Ne oldu da her karşılaştığına selam veren babamızdan, dedemizden utanırken aynı şeyi yapan Amerikalılara imrenir hale geldik? Birbirimizi sevip saymak istiyorsak Rabbimizin ve Peygamber Efendimizin sözüne kulak verelim; birbirimizle selamlaşalım
Prof.Dr. Himmet KONUR
İyi hatırlıyorum, öğrencilik yıllarımda bir hocamızın babası memleketinden İzmir'e geliyor. Her gittiği yerde -kendi memleketinde olduğu gibi- tanıdık, tanımadık herkese selam veriyor. Onun bu davranışının ne derece doğru olduğu tartışma konusu olmuş, çoğunluk, koca şehirde her karşılaşılana selam vermenin gereksiz ve yersiz olduğu yönünde görüş bildirmişti.
Birkaç sene önce de bir arkadaşımızın babası İzmir'e geliyor. Gelir gelmez köyüme döneceğim diye tutturuyor. Arkadaşımız,
- "Ne oldu baba?" deyince,
- "Oğlum, ben burada yaşayamam. Cami bahçesinde bile insanlar tanımadıkları birinin selamını almaya eriniyorlar" diye dert yanıyor.
Bu durumun İzmir'e mahsus olmadığını hepimiz görüyor ve biliyoruz. Büyük şehirlerimizde hatta büyümeye yüz tutmuş küçük yerleşim birimlerimizde de durum aynı!
Bir de başka bir diyardan, Amerika'dan bahsetmek istiyorum. Son yıllarda Amerika'ya gidip gelenlerimizin sayısı bir hayli arttı. Dönenlerin hemen hepsi, Amerika'da tanıdık tanımadık herkesin birbiriyle selamlaştığından imrenerek bahsediyor.
Nereden nereye! Ne oldu da "Her karşılaştığına selem veren babamızdan, dedemizden utanırken aynı şeyi yapan Amerikalılara imrenir hale geldik?" Bu sorunun cevabını bulmayı sosyal psikologlarımıza, kültür ve inanç tarihçilerimize bırakarak meselenin dinimiz ve kültürümüzdeki yeri, önemi ve şekli üzerinde kısaca durmak istiyorum.
BARIŞ VE ESENLİK DİLEĞİ
"Selam" kelimesi dinimizin adı olan "İslam" kelimesiyle aynı kökten gelmektedir. Her ikisi de "barış, huzur ve esenlik" dilek ve davetini ifade eder. "Selamün aleyküm" veya "es-Selamü aleyküm" sözleri "barış, huzur ve esenlik üzerinize olsun" anlamına gelir. "Merhaba" da "bolluk, genişlik, rahatlık ve ferahlık dilemek" demektir.
Kültürümüzde ilk karşılaşmalarda "Selamün aleyküm" diğer karşılaşmalarda "Merhaba" diyerek selamlaşılır. Bir kişi, bir topluluğa selam verip oturduktan sonra, orada bulunanların her birinin selam verenle göz göze gelerek merhabalaşması adeti de yaygındır.
Kalabalık şehirlerimizde kaybederek özlemini çektiğimiz selamlaşma alışkanlığının arkasında dinimizin bu konudaki emir ve tavsiyeleri vardır. Bunlardan bir kaçını sizinle paylaşmak istiyorum:
Yüce Rabbimiz şöyle diyor:
- "Siz bir selam ile selamlandığınız zaman, siz de ondan daha güzeliyle karşılık verin veya verilen selamı aynen iade edin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır." (Nisa, 4/86)
- Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip ev halkına selam vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir. Herhalde (bunu) düşünüp anlarsınız. (Nur, 24/27)
Peygamber Efendimizin konuyla ilgili sözlerinden bazıları şöyledir:
- Selam kelamdan (konuşmadan) öncedir" (Tirmizi, 2841)
- "Allah'a and olsun ki iman etmeden Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de iman etmiş olmazsınız. Size yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir işi göstereyim mi? Selamı aranızda yaygınlaştırınız." (Müslim, İman: 17; Ebu Davud, Edeb: 27)
- "Küçük büyüğe, yürüyen oturana, az da çoğa selam verir."(Buhari 6233, Ebu Davud 5198, Tirmizi 2847)
Birbirimizi sevip saymak istiyorsak Rabbimizin ve Peygamber Efendimizin sözüne kulak verelim; birbirimizle selamlaşalım.
Hz. Peygamber ve torunları
Hz. Peygamber her konuda olduğu gibi torunlarıyla ilişkileri bakımından da biz Müslümanlara örnek olmuştur. Onları sever, okşar, omzuna çıkarır, onlarla oyun oynardı. Bu konudaki rivayetlerden bazıları şöyledir:
Hz. Ömer anlatıyor:
"Bir gün Peygamber'in (s.a.) yanına gelmiştim. Hüseyin'i sırtına oturtmuş, ağzına bir ip almış, ipin ucunu da Hüseyin'e vermişti. Hüseyin yürüyünce, O (s.a.) da dizleri üzerinde arkasından yürüyordu. Bu durumu görünce, ya Hüseyin, bineğin ne de güzel binek! dedim. Bunun üzerine Peygamber (s.a.) buyurdu ki: Ya Ömer, binici ne güzel desene!" (Hucviri, 165).
