Giriş Tarihi :
AMANSIZ HASTALIKLA MÜCADELE ETTİ
2004 yılında Tilbe rahim kanseri hastalığına yakalanmış bir süre Ankara Hacettepe Tıp Fakültesi'nde tedavi görmüş ve ameliyat olmuştur. Tilbe, hastalığını o dönemde yaşadığı ayrılık acısına bağlamış ve bir süre sonra hastalığı yenmiş hem de o kişiyi unutmuştur.
Yazdığı şarkılarda hüzün, aşk ve ayrılık konularını edinmiş olan Yıldız Tilbe şarkıları ve bestelerinde romantik konuları işlemiştir. Tilbe'nin albümlerinde seslendirdiği kendisine ait besteleri dışında birçok sanatçıya verdiği onlarca bestesi vardır.
POP, TÜRKÜ VE ARABESK SÖYLEDİ
Sanatçı kariyeri süresince 2004 yılında bir ilk olarak "Yıldız'dan Türküler" adlı albümünde seçme türkülere, 2009 yılında ise "Aşk İnsanı Değiştirir" albümünde arabesk ve halk müziklerine yer vermiştir. Şarkılarında günümüzde daha sade bir dil kullanmaktadır. Tarz olarak pop ile başlamış ve repertuvarını genişleterek arabesk, halk müziği ve sanat müziği formlarını da kullanmıştır.
Tilbe, eserleriyle ilgili konuşurken, "Şarkılarım sadece beni anlatmıyor, herkesi anlatıyor. Onun için dinliyor insanlar. Bir o şarkıları söyleyen Yıldız var, bir de o şarkıları dinleyen biri var. Bazı şarkılarımı ben bile acıdan dinleyemiyorum. Ayrıca o şarkılar dışında söyleyecek bir şeyleri olan biriyim ben. Sadece söylediğim 40 şarkıdan ibaret değilim yani..." demiştir.
MÜZİK YARIŞMALARININ ÖDÜLLÜ SANATÇISI
"Delikanlım" albümünde yer alan şarkıların birisi dışında hepsi Tilbe'ye ait olup, sanatçı albümünde seslendirdiği "Zülüf" adlı sözleri ve müziği Neşet Ertaş'a ait şarkıya da yer vermiştir. Albüm üç milyon satış tirajını yakalayarak en fazla satılan albümler arasında yer almıştır. Yıldız Tilbe, ilk klibini de bu parçaya çekmiştir. Bu albümün ardından sanatçının çoğu kendi parçalarından oluşan albümleri büyük ilgi görmüştür. Bazı film ve televizyon dizilerinde de rol alan Yıldız Tilbe, ses ve müzik yarışmalarında jüri üyeliği de yapmıştır. Sanat yaşamı boyunca, unutulmaz şarkılarıyla çeşitli kategorilerde çok sayıda ödül kazanmıştır.
16 YAŞINDAYKEN KAÇARAK EVLENDİ
Ünlü sanatçı Yıldız Tilbe, 1984 yılında 16 yaşındayken aşık olduğu Güngör Karahan ile tanıştıktan sadece 15 gün sonra kaçarak evlendi. Eşi, evlendikten bir ay sonra askere gitti. Karahan askerdeyken, Yıldız Tilbe kızı Sezen Burçin'i dünyaya getirdi. Tilbe, çok sevdiği meslektaşı Sezen Aksu'nun adını kızına verdi. Ancak Güngör Karahan ve Yıldız Tilbe, kızları beş yaşındayken 1989'da boşandı. Kızının çocuk sahibi olmasıyla, Yıldız Tilbe de genç yaşta anneanne olmuştur.
12. BEDİA AKARTÜRK: HALK MÜZİĞİNİN PARLAYAN YILDIZI
Ülkemizin sayılı Türk halk müziği ses sanatçılarından biri olan Bedia Akartürk, 4 Şubat 1941 tarihinde İzmir Ödemiş'te dünyaya geldi. Ailenin tek çocuğu olması dolayısıyla babasının soyadını hiç değiştirmeden Akartürk olarak devam ettirmiş ve birçok ünlünün aksine adını hiç değiştirmemiştir.
