Euro Bölgesi ekonomilerinin mevcut durumu ve geleceği uluslararası piyasa aktörlerini derinden kaygılandırıyor. Avrupa ülkeleri ekonomilerinin toplamını aldığımızda dünyanın en büyük ekonomisi olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla gerek dış ticaret açısından gerekse bankacılık sektörü açısından küresel düzeyde önemli rol oynuyor Avrupa ülkeleri. Dolayısıyla bir çok ülkenin Avrupa ekonomileri ile hem reel sektör hem de mali sektör bazında yakın işbirliği bulunuyor. İşte bu yüzden Avrupa coğrafyasındaki iktisadi sorunlar, başta ABD ve Japonya olmak üzere tüm ülkeleri yakından ilgilendiriyor.
Önce euroyu değerlendirelim...
ABD'de çıkan küresel krizin ikinci durak yeri Avrupa ülkeleri idi. Ancak, bu gelişmeyi iyi okuyamayan AB ülkeleri krizi iyi yönetemediler, gerekli önlemleri almakta geciktiler. Özellikle de Avrupa Birliği Merkez Bankası (AMB)...
Euro için uygulanan para politikalarının gevşetilmesinde yapılan zamanlama hatası, bir taraftan daha ağır maliye politikalarının devreye girmesini gerektirdi, diğer taraftan, önlemlerin maliyetlerinin yükselmesine neden oldu. Böyle bir noktadan sonra, doğal olarak, kredibilitesi oldukça düşen Avrupa Merkez Bankası'nın aldığı önlemeler sadece kısa süre etkisini gösteriyor.
CESUR ÖNLEMLER
Aslında hem maliye bakanlarının hem de AMB'nin aldığı önlemleri yabana atamayız. 750 milyar euroluk kaynak tahsis edilmesi, zehirli kağıtların teminat olarak sayılması gibi bir dizi önlemin cesur tedbirler olduğunu söyleyebiliriz.
Euro Bölgesi'nde ilk fire Yunanistan'dan geldi. Yunanistan çığ gibi yükselen kamu açıklarını çeviremiyor. Aynı şekilde İspanya ve Portekiz de kamu açıklarının finansmanı için ihraç ettikleri devlet tahvillerini satamıyor. Yeni tahvil ve bonolar satılmadığı gibi yatırımcılar mevcut pozisyonlarından da çıkmak istiyor.
Özetle, alınan önlemlerin uygulanabilir bulunmaması, bazı ülkelerin borç çevirme sorunları ve aynı zamanda, Avrupa ülkelerinin krizden kurtulmak için başvurduğu acı reçetelerin AB'ye birkaç yıl daha nefes aldırmayacağı gerçeği euronun erimesine neden oluyor. Buna karşın ABD'nin krizi iyi yönetmesi sonrasında, hızlı toparlanmanın gelmesi dolara değer kazandırıyor. Ben yazımı kalem aldığı sırada dolar euro paritesi 1.22'ler seviyesinde dalgalanıyordu.
GÜVENLİ LİMAN
Her ne kadar dolar bir adım önde görünse de, geçmişte olduğu gibi belirsizlik ortamlarında "güvenli liman" görevini yeniden üstlenecek gibi görünmüyor. Çünkü, ABD'nin krizden tam anlamıyla kurtulduğunu ve AB'deki olumsuz gelişmelerden etkilenmeyeceğini söyleyemeyiz. ABD Merkez Bankası'nın kurtarma operasyonları yüzünden bilançosunun bozuk olması, ikiz açıkların nasıl finanse edileceği sorunları da eklendiğinde güçlenen doların da ekonomi yönetimlerine ve iktisadi aktörlere tam anlamıyla güven vermediği tespitini yapabiliriz.
İşte, tam bu noktada, belirsizliklerin yoğun olduğu bugünlerde "güvenli liman" görevi altına kalıyor. Yatırımcıların pozisyonlarını değiştirme iştahları altına talep yaratıyor. Buna ek olarak merkez bankaları da benzer manevraya başvuruyor. Yani, resmi rezervlerinde sahip oldukları euronun bir kısmını altın ile ikame edebiliyorlar.
Bugün itibariyle, merkez bankalarının resmi rezervlerinin ortalama yüzde 66'sı dolardan, yüzde 14'ü ise altından oluşuyor. Kalan yüzde 20 ise euro ve diğer para birimleri... Eğer merkez bankaları benzer manevralara devam ederlerse altının yukarı yönlü hareketi sürecek. Yukarı yönlü trendi güvenli liman görevi de destekleyecek. Tabi, petrol fiyatlarındaki artışın da altın fiyatları üzerindeki pozitif etkisini unutmayalım...
Sözün özü, altın fiyatlarının daha da artma olasılığı biraz yükseliyor son günlerde...