'SIRTIMDAN ATAMADIM'
Bir gün cemaatle namaz esnasında Hz. Peygamber secdeye varır. Secde o kadar uzun sürer ki, arkasında namaz kılanlar ne olduğunu merak ederler. Olağan dışı bir şey olduğunu ya da vahiy geldiğini düşünürler. Namaz bittikten sonra sorarlar. Hz. Peygamber şöyle cevaplar: "Hüseyin secdeye vardığımda sırtıma çıktı. Evde bu adeti edindiğinden, onu sırtımdan atamadım ve böylece secde uzun sürdü" buyurmuştur. (Buhari, Kitabu's-Salat, 52)
Resulullah hutbe vermekte iken Hasan ve Hüseyin geldiler. Üzerlerinde birer kırmızı gömlek vardı. Yürüyorlar ve arada sürçüyorlardı. Hz. Peygamber minberden indi, onları taşıyarak önüne koydu ve sonra şöyle buyurdu: 'Allah'ın, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir imtihan vesilesidir' sözü, haktır. Şu iki çocuğa baktım. Yürüyorlar ve sürçüyorlar. Sabredemedim ve nihayet konuşmamı keserek onları kaldırdım." buyurmuştur. (Buhari, Sahih, Fiten, 20)
'AYRIM YAPMIYORUM'
Resulullah bir gün Hz. Fatıma'nın evine gider ve yanlarında geceler. Hz. Hasan ve Hüseyin bu sırada uyumaktadırlar. Bir ara Hasan ve hemen arkasından Hüseyin su isterler. Hz. Peygamber derhal su kabına koşarak önce Hasan'a sonra da Hüseyin'e su verir. Bunun üzerine Hz. Fatıma dayanamayarak; "Hasan'ı Hüseyin'den daha çok seviyor gibisin" deyince, "Hayır, ayrım yapmıyorum. Ancak suyu ilk defa Hasan istedi" cevabını vermiştir. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 1/101).
Ümmü Fadl rivayet ediyor: Bir gün Hüseyin'i, Hz. Peygamber'e götürdüm. Resulullah'ı görünce üzerine atıldı. O da öptü ve sevdi, sonra kucağına oturttu. Oturunca Resulullah'ın kucağına tuvaletini biraz akıttı. Resulullah da "Ey Ümmü Fadl, oğlumu al, üzerime akıttı" buyurdu. Ben de Resulullah'ın üzerine akıtıp da O'nu üzdün diyerek canını acıtacak bir şekilde tutup boynuna vurunca ağlamaya başladı. Resulullah, "Ey Ümmü Fadl! Allah iyiliğini versin. Oğlumun canını acıtıp ağlatmakla beni üzdün" buyurdu. (İbn Mace, Sünen, Rüya, 10).
BİR AYET
"Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır." (Kehf. 18/46)
BİR HADİS
Ademoğlu ölünce amel defteri apanır. Ancak üç kişinin amel defteri kapanmaz: Geride sadaka-i cariye devamlı faydalanılan bir eser, köprü, cami gibi hayır) bırakanın, hayırlı bir evlat bırakanın, faydalanılacak bir ilim bırakan kimselerin.
Benim Peygamberim beni kurtarır
Oruç Reis esir edilmişti. Bir süre zindanda kaldıktan sonra çıkartılarak bir gemide küreğe çakıldı. Papazlar ve şövalyeler, İtalyanca, Rumca ve İspanyolca bilen ve sözü sohbeti yerinde olan Oruç Reis ile konuşmaktan zevk alırlardı. Şövalyeler ona karşı hürmet duyuyorlardı. Sohbet sırasında ona:
-Ey Osmanlı! Sen güzel sözlü bir kişisin. Bizim lisanımızı da fevkalade konuşuyorsun. Müslümanlıkta ne buldun? Gel bizim dinimize geç! Adı sanı belli bir adam olursun. Büyük bir şövalye kaptan yaparız seni,dediler.
Oruç Reis:
- Kafirlerin iyiliği bu mudur? Dinimden dönüp hükümdar olmaktansa Müslüman esir kalmayı tercih ederim. Şu duvarlardaki resimleri elinizle dizersiniz ve onlara taparsınız. Şimdi onları ateşe atsalar veya çölde bir kuyuya bıraksalar, veyahut balta ile pare pare eyleseler, kendilerini kurtarıp halas etmeye kadir değildirler, dedi.
Şövalyeler:
-Görelim senin Peygamberin neyler, işte halin malum, dediler.
-Benim Peygamberim iki cihan fahridir. Bütün evliya ve enbiya ondan şefaat umar. Hepsine şefaati o eder. Hak teala'nın avni ve inayeti ile gelip beni buradan kurtaracaktır, dedi.
Şövalyeler gülerek:
-Hele sen küreği çekmeye devam et. Bu hava ile gönlünü hoş tut. Peygamberin seni kürek mahkumiyetinden kurtarsın, dediler.
