Bazı insanlar geçmişi yaşar, bazıları onu yazar. Hüseyin Karagöz ise hem yaşayanı, hem yazanı... "Kilitli Hatıralar Kitabı" sadece bir öykü derlemesi değil; aynı zamanda hayal edilmiş bir geçmişin, kokusu üstünde kalan bir tarihin şiirsel izdüşümü. Kabataş Lisesi'nin koridorlarında başlayıp, Markiz Pastanesi'ne, Sirkeci rüzgarına, Şem-i Aşk'ın lalelerine ve eski İstanbul'un mutfaklarına uzanan bir edebi yolculuk... Hüseyin Karagöz, geçmişle bağını kelimelerle kurarken, bizleri de bir zaman kapısının anahtarını çevirmeye davet ediyor. Karagöz ile gerçekleştirdiğimiz röportajı ilginize sunuyoruz.
"Kilitli Hatıralar Kitabı" nasıl doğdu?
Kilitli Hatıraların özünde tarihe olan ilgim yatıyor. Çocukluğumdan beri yazmaya ve tarihe meraklıydım. Kabataş Lisesi'nde tarih okumaya başladım. Salah Birsel'in Boğaziçi Şıngır Mıngır'ını okurken bütün o eski zaman insanlarını hayal eder, onları canlandırırdım. Çocuk aklı işte... Kimi zaman Küçüksu'da bir mehtabiyede kayığımla gezen bir genç adam, bazen de Sultan Abdülhamit'in mutfağında yemeklerini hazırlayan bir aşçı olduğumu düşünürdüm. Sonra öyküler yazmaya başladım. Nedense kimseyle paylaşmayı göze alamadım. Bu yaşıma gelince kendiliğinden saçıldılar etrafa...
"Kilitli Hatıralar" metaforu sizin için ne ifade ediyor?
Kilitli Hatıralar ismi benim çalışma odama hapsettiğim hayallerimden oluşuyor. Ergenliğimden beri kendime sakladığım tarihim bu benim. Ben hatıraların ille de yaşanmış olması gerektiğini düşünmüyorum. Bence hayallerimiz de hatıralarımızın bir parçası. Lisede kendime kurduğum hayali dünya hep benimle kaldı. Üniversite, yüksek lisans, yurt dışında doktora ve derken televizyon yönetmenliği... Ne iş yaparsam yapayım dinlendiğim yer kütüphanem ve hayallerim oldu.
Yazım sürecinde zihninizde ilk oluşan şey neydi?
Böylesi sorularda biraz zorlanıyorum. Yazma eylemi benim için bütünüyle sezgisel. Bu nedenle, çok net analiz etmem kolay olmuyor. Ama sanırsam en çok his seçeneğine yakınım. Yazmaya başladığımda tam olarak ne yazacağımı bilmiyorum. Bir yerden başlıyorum. Lebon öyküsüne başlarken Markiz Pastanesi'ydi başlangıç noktası. Bir cümle yazarken bir şey araştırdım. O bilgi beni bambaşka yerlere sürükledi. Şem-i Aşk adlı öyküde hadımların dünyasına ayna tutmak istedim-kendimce. Ama işin içine lale, Baki'nin şiirleri girdi, kendimi Habeşistan ninnileri araştırırken buldum en sonunda...

Bu kitabı yazarken sizi en çok etkileyen edebi ya da kişisel kaynaklar nelerdi?
Ben ayrıntı seviyorum. Bir dünyayı canlandırırken günlük hayata dair küçük bilgi kırıntıları araştırıyorum. Bunu yaparken çok farklı kaynaklardan faydalanıyorum. İlk olarak gazeteleri söyleyebilirim. Küle Yazılan ve Tatlı Dillim öyküleri için dönemin gazetelerini taradım. Hem politik olayları hem de günlük yaşamı anlamak için çok faydalı oldu bu. İki Yabancı için de o dönemde İstanbul'da çıkarılan The Orient gazetesindeki ilan ve misyonerlerden gelen mektupları kullandım. Bunun dışında facebook'ta çok geziniyorum. Tanımadığım insanların paylaşımlarını inceliyorum. Aile fotoğrafları çok ilgimi çekiyor. Kül tablaları, yemek tabaklarındaki yiyecekler, giysileri uzun uzun inceliyorum. Fotoğraflar gizli hazine benim için.
Kitaptaki karakterler ne kadar kurgu, ne kadar gerçek hayattan esinlenme?
Lebon öyküsündeki herkes bir dönem İstanbul'da yaşamış insanlar. Kilise kayıtlarını Fransa bazlı bir internet sitesinde buldum. Anna Musante'nin Louis Lebon'la evlendiğini aslında Francesco Vallauri'nin kızı olduğunu da oradan öğrendim. Başlangıçta mimar Alexander Vallaury hakkında bir şeyler yazacaktım ama hikaye kendini bir Pazar günü olarak yazdırdı. Kişilerin matematiği doğru ama öykünün tümü kurgu. Aynı şekilde Feriha Tevfik ve Marsel Blumenthal de, Kaptanzade de gerçek kişiler ama o iş teklifi nasıl yapıldı bilmiyoruz. Komser Şerif'in kurgusal bir karakter. Olayları gazete manşetlerine göre yazdım ama öykü kurgu. Tatlı Dillim'in Feriti ve Eminesi zaten film karakterleri onları aldım, gerçekten yaşamışlar gibi yazdım. Neresi kurgu, neresi gerçek hayat ona okucu karar versin.
