Almanya'nın bu yılki Oscar adayı 'Toni Erdmann', komedi başlığıyla sınıflandırılmış.
Türkiye'de vizyon filmlerinin, orjinal ismiyle alakası olmayan çevirilerle adlandırılması kadar hazin bir yanlış bu. Komedi filmlerinde insan varoluşuna ilişkin bu denli tedirgin edici tartışmalar yürütülmez zira. İyi bir korku filmindeki gibi tuhaf bir iç sıkıntısına kapılmak yahut, kusursuz bir suç filmindeki kadar gerilmek mümkün değildir. Konu bu değilken dahi içinden geçtiğimiz ultra kapitalist çağın yarattığı yıkıma veya kent merkezlerinden uzağa itelenen kirli yoksulluğa bakma imkanını, Ken Loach gibi ustaların politik dramalarında bulabiliriz ancak. Eğer 'Erdmann' bir komediyse, bilinmeli ki anlattığı hikaye hiç de komik değil. Değilse, trajik, karanlık ve evet bir parça komik yanları da olan yalnızlığımızın, yakıcı ve son derece başarılı bir hikayesiyle karşı karşıyayız demektir.
'BABA'NIN DÖNÜŞÜ
Winfried, hayatını 'boş' işlerle geçirdiği anlaşılan, ilerleyen yaşına rağmen de bu sorumsuz, şakabaz hallerinden hiç vazgeçmemiş olan bir baba. Şahane açılış sekansında, kargo görevlisini kapıda karşılıyor ve siparişi kendinin değil, bombalı paketler hazırlamak suçundan hapse girip çıkan kardeşinin verdiği yalanını söylüyor. Elbette şaka yapıyor. 'Ciddi' her şeyin dışında kalmış, ciddi her şeyi ıskalamış, yalnız bir adam. Kızı Ines, çok önceden parçalanmış ailesini geride bırakmış, uluslararası bir finans şirketinin Bükreş şubesinde etkileyici bir kariyer yapmış, zengin, güçlü görünüşte mutlu bir kadın.
YALNIZLIK ÖMÜR BOYU
Film babanın, geç de olsa fark ettiği ihmallerini düzeltmeye karar vermesiyle başlıyor ve kızıyla kurmaya gayret ettiği temkinli iletişim bağlamında çatallanıp çatışmaya doğru yuvarlanıyor.
Sinema ve edebiyatta bir sanat ürününün kalıcılığı ve başarısı genelde öncelikle karakter yaratma meselesi üzerinden değerlendirilir.
Bu bağlamda 'Toni Erdmann' gerçek bir başyapıt. Hikayenin, oldukça 'geç' bir kısmına bakan seyirci, buna rağmen neredeyse hiç bir çaba göstermeden geçmişte olan bitenden ve çatışan karakterlerin gerçekliğinden emin oluyor. Yönetmen Maren Ade, baba ile kızın çuvallamış yalnızlığını ve birbirlerine yeniden 'dokunma' çabalarını tertemiz bir kurguyla anlatmayı başarıyor. Aynı zamanda, Ines'in vahşi finans kapital ormanında, yalnız bir kadın olarak ayakta kalma çabaları ve tüketici iç gerilimleri eşliğinde, modern dünyanın yarattığı yalana, yoksulluğa ve adaletsizliğe bakabiliyoruz.
'BÖYLE MUTLU MUSUN?'
Velhasıl, Maren Ade; Ken Loach ile Jane Champion janrlarını aynı anda barındıran şahane bir hikaye kotarıyor. Babanın kızına, 'Böyle mutlu musun' sorusunu yönelttiği bir ana sıkışmış suçluluk ve endişe, Ines'in verdiği mağrur, 'Mutluluk nedir, senin için mutlu olmak için için uğraşamaya değer ne var ki' yanıtı ve sahte gülümsemesini daha fazla sürdüremeyerek gözyaşlarına boğulduğu unutulmaz sekans, hikayenin bir yanını özetliyor. Diğer katman ise, Ines'in babasını gezmek için götürdüğü AVM ile ilgili repliğiyle özetlenebilir; "Güzel ve sessiz bir yer... Avrupa'nın en büyük AVM'si ama kimsenin alışveriş yapacak parası yok."