CHP Genel Başkanı Deniz Baykal partisinin kurultayına hazırlanıyordu ve tek adaydı.
Kurultaya tam iki hafta kala tecrübeli siyasetçinin siyasi hayatını alt-üst eden kasetler düştü İnternet alemine.
Baykal prestijine yakışan bir tutumla genel başkanlıktan istifa etti.
Baykal istifa etti ama ne kamuoyu ne de siyasi partiler Türkiye'nin yeni tanıştığı siyasete müdahale ve siyasetçiyi tasfiye yöntemini yeterince sorgulamadı; hatta hiç sorgulamadı.
Siyaset kurumunun affedilmez hatasıydı.
Bu kadar mı? Hayır, 2011 seçimlerinin tam ortasında bu kez MHP'ye kuruldu aynı tuzak. MHP yöneticilerinin neredeyse tamamı kasetler marifetiyle tasfiye edilmişti.
Amaç belliydi; MHP'nin barajın altında kalması ve MHP liderinin tasfiyesi isteniyordu.
Bu açıkça siyasete müdahaleydi.
Siyaset kurumu yine sustu, olanları izlemekle yetindi.
Allah'tan millet MHP'ye sahip çıktı ve tuzak kuranların tuzaklarını boşa çıkardı.
Biz o gün bir şeyi öğrendik; bu pis müdahale yöntemiyle mücadelenin en etkili yolu milletin sağduyusu ve vicdanıydı.
Ve geldik bu güne...
Siyasi tarihin en akıl almaz hükümet devirme girişimine tanık oluyoruz.
Seçimlere üç ay kalmışken arkasında milletin büyük çoğunluğunun saf tuttuğu bir hükümeti devirmeye kalktılar.
Gezi provokasyonuyla başaramadıklarını yargı gibi korunaklı bir alandan gerçekleştirmeye çalışıyorlar.
Hem de yolsuzluk gibi bir susturucu takarak yaptılar bu tehlikeli girişimi.
İktidar kendisine kurulan bu tezgaha var gücüyle direniyor.
Muhalefet ise olanları izliyor; daha öncekileri izlediği gibi.
Oysa bakalım dün yaşadıklarımıza...
Yargı üzerinden hükümet devirmeye çalıştığı iddia edilen bir savcı hakkında tuhaf iddialar havada uçuşurken adeta cevap olarak İzmir'de yolsuzluk operasyonu yapılıyor.
Ne zaman?
Seçime beş kala...
"Sen bana yaparsan ben de sana yaparım" diyor bir güç.
Bu sadece bir cemaat işi mi sizce?
Bence daha ötede bir şey bu.
Türk devletinin bir an önce dışına atılması gereken bir tehdit.
İç mi dış mı derseniz; İçi de var dışı da...