Yan karakterlerden birine bir kitap yazacak olsanız, hangisi olurdu?
Ali Usta geldi aklıma nedense. Sufi bir araba tamircisi... Büyük laflar ediyor. Güzel konuşuyor. Ferit'in hayatında etkili bir figür. Yazarken zorlandım. Haddimi aştığımı düşündüm sıklıkla. Şimdi siz sorunca içimden o geçti. Demek ki, bana da şaşırtıcı geldi. Nasıl açıklamalıyım bunu bilemiyorum.
Bir tarafım büyük laflar etmek istiyor sanırsam. Belki bir tarafım da kendime yeni sınavlar düzenleme peşindedir?
Yazarken belirli bir ritüeliniz var mıydı?
Ben sabah insanıyım. Öğrenciliğimden beri gece geç yatmaları sevmem. Erkenden uyurum. Sabah beş, altı en verimli saatlerimdir. Sessizlikte yazmayı tercih ederim. Yazarken ya da okurken sözlü müzik rahatsız eder beni. Elimdekini bırakıp sözleri dinlerim. Bilmediğim bir dildeyse bile sözcükleri yakalamaya çalışırım. Ama dönemi canlandırırken şarkılarını da araştırıyorum elbet.
Yaratıcı tıkanıklık yaşadığınız oldu mu?
İtiraf etmek zorundayım ki, ben çok rahat yazıyorum. Çok seviyorum yazmayı. Doğal olarak bazı günler daha az verimli olabiliyor ama tıkanıklık sayılmaz onlar. Ben aynı anda iki işte birden çalışıyorum. On yıldır bir yarışma programının yönetmeniyim, diğer yandan arkeoloji müzelerine belgesel ve canlandırmalar yapıyorum. Yazarlık benim geçim kaynağım değil, tıkanıklık yaşamak lüks geliyor bana. Bulduğum her boş zamanda yazmaya ya da araştırmaya çalışıyorum. Öykü ilerlemiyorsa bırakıyorum onu kenara başka bir öykü beni bekliyor mutlaka.
Okurlardan gelen en ilginç ya da sizi en çok etkileyen geri bildirim neydi?
Bu müze işlerini yaptığım ofisteki idari işlerden sorumlu Mehmet Bey'in bir nefeste kitabı okuması beni şaşırtmıştı doğrusu. Bir gün kapıda karşılaştığımızda Ferit'i şimdi daha iyi anladığını söyledi. Mehmet Bey benimle aynı yaşlarda. Sanırım kendinden bir şeyler buldu. Ben de deşmek istemedim doğrusu. Ama kitaplar bazen birbirimizi, bazen de kendimizi daha iyi anlamak için değil mi? Mutlu bir andı...
Kitabı bitirdikten sonra okurların zihninde ya da kalbinde nasıl bir iz bırakmasını hayal ettiniz?
Eyvah! Büyük laflar etmek lazım bu soruya cevap vermek için. Hele bir yol kendime izin vereyim bunun için. Sanırsam tarihi sevmelerini isterim.
Zaten benzer geri dönüşler alıyorum. Muhteşem bir ülkede yaşıyoruz. Geçmişimizle barışmadığımız taktirde bir yanımız eksik kalacak. Çocuk merakıyla, önyargısız baktığımızda kentlerimizi, memleketimizi daha çok seveceğiz.
"Kilitli Hatıralar Kitabı"nın bir film ya da diziye uyarlamak mümkün olsaydı, nasıl bir atmosferde hayal ederdiniz?
Lebon Fransız pastane filmi, bol kakao kokulu... Küle Yazılan ayazda, gri bir atmosfer, karlar külle kaplı... Şem-i Aşk kırmızı, turuncu, laleler gibi... Ben Mübeccel Değilim mavi, unutma beni çiçekleri ve tuzlu bir Sirkeci esintisi... Tatlı Dillim florasan renklerle boyalı, kabartılmış saçlar, rugan ve formika kaplı...
Şu anda üzerinde çalıştığınız yeni bir kitap projesi var mı?
Sanırım ikinci kitap manzum öykülerden oluşacak. Antik dönem efsaneleri, günümüzden aşk öyküleri destansı bir tarzda döküldü kağıda. Magazin öyküleri yazmamı isteyenler de oluyor. O da üçüncü bir kitap olabilir. Neriman Köksal, Dario Moreno ve Müzeyyen Senar'dan kesitler içerecek o kitap da...
Yazmaya yeni başlayacak olanlara ne tavsiye edersiniz?
Onlara tek bir tavsiyem var. Yazmaları! Hocam Nalan Barbarosoğlu ilk başladığımızda yazmanın yüzde beşi yaratıcılık demişti, gerisi emek. Son bir tavsiyem de yazdıkları hiçbir şeyi atmasınlar. Bir gün zamanı geliyor. Ha, son bir tavsiye daha... Yapay zeka yazamıyor (gülme emojisi).
Son olarak, bu kitabı okumayı düşünen ama henüz başlamamış okurlara ne söylemek istersiniz?
Her öyküyü üç beş sayfa okuyun, sarmadıysa diğerine geçin, olmadı kitabı birine hediye edin. Kitap en güzel hediyedir...

