Çok özel, çok acılı birgün... Terör adiliği yüzünden, kafam epey kaçık... Futbola ilişkin 'zırnık' kıpraşma yok, sol göğsümün içindeki yarım porsiyon o sağlam mı, sağlam adalede! Kızımın hergün kullandığı güzergahta patlatılan o bomba! Ölenler, yaralananlar ve geride kalan parçalanmış kalpler(!)
Bu ruh halimi bedenim taşımakta zorlanırken, 'şerrrefsiz!' saldırıda babasını kaybeden Galatasaraylı Umut düştü ekranlara... Donuk yüz ifadesinden anladığım kadarıyla, hala farkında değildi canı, babasını yitirdiğini! Cami avlusunda hakkını helal ederken, koyverdi kopçaları! Bittimmm!
En vahşi hayvanları ehlileştirilen şu zamanlarda, sözümona akla ve mantığa sahip insanoğlunu bu denli 'cibiliyesizleştiren(!)' kafa veya kafalara binbir belalar okurken, nasıl bitecekti ki şu maç? Şuraya bak! Tribündeki başkanlar, kulübedeki teknik adam ve yardımcılar... Oyun alanında dizili hakem ile futbolcular... Top toplayıcılar... Evinden bayrağını kapıp gelen taraftarların, hep birlikte gözleri yerlerde, başları eğik!
Kaçıncı dakikaya gelindiğini, ekranı yan gözlerle izlediğimi, neden sonra fark ettim, belli ki vazgeçmiyor, kafam Umut'ta hala...
Her iki taraf, bir o kale, bir bu kale heyecanı yaşarken, M.Yumlu'nun eline çarpan topun penaltı olduğunu göremeyen Bülent Yıldırım ve yardımcısı Hakan Ceylan'ın basiretsizlikleri geçti, dumanlı kafamın önüne! Aniden 'Yuuuhh!' diye bağırmışım, kelimeyi ağızımda daha da yoğunlaştırarak... Sertliğin pazara çıktığı bir karşılaşmada, kartlar konusunda bir 'pintilik!' yaşanıyorsa eğer, hakemlerin iyi niyetinden, nasıl şüpheye düşmeyelim arkadaş?
Beşiktaş'ın yenmesine rağmen, Bülent Yıldırım, maçın tekrarını izleyip, akşam yattığı yerde, çaldıkları veya çalmadıklarınla günah çıkarır mı, bilemem? Çünkü; etti maçın içine! Kesin, Beşiktaşlı'lar kendisine 'beddua!' ederlerken ben, Umut Kardeş'in babasına dua edeceğim, tüm gece boyunca...