinin asli görevidir." Şüphesiz yöneticilik tecrübesi eğitim süreçlerinde daha geniş bir perspektif sunmaktadır. Ama eğitimcinin temel görevi öğretmenliktir. Yöneticilik yan görevdir. Yani, yöneticilikten asli görev olan öğretmenliğe dönüş bir ceza veya tenzil-i rütbe değildir. Heyhat! 15-20 hatta daha fazla yıldır yöneticilik yapanlara asli görevini icra etmek ağır gelmektedir. Bu durumunun psikolojik ve pedagojik yönlerinin ele alınması ayrı bir bahis mevzusudur.
Bildiğiniz gibi geçtiğimiz Mart ayında Milli Eğitim Temel Kanunu'nda ve 652 sayılı K. H. Kararnamede yöneticilerle ilgili bazı değişiklikler yapıldı. Dolayısıyla genel anlamda her kademedeki yöneticiler ve dar manada okul ve kurum müdürleri ile ilgili atamalar kanun maddesine bağlanmış oldu. Bu kanunun daha önce çıkması gerektiği ile ilgili öneriler değişik platformlarda hep yapıldı.Her fırsatta bizi karalamaya çalışan rakip sendikalar, aslında, çalışanlar lehine hiçbir kazanım üretmemişlerdir. Temsil yetkisi kendilerinde olduğu dönemlerde, hükümetlerle yaptıkları toplu görüşmelerde sıfır kazanımla yetkilerini heba etmişlerdir. Sendikacılığı ancak yöneticiler üzerinden sürdürebilen malum sendikalar, zemin ayaklarının altından kayınca çığırtkanlık yapmakta, iftira atmakta ve tehditler savurmaktadırlar. Ama beyhude. Kamu çalışanları, yeni Türkiye vizyon ve hedeflerinden uzak, özgürlüklere karşı, vesayetçi zihniyetin yanında duran bu emek istismarcılarına artık pirim vermemekte; onları kaybettikleri irtifa ve girdikleri bu türbülans haliyle baş başa bırakmaktadır.