Aradan zaman geçti. Bir gün kürek çektiği gemi şiddetli bir fırtınaya yakalandı. Dalgaların arasında ceviz kabuğu gibi sürükleniyordu. Bu hengamede Oruç Reis'in zincirleri de koptu ve kendisini denize bıraktı. Dalgalarla bir müddet boğuştuktan sonra sahile ulaştı. Daha sonra arkadaşları ile buluştu ve yeniden denizlere açıldı. Bir muharebe sırasında, kendisini esir etmiş olan şövalyelerden birkaçı, şans eseri Oruç Reis'e esir düştüler. Onları görünce yanına getirtti ve şunları söyledi:
-Ben sizlere demedim mi, benim Peygamberim gelir beni kurtarır diye! İşte geldi, kurtardı. Varın reisinize söyleyin, ben gene ona varayım, ne kadar demiri varsa vursun, Peygamberimiz bize, Allah'ın izniyle yine yardım eder.
ESKİ RAMAZANLAR / MİNE ALACALI - KEMAL SAĞLAM
Buca Muradiye Camisi'nin ilk imam hatibi (gayri resmi olarak çalışan) Mustafa Babuş'tan Buca'daki eski Ramazanların nasıl kutlandığını dinleyelim:
"Buca'da iftar topu bulunmadığı için, Ramazan iftarını davul ile ilan ederdik. Üstelik, Buca camilerinde minare de yoktu. Minare olsaydı, herkes minarelerin kandillerine dikkat eder, kandil yanınca iftarını ederdi. Ama, bu olmayınca, davulcu ile çifte pazarlık edilirdi; hem iftarda çalardı, hem de sahurda...
İftar zamanı yaklaştı mı davulcumuz gelir cami avlusunda beklerdi. Herkes saatine bakar, top zamanı geldi mi, minare olmadığı için müezzin musalla taşının üzerine çıkar, 'Allahu Ekber' diye ezana başlar, avludaki davulcular da güm güm diye tokmağı sallayarak mahalle aralarına dalarlardı.
Bu esnada Buca'nın bütün çoluk çocuğu cami avlusunda toplanır, ezan okunmaya başladığı andan itibaren, davulcuların peşine sürü sepet düşerler, yaygaralarından davul sesi duyulmazdı."
RUMELİ ADETLERİ
Rumeli'de caminin cemaati, top atılmadan önce iftarlığını tepsi tepsi camiye getirirdi. Müezzin Allahu Ekber dedi mi, herkes avludaki iftar sofralarının başına toplaşır, ondan sonra namaza durulurdu. Buca'ya yerleşen Rumelili vatandaşlarımız bu adeti devam ettirdi. Muradiye camisi'nin avlusunda nice iftar sofraları kurulmuştur.
İftar sonrası için sağlıklı öneriler
Hazırlayan: Filiz İÇKE ÖNAL
İftar sofralarının ardından çayı tercih edenimiz çoğunlukta. Ancak ince belli bardakta birbiri ardına içilen çay, uyku problemleri yaşattığı gibi su içmeyi de unutturabiliyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Işın Sayın, "İftardan uykuya dalmanıza kadar geçen sürede en az 0.5 lt daha su içmiş olmaya bakın. Kuşburnu, adaçayı, ıhlamur gibi meyve bitki çayları veya çok açık ve az sayıda şekersiz siyah çay da içilebilir. Ancak unutmayın ki, öncelik kesinlikle suyundur" diyor.
MİNİK PORSİYONLAR
Atıştırmalıklar da yeme içmenin serbest olduğu iftar sonrası, pek çok kişiyi cezbediyor. Sütlü-hamurlu tatlılar, çerezler, hamur işleri derken neredeyse iftarda yenilenden fazlası atıştırma ile tüketiliyor. Her zaman en sağlıklı ara öğün olarak kabul edilen meyveler de böylece Ramazan'da daha az tüketiliyor. Işın Sayın, "İftardan sonra içeceğinizin yanında tadımlık minik atıştırmalarınız olabilir. Ancak en güzeli 1-2 porsiyonu geçmeyecek şekilde meyve yemenizdir. Tatlı ihtiyacını meyveden alın. Meyve şekeri, tatlı şekeri olan glukozdan daha yavaş kana karışır. Ama abartıya kaçarsanız hamur tatlısı yemiş kadar olursunuz. Karpuz en cezbedici tuzaktır. Bazı meyvelerde fruktozdan çok glukoz vardır. Muz, karpuz, üzüm, incir ve iftar dışında fazladan yenilen hurmaya özellikle dikkat etmenizi öneririm. Meyve yemeyecek ve yerine illa ki tatlı yiyecekseniz, en uygun saat iftardan 2 saat sonraki saattir. Tatlı için acele etmeyin. Meyveli veya sütlü tatlıları tadımlık yiyin" diyor. Sayın, yatarken de bir şeyler yiyip içmek isteyenlere kaliteli bir uyku için bir bardak süt, ayran veya küçük bir kase yoğurt öneriyor.