Resim sanatı, özel bir çaba ve yetenek gerektirir. Bir dünya görüşü, hayatı algılama, gözlem gücü ve renklere hakimiyet de peşi sıra gelir. Türk resim sanatı da bünyesinden pek çok sanatçı yetiştirdi. Kimisi kendi ekolünü yarattı, kimisi de ilham kaynağı olan dünyaca ünlü ressamların izinden gitti. İşte bu isimlerden biri de Onay Akbaş... Yaşamını 30 yıldır Fransa'nın başkenti Paris'te sürdüren ve bu süreçte kendi resim ekolünü yaratan Akbaş, bugüne kadar 1000'in üzerine kişisel ve karma resim sergisine katıldı. Onay Akbaş'la önce Tavacı Recep'te gerçekleşen yemek sohbetinde, daha sonra resimlerinin sergilendiği Selçuk Yaşar Sanat Galerisi'nde keyifli bir sohbete daldık. Akıcı Türkçesi ve sanatından söz ederken hissettiği heyecan birleşince "entelektüel" kimliğiyle öne çıkan Akbaş'la yaptığımız sohbet, resim sanatında geldiğimiz noktayı da gün ışığına çıkaracak nitelikte...
Onay bey, konu resim sanatı olunca, coşkulu bir kimliğe bürünüyorsunuz. Bize biraz çocukluğunuzdan söz eder misiniz. Sizi kim keşfetti örneğin?
- Elbette... 1 Mayıs 1964'te Ordu'nun Fatsa ilçesinde doğdum. İlkokulu da Fatsa'da bitirdim. Orta öğrenimimi Kastamonu Abdurrahman Paşa Lisesi'nde tamamladım, liseyi de Fatsa Lisesi'nde...
Ressam olmamda, resim öğretmenimin ve ailemin büyük etkisi var.
Beni her zaman desteklediler. Çünkü çocukluğumdan beri resim çizmeye ve renklere şekil vermeye meraklıydım.
Bundan hiç vazgeçmedim. 1985 yılında ise Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi resim bölümünden mezun oldum.
İZMİR'DE ÖĞRETMENLİK
Peki eğitim hayatınızın akabinde neler yaşandı, öğretmenlik yaptınız mı?
- Mezun olduktan sonra 1985 yılında İstanbul'un Maltepe semtinde ilk atölyemi açtım. Burada daha sonra sanat çevresi tarafindan "Maltepeli Ressamlar" olarak bilinen oluşumun kuruluşunda yer aldım. Çok önemli çalışmalara imza attım, sergiler açtım, ödüller kazandım. 1987 yılında da çok sevdiğim İzmir'de öğretmenlik yapma fırsatım oldu. Maltepe Askeri Lisesi'nde bir yıl resim öğretmenliği yaptım. Daha sonra öteden beri planladığım Paris'e yerleşme fikrim ağır bastı ve 1988 yılında Paris'e gittim.
Peki neden Paris, size o kente çeken nedir? -
Bildiğiniz gibi Fransa'daki kültür ve sanat hayatı okullarda ders kitaplarına kadar girmiştir, benim kuşağım Voltaire'lerin, Rousseau'ların, Verlaine'lerin, Baudlaire'lerin çevirilerini okuyarak büyüdü. Bu da doğru veya yanlış ama bir şekilde kültürün beşiği Paris'miş gibi bir izlenim yarattı. Zihnimizdeki bu imaj bizi çeken sebeplerden birincisiydi diyebilirim. Bir diğer neden ise yine bizim kuşağımızın 12 Eylül'ü yaşamış olmasıdır. 1987 yılında Paris'te yaşama kararı aldığımda, 12 Eylül'ün etkileri hala devam ediyordu. Bununla bağlantılı olarak daha bağımsız, özgür bir sanatçı olarak yaşama arzum da beni Paris'e çeken nedenlerden biriydi.
O zamanlar sanatçılar için Paris bir anlamda Mekke gibiydi.
Orada nasıl bir ortamla karşılaştınız. Fransa'nın bir kültür politikası var mı örneğin?
- Devletin sanatçılara bir atölye verip, onlara uygun bir çalışma ortamı sağlaması, söyleyeceklerine fırsat tanıması yani bir anlamda sanatını icra etmesini kolaylaştırması bir sanatçı için çok önemli. Bu, Fransa'nın kültür politikasıdır.
Paris her yıl 55 milyon turist çekiyor ve bunun çoğunluğu kültür turizminden kaynaklanıyor.
Bilincin açık hava sineması
Uzun bir aradan sonra İzmirli sanatseverler buluşan Onay Akbaş, "Düşlemler" konseptli tuvallerine, en uyur gezer halimizde varoluşumuzun gelecek ile ilintili projelerini boca ettiğimiz bilinçaltımızın seyir odası olan rüyalarımızın aksine, bilincin "Açık Hava Sineması" olan düşlerimizin, yarı uyur-gezer hallerimizin, zaman-mekan, boyut-düzlem üzerine bıraktığı "İzdüşümlerini" resmediyor. Sanatçının son dönem çalışmalarından oluşan 15 yeni yağlıboya eseri, 29 Nisan'a kadar görülebilir.
Çok az Türk sanatçı var
Paris'te yaşayan sizin gibi Türk sanatçılar var mı?
Dünyanın birçok ülkesinden pek çok sanatçı Paris'e geliyor. Yerleşik Türk sanatçı çok az. Dolayısıyla burada sanatsal anlamda derin bir iz bırakamamışız, bir şeyler yapmış ama hayal kırıklığına uğrayıp, şartların ağırlığına dayanamayıp geri dönmüşüz. Dönmeyenlerin de çok derin izler bıraktığını söyleyemem aslında ama bundan daha da önemlisi ikinci kuşaktan da özendirilmiş, özgün şeyler üreten sanatçı ve sanatçı adaylarının varlığından söz edemeyiz. Bu durum sosyolojik olarak iyi etüt edilmeli.
HÜROL DAĞDELEN