Bizden önceki kuşakla aramızda öylesine derin bir uçurum yoktu, anlaşırdık bir şekilde... Ortak bir noktada buluşurduk. Onlar lambalı radyo gençleriydi, bizler siyah beyaz televizyon... Anlayış farkı oldu, bakış açısı tartışmaları yaşandı, siyasi kavgalar oldu ama kimse birbirine düşman olmadı, anlamaya çalıştı. Hatırlayın 70'li yılları; o sağ-sol kavgalarında, dava arkadaşlarının birbirlerine tutkuyla bağlı olmalarını... Ölümüneydi bu tutku, kimse diğerini satmadı... Birkaç nahoş olay yaşansa da, kişiliğe oturmuş dayanışma duygusu yitirilmedi; en kritik anda ortaya çıktı, korudu, geliştirdi. Şimdi bilgisayar oyunu çocukları var, belki bu yazdıklarım hoşlarına gitmeyecek ama o oyunların tam merkezine yapışan "bencillik" anlayışı, çocuklarımızı da esir ediyor. Masadan kalkmadan saatlerce oyun oynayanları görüyor, izliyorum.
Kitap okumak akıllarına gelmiyor, ders çalışmayı bile bilgisayarla eş götürüyorlar. Tamam çok şey öğreniyorlar, bilgi araştırmadan önlerine "Google efendi" marifetiyle hazır geliyor. Daha kolay yabancı dil öğreniyor, dünyaya daha çabuk entegre oluyorlar. Bu nedenle daha bilgiçler ve de daha özgüvenli... Ama hatalarını görmüyor, geçmişte anne ve babalarının yaşadıkları deneyimlere kulak asmıyorlar. Bu yüzden, saklambaç oynarken bile "1-2-3 sobe" hızla tükeniyor, vicdanın sesini dinlemiyorlar. Arkadaşlarının hatalarını yüzüne vuruyor, kişilikleriyle dalga geçiyorlar. Anne-baba ise yabancı gibi... Sözün özü, daha acımasızlar... Bir söz beni nereden nereye getirdi... Bildiğim şey, bir toplumu topla tüfekle bir yere kadar zorlayabilirsin, karşında dayanışma gücü varsa, silah çözüm değil... Savaşmaya gücü olan insan iradesini yenmek zordur. Ancak bilgisayar oyunu, doğrudan insan zihnini, zekasını hedef alır; bu da insanda mücadele gücünü azaltır, hatta yok eder. İşte çocuklarımız bu düşmanın elinde... Kurtulmak için mücadele ediyorlar ama işleri çok zor... O halde yine bize çok iş düşüyor. Gençlerle, el ele...