Son günlerin en önemli konularından biri "liyakat". Yani işini iyi yapan, yıllarca o konuda okumuş, dirsek çürütmüş, çalışmış, deneyim kazanmış, çıraklıktan ustalığa geçmiş ve halen kendini eğitmeye devam eden kişilerin hak ettiği mevkilere gelmesi.
Bu konuda iki örnek vermek istiyorum size. Hemen her ekranda bir magazin programı var mesela. İçeriği tartışılır, bakış açıları, üslupları ve dilleri de, -onu bir başka yazıda ele alırız- ama gazeteciler hazırlar bu programları. Magazin muhabirleri koştururlar ünlülerin peşinden, ya ayaküstü ya da uzun röportajlar yapar, montaj ve kurguda saatler geçirirler, sonra da işin kaymağını genç ve güzel bir manken/yarışma birincisi/ oyuncu/şarkıcı/ikonlar yer. Programı onlar sunar. Program da onlarla anılır.
Genç ve güzel olmalarından başka bir meziyeti yoktur bu sunucuların. Diksiyonları kötüdür, vurgulamaları yanlıştır, kelimeleri yuvarlarlar ağızlarının içinde, ne söyledikleri anlaşılmaz ama iyi bir görüntü verirler. Biraz da göğüs ve bacak da gösterdiler mi, ekran onlarındır artık.
Zaten onlar da ellerine verilen metni nasıl okuduklarıyla değil, görüntüleriyle ilgilenirler.
GAZETECİ FARKI
Bir ara deneyimli magazin muhabirlerinden Seyhan Erdağ sunmuştu arkadaşlarıyla birlikte hazırladığı programı ve bütün o ekran güzellerine, popüler ünlülere fark atmıştı.
Şimdi de Sibel Arna. Bir süredir magazin programı sunuyor. Çok da iyi sunuyor.
Ne de olsa gazeteci. Eline bir metin verilmesine gerek yok. Verilse de onun düzeltme veya değiştirme becerisi var. Farklı bir soluk getirdi bu tür programlara.
Evet, o da görüntüsüne önem veriyor, dekolte giyiniyor ama sunum yaparken iki-üç cümle ile yetinmiyor, içini dolduran cümlelerle konuları birbirine bağlıyor ve "yorum" yapıyor. Gazetecilik yapıyor yani.
Yıllardır sabah kuşağı programlarının en çok izlenen ismi Müge Anlı'nın başarısında da gazeteci olması yatıyor. Konuklarını dinliyor, nerede ve ne sorulması gerektiğini biliyor. Bu konu o kadar önemli ki. Biliyorsunuz kadın programlarını bizim ekranlarımızda "ünlü"ler sunar.
Popülerliğine ve halk tarafından sevilmelerine bakılır. Ama esas bakılması gereken konuklarına doğru sorular sorup sormadığı.
Mesela geçenlerde birine takıldım konuğundan dolayı. Nasıl malzeme veriyor sunucuya, nasıl "bam teli" konulara değiniyor ama esas mesleği oyunculuk olan sarışın sunucumuz oralı değil. Dinlemiyor çünkü. Eline birkaç soru verilmiş.
Onu sorma ve programı bitirme derdinde. Yaz boyunca ekranda olan İclal Aydın'ı ayrı tutuyorum bu arada.
Ekran ünlüsü olduktan sonra gazeteci oldu ama işini hakkıyla yapanlardan.
Liyakatı var yani.
VE ZUHAL OLCAY
Epeydir sözünü etmek istediğim bir isim de Zuhal Olcay. Türk sinemasının tartışmasız en iyi oyuncularından biri.
Konservatuvar mezunu. Alaylı değil yani okullu. Hem yetenekli hem de eğitimli.
Sadece rol yapmıyor, şarkı söyleyip, dans da edebiliyor. Harika bir sese ve yoruma sahip.
Sadece işini yapıyor. Küçük veya büyük, başrol veya yan role bakmadan oynuyor.
Şu aralar "Yüksek Sosyete" dizisinde adeta bütün genç oyunculara "oyunculuk dersi" veriyor. Öyle güzel ki.
Şahsen seyretmeye doyamıyorum.
Oynadığı role de değinmek lazım, hazır yeri gelmişken. Birinin kızı, karısı veya annesi olarak var olan kadınlardan birini canlandırıyor. Yerini böyle belirlemiş.
Kocası tarafından aldatılsa da "eş" statüsünü kaybetmemek için mücadele ediyor.
Kocasının bugünkü konumuna gelmesinde, kendi gücü ve başarısının payı olduğunun farkında değil. Kendi gücünün farkında değil. Umarsızca çabalarken, kendisini en çok sevenleri kırdığının da farkında değil.
Dizinin sonlarına doğru değişimini izleyeceğiz sanırım. Umarım anlamlı bir değişim olur. Biz de izleriz Zuhal Olcay farkıyla.