1920'li ve 30'lu yıllarda gökyüzüne açılmak, bugünkü gibi rahat ve özgür bir deneyimden çok, adeta bir maceraydı. Hem biletler oldukça pahalıydı hem de uçaklarda konfor neredeyse yoktu. İlk tarifeli uçuş 1914'te yapılmış olsa da, o dönemde uçmak sadece maddi gücü olanların cesaret edebileceği bir ayrıcalıktı. Örneğin, New York-Los Angeles gidiş dönüş bileti, yeni bir otomobilin yarı fiyatına denk geliyordu.
ZORLU KOŞULLAR
Bugünkü anlamda lüks hizmetler hayal bile edilemezdi. Kabinler buz gibi olurdu, motorların gürültüsü ise kulakları sağır ederdi. Kabin basıncı ayarlanamadığı için uçaklar alçak irtifadan uçmak zorundaydı. Bu da şiddetli rüzgârlar ve türbülansla birlikte yolcuların sık sık mide bulantısı yaşamasına neden olurdu. Hatta kabin görevlileri yolcularla iletişim kurmak için megafon kullanmak zorundaydı.
DEVASA DEĞİŞİMLER
1930'ların başında ilk kadın kabin görevlileri işe alındı. Bu görevlilerin temel işi yolcuları rahatlatmak ve rahatsızlananlara yardım etmekti. O dönem uçakların büyük kısmı savaşta kullanılmış eski araçlardı, havaalanları ise çoğu zaman sadece düzlüklerden ibaretti. Zamanla hem pistler hem de uçak teknolojisi önemli ölçüde gelişti. 1929'da sadece 6 bin kişi uçakla seyahat ederken, on yıl içerisinde bu sayı 1 milyonu geçti. Uçakla seyahat hâlâ pahalı ve lüks olarak görülse de, artık yalnızca öncü cesur yolculara değil, gökyüzünü merak eden daha geniş kitlelere de hitap etmeye başlamıştı. Böylece havacılıkta yeni bir çağ açıldı.