Sanat hayatına doğup büyüdüğü Ödemiş'te 12 yaşındayken başlayan Akartürk, daha sonra yaşını büyüterek İzmir Radyosu'na girmiştir. 9 yıl İzmir Radyosu'nda edindiği birçok tecrübenin ardından Ankara Radyosu'nda geçmiştir. Sanat hayatını Ankara Radyosu'nda devam ettirmiş ve yine Ankara Radyosu'ndan emekli olmuştur.
TÜRKİYE'NİN SEVGİLİSİ OLDU
O dönemde herkese nasip olmayan Paris Olympia'da muhteşem bir konser veren Akartürk, Türkiye'yi en güzel şekilde temsil etmiştir. Sanat hayatında 6 sinema filmi ve sayısız birçok albüme imza atan ünlü sanatçı, Edirne'den Kars'a kadar tüm Türkiye'nin sevgilisi olmuştur. 83 yaşındaki Bedia Akartürk, sanat yaşamı boyunca albüm çalışmalarına ve yurt içi, yurt dışı konserlerine aktif olarak aralıksız devam etmiş ve hala etmektedir.
BEDİA AKARTÜRK MÜZESİ AÇILDI
Türkiye'nin yaşayan efsanesi Bedia Akartürk adına doğduğu yer olan İzmir Ödemiş'te bir müze açıldı. Müzede Bedia Akartürk'ün bu zamana kadar almış olduğu tüm ödülleri, giymiş olduğu sahne kıyafetleri, resimleri ve kendi eliyle özel olarak hazırlamış olduğu yöresel kıyafetleri, bebekler üzerinde sergileniyor.
TÜRKÜ ALBÜMLERİ, ÖDÜLLER VE PLAKETLER
Allah vergisi eşsiz bir sese sahip olan Bedia Akartürk, sanat yaşamı boyunca sayısız ödül kazanmıştır. Kendisine 250'nin üzerinde plaket takdim edilmiştir. Yurt genelinde çok sevilen sanatçı, 7 ilde Fahri Hemşehrilik unvanına layık görülmüştür. Altın bağlama, 6 Altın Plak, Altın Taç ve Altın Kaşık ödülleri almıştır.
Anadolu Türküleri, Anam Ağlar, Aşka Yemin, Bayramdan Bayrama, Denize Dalayım mı? Derdimi Dermana Gezdim, Folklör Kraliçesi, Gitme Bülbül, Gülende, Ey Sevdiğim, Konyalım Yürü, Özür Diliyorum Senden, Ödemiş Türküleri, Sıla Hasreti, Yumurtanın Kulpu Yok ve Zühtü gibi unutulmaz albümleriyle türkülerimizi kuşaktan kuşağa aktarmıştır.
Bedia Akartürk, sanat yaşamı boyunca albüm çalışmalarına ve yurt içi, yurt dışı konserlerine aktif olarak aralıksız devam etmiş ve hala etmektedir. Sesinin rengi bin kişinin sesi arasında bile fark edilecek güzelliktedir. 100 yıl geçse yine anılacak milli bir değerdir.
BİR AYAĞI HEP İZMİR'DE OLDU
Bedia Akartürk, memleketi İzmir'de çeşitli etkinliklere katılmayı tercih etmiştir. Zaman zaman Ödemiş'te gençlerle bir araya geldi. Sanatçı, kısa süre önce Yarınlara İz Bırak' projesi kapsamında hazırlanan ' Bedia Akartürk Gençlerle Söylüyor, Söyleşiyor' etkinliğinde, kendisi için hazırlanan 83. yaş günü pastasını kesti.
Daha sonra halk oyunları ekibinin zeybek gösterisini izleyen sanatçı, oyuna eşlik etti. Birbirinden güzel türkülerle renklenen sohbet, misafirlerden ve öğrencilerden tam not aldı. Etkinlik, Akartürk'e sunulan plaket ve günün anısına çekilen hatıra fotoğrafları ile sona erdi.
MİLLİ EĞİTİM'DEN 'TÜRKÜLERİN EFSANESİ'NE TEŞEKKÜR
İzmir İl Milli Eğitim Müdürü Dr. Ömer Yahşi, kentteki okullarda çeşitli etkinliklere katılan Bedia Akartürk için şu ifadeleri kullanmıştır:
"Türk halk müziğinin genç kuşaklara sevdirilmesi, yaşatılması ve daha geniş kitlelere ulaştırılması bakımından önemli bir etkinliğe ev sahipliği yapan Ödemiş Ayhan Kökmen Fen Lisesinin öğretmenlerini ve projede görev alan öğrencilerimizi, gerçekleştirdikleri bu örnek etkinlik için tebrik ediyorum. İzmir eğitim ailesi adına gençlerimizin Türk Halk Müziğine farklı bir pencereden bakmasını sağlayan 'Türkülerin Efsanesi' kıymetli sanatçımıza teşekkür ediyorum."
"HER YAŞIN KENDİ GÜZELLİĞİ VAR"
Sahnelerde yarım asırdan fazla bir süreyi geride bırakan Akartürk, "Her yaşın güzelliği var" diyor. Birçok sanatçının playback yaptığını günümüzde türkülerini canlı okuyan Akartürk, "55 senedir canlı okurum. Ben halkın sanatçısıyım. 17 sene aralıksız İzmir Fuarı'nda sahne aldım ben. 10'uncu senemde altın taç giydim. Allah sağlığımızı bozmasın. 55 sene sonra aynı formda bulunmak Allah'ın bir lûtfûdur. Bunun için ne kadar şükretsek azdır.
İZMİR'DE BİR KARPUZLU KONSER ANISI
Bedia Akartürk İzmir ile ilgili unutamadığı bir anısını şöyle anlatıyor:
"Gençlik yıllarımda bir gün İzmir Selçuk'ta seyircinin birisi Ormancı türküsünü istedi. Bir tane de kocaman karpuz getirdi ve o karpuzu sahnenin önüne koydu. Israrla o türküyü istiyor. Bende o türküyü bilmiyorum o zamanlar. İlk başlarda duymazdan geldim, ısrarla 'Ormancı' diyor. O şarkıyı söylemedim diye konser bitiminde o karpuzu geri alıp gitti. Ne zaman karpuz görsem bu anım aklıma gelir.
"BEYNİMDE 3 BİN TÜRKÜ VAR"
Sanat yaşamına İzmir Ödemiş Musiki Cemiyeti'nde başladığını belirten Akartürk, "Ödemişliyim ben. Ödemiş'te ilkokul 5 sınıfa giderken ilk olarak sahneye çıktım. Aşk bu aşk, sanat aşkı! Sanat aşkı olmasa bugün böyle ayakta olamam! Ben hiçbir zaman para kazanayım diye düşünmedim, hep ikinci planda düşündüm ve hep çalıştım. Beynimde 3 bin tane türkü var. Allah'a çok şükürler olsun. Allah aklımızı bozmasın, zihnimize, dilimize açıklık versin, gönlümüze ferahlık versin ve halkımıza hizmet edelim" diyor.
13. AHMED ADNAN SAYGUN: TÜRKİYE'NİN İLK DEVLET SANATÇISI
Ünlü klasik müzik bestecisi, müzik eğitimcisi ve etnomüzikolog Ahmed Adnan Saygun, 7 Eylül 1907 tarihinde İzmir'de dünyaya geldi.
Türk müzik tarihinde 'Türk Beşleri' olarak anılan bestecilerden birisi olan Saygun, ilk Türk operasının bestecisidir. Cumhuriyet Dönemi Türk müziğinin en çok seslendirilen eserlerinden "Yunus Emre Oratoryosu" en önemli yapıtıdır.
OPERAYA ADANMIŞ BİR YAŞAM
Önemli din bilginleri yetiştirmiş İzmirli köklü bir aileden gelen Saygun'un babası sonradan İzmir Milli Kütüphanesi'nin kurucuları arasında yer alacak olan öğretmen Mahmut Celalettin Bey, annesi Konya'dan gelip İzmir'e yerleşmiş bir ailenin kızı olan Zeynep Seniha Hanım'dır.
Ahmed Adnan Saygun, İzmir'de "Hadikai Sübyan Mektebi" adlı mahalle mektebinde başladığı ilköğrenimini "İttihat ve Terakki Numune Sultanisi" adlı okulda devam etti. Sanat eğitimine ağırlık veren bu okulda 13 yaşında iken piyano eğitimi aldı. 1925 yılında büyük bir Musiki Lugati meydana getirdi.
MÜZİK ÖĞRETMENLİĞİ YAPIYORDU
Hayatını kazanmak için su şirketi, postane gibi çeşitli yerlerde çalışan, İzmir Beyler Sokak'ta bir kırtasiye dükkânı açıp nota satmayı deneyen Ahmed Adnan Bey, bu denemelerde başarısız oldu ve ilkokullarda müzik öğretmenliğine yöneldi. Orta dereceli okullarda müzik öğretmenliği yapmak için açılan sınavı kazanarak 1926 yılından itibaren bir süre İzmir Erkek Lisesi'nde müzik öğretmenliği yaptı.
PARİS'TE MÜZİK EĞİTİMİNE GÖNDERİLDİ
1927-1928 yıllarında "Re Majör Senfoni"yi besteleyen sanatçı; 1928'de hükümetin müziğe yetenekli gençler için açtığı sınavı kazandı ve devlet bursuyla Paris'e gönderildi. Paris'teyken Divertissement adlı orkestra eserini yazdı. Saygun'un bu bestesi 1931'de Paris'teki bir beste yarışmasında ödül kazandı.
ÜLKEYE DÖNDÜ VE 'SAYGUN' SOYADINI ALDI
Saygun, 1931'de Türkiye'ye dönüp müzik öğretmenliğine başladı. 1932 yılında piyanist Mediha (Boler) Hanım ile evlendi; bu evlilik bir süre sonra sona erdi.
Ahmed Adnan Bey ve ailesi 1934'te Soyadı Kanunu üzerine matematik öğretmeni babasının isteği ile "Saygın" soyadını aldı; ancak başkası tarafından alındığı gerekçesiyle bir süre sonra soyadları "Saygun" olarak değiştirildi.
ATATÜRK'ÜN İSTEĞİYLE OPERA YAZDI
Adnan Saygun, 1934 yılında Atatürk'ün talebiyle, Türkiye'yi ziyaret edecek olan İran Şahı Rıza Pehlevi şerefine ilk Türk operası olan Özsoy Operası'nı bir ay gibi çok kısa bir sürede yazdı. Bu eserin prömiyeri 19 Haziran 1934 gecesi Atatürk ve Rıza Pehlevi huzurunda gerçekleştirildi.
Sanatçı, daha sonra Yalova'daki yazlık evinde kendisini kabul eden Atatürk'e Türk musikisi hakkında bir rapor sundu. Yalova'dan dönüşte Riyaset-i Cumhur Orkestrası Şefliği'ne getirildi, ancak sağlık nedenleriyle bu görevi birkaç ay sürdürebildi.
Kasım 1934'te Saygun'a Atatürk'ten yeni bir opera sipariş geldi. 27 Aralık gecesi temsil edilmek üzere Taş Bebek Operası'nı besteledi. Eser, o gece Ankara'da sahnelendi; orkestrayı çok hasta olmasına rağmen bizzat Saygun yönetti.
MACAR SANATÇI İLE EVLENDİ
Saygun, 1936'da İstanbul Belediye Konservatuvarı'nda öğretmenliğe geri döndü, 1939'a kadar bu görevde kaldı. Sanatçı, "Yunus Emre Oratoryosu" adlı ünlü yapıtının seslendirilişine kadar sürecek olan bir gözden düşme dönemine girmişti. 1939'da müfettişlik görevine getirildi ve bu vesileyle Türkiye'yi dolaştı.
1940 yılında bir konser için Ankara'ya geldi. Ülkelerindeki Nazi baskısı nedeniyle geri dönmeyen Budapeşte Kadın Orkestrası üyelerinden Macar asıllı Irén Szalai (sonradan Nilüfer adını almıştır) ile evlendi; çiftin çocuğu olmadı.
EN ÖNEMLİ ESERİ YUNUS EMRE ORATORYOSU
Saygun'un 1942'de tamamladığı Yunus Emre Oratoryosu 25 Mayıs 1946'da Ankara'da seslendirildi ve büyük başarı kazandı. En önemli eseri kabul edilen bu eser, daha sonra Paris'te ve 1958'de Birleşmiş Milletler kuruluş yıl dönümü vesilesiyle New York'ta seslendirilmiştir.
Bu eserle Saygun, çocukluğunda İzmir Kemeraltı Çarşısı'nın Dervişler Caddesi'nde (bugün Anafartalar Caddesi) Mevlevi dervişlerden duyduğu ezgileri Avrupa ve Amerika'ya, Birleşmiş Milletler çatısı altına, sonradan eserin çevrileceği 5 ayrı dile taşımış oluyordu.
PANKREAS KANSERİ NEDENİYLE ÖLDÜ
Sanatçı 1946 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı'na öğretmen olarak atandı. Aldığı davetler üzerine Londra ve Paris'e gitti, halk müziği üzerine çalışmalar yaptı; konferanslar verdi. Yunus Emre den sonra, Kerem, Köroğlu ve Gilgameş başta olmak üzere üç opera, "Atatürk'e ve Anadolu'ya Destan" gibi değerli eserler, 5 senfoni, sayısız türkü derlemeleri, kitaplar, araştırmalar ve makaleler yazdı. Eserleri dünyanın en saygın virtüözleri tarafından seslendirildi.
1971'de yürürlüğe giren Devlet Sanatçılığı Kanunu çerçevesinde ilk 'Devlet Sanatçısı' unvanı Adnan Saygun'a verildi. Sanatçı, 6 Ocak 1991'de İstanbul'da pankreas kanseri nedeniyle hayatını kaybetti ve Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.
İZMİR'DE ADINA SANAT MERKEZİ KURULDU
Orkestra, oda müziği, opera, bale ve piyano üzerine birçok yapıtı olduğu gibi, etnomüzikoloji ile müzik eğitimi konularında yayınları vardır. Çalışmaları ve diğer belgeleri Ankara'da Bilkent Üniversitesi bünyesinde kurulan Ahmed Adnan Saygun Müzik Eğitim ve Araştırma Merkezi'nde bulunmaktadır.
Sanatçının yaşam öyküsü, Mucize Özinal tarafından "Dar Köprünün Dervişi" (2005) adıyla romanlaştırıldı. İstanbul Beşiktaş'taki bir ana cadde, Ahmed Adnan Saygun Caddesi adını taşımakta ve burada sanatçının bir heykeli bulunmaktadır. Aynı zamanda İzmir'de adının verildiği Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi (AASSM) 2008'de hizmete açılmıştır.
İzmir'deki Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde çeşitli etkinlikler gerçekleştiriliyor.
14. METİN OKTAY: 'TAÇSIZ KRAL' ÜNVANLI FUTBOL EFSANESİ
Golcülüğü ve yaşadığı gol krallıkları sayesinde "Taçsız Kral" lakabıyla da anılan ünlü futbolcu ve teknik direktör Metin Oktay, 2 Şubat 1936'da İzmir'in Karşıyaka ilçesinin Çiftefırınlar Mahallesi'nde doğdu. Daha önce sekiz kız çocuğu olan; ancak beşi ölen, üç kız çocuklu ailenin dokuzuncu çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası fabrikada makine işçisi olarak çalışan Hasan Oktay, annesi ev hanımı Fatma Oktay'dı. Kardeşlerinin adları ise Adviye, Nermin ve Münevver'di.
Metin Oktay, öğrenim hayatına Karşıyaka Soğukkuyