• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • BIST 78.384,78
    EURO 4,4760
    USD 3,8608
    GBP 3,8608
    CHF 3,8608
    JPY 3,8608
Giriş Tarihi: 07.04.2024, 00:00

Yorgos Lanthimos, bu filminde de karakterleriyle arasına mesafe koyan, görece soğuk bir anlatım tekniğine başvurmuş. Kullandığı geniş açı, balıkgözü kamera ile tamamen büyülü bir dünya yaratmış. Film, ilginç hikayesi bir yana, sadece kullandığı benzersiz tekniklerle beyazperde üzerinde tablolar yaratmasıyla da izlenebilir. Filmin seçtiği anlatım tarzında beni en çok rahatsız eden şey, yönetmenin -tam olarak müzik bile denemeyecek- garip sesleri kullanması. Evet, bu hikayenin garipliğine katkıda bulunuyor ama gerçekten rahatsız da ediyor. Gelelim hikayeye...
Aslında anlatılan, Frankenstein hikayesinin feminist bir okuması. Pek çok eleştirmenin de buyurduğu gibi, Barbie filminde anlatılan öykünün daha sert ve yetişkin hali. Özetle şöyle; genç yaşta hayatına son veren hamile bir kadını bulan çılgın bilim adamı, kadının bebeğinin beynini annesinin vücudunda yaşatır.
Böylece bebek, annesinin vücudunda yaşayıp dünyayı bu beden aracılığıyla tanır.

YÜZE BİR ŞAMAR GİBİ
Film boyunca Bella Baxter'in yetişkin vücudundaki dönüşümünü izliyoruz. Bir bebek gibi dünyayı önce bedeni, sonra zamanla aklıyla algılamaya başlayan Bella, tabi ki yetişkin vücudunda bebekliği yaşayınca onun bazı (!) yaptıklarını sorgulamaya ve ayıp, hatta toplum dışı bulmaya başlıyorsunuz. Bella'nın saf dürüstlüğü, bebek vücudunda sevimli bulunabilecek iken yetişkin vücudunda sırıtıyor. Kahramanımız bize çoğu zaman adeta bir dürüstlük dersi veriyor. Nasıl bir dürüstlük peki? Zaman zaman acımasız olarak da adlandırılabilecek bir dürüstlük bu. Oysa ki tek gerçek dürüstlük olan kendine dürüstlük bu. Özellikle tam da politik doğruculuk çağında, Bella'nın özüne, doğasına karşı sergilediği dürüstlük, yüzümüze bir şamar gibi iniyor.
Artık genç kızlığı yaşadığı bir dönemde, onun değişkenliğini sorgulayanlara verdiği cevap, tam bir ders niteliğinde: "Ben değişken bir ziyafetim." Yani aynı kalmamı bekleyemezsiniz, diyor. Hatta bu değişimin onu daha da lezzetlendirdiğini fark etmemizi sağlıyor. Onun değişimini kabul etmemek, onu bir açık büfeden tabldot mönüsüne çevirecektir. Yine filmden çok dikkat çekici bir replik, "Toplum insanı kendisinden alıkoyar." Haklı değil mi?
Toplum bizi inşa etmemiş olsa kim bilir ne kadar benzersiz karakterlere sahip, ne yaratıcı insanlar olacaktık. Az önce de söylediğim gibi toplumsal normlar ve standartlaşmış değer yargıları, ezber eğitimler bizi birer ziyafet olmaktan alıkoyuyor.

BİR MODERN KLASİK
Siyah beyaz başlayan Bella'nın yolculuğu, onun evin dışına açılması ile renkleniyor.
Yönetmen tam da bu noktada renkli filme dönüyor. Bella'nın bedenini keşfi üzerinde devam eden film sonuna dek neredeyse bu tema üzerinde akıyor.
Açıkçası bu da beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Evet, toplumsal normlar en çok da kişinin bedeni üzerindeki özgür seçimleri üzerinden şekilleniyor ama açıkçası ben filmi daha global ve cinsiyetsiz okurken neredeyse tamamen feminist uyanışa odaklanılması biraz eksen kayması gibi geldi. Ancak tabii bu da 'benim' kendi seçimimden kaynaklanan bir hayal kırıklığı ve filmi kötü yapmıyor. Poor things, şimdiden bir modern klasik oldu. İzleyin ve kendi kararınızı kendiniz verin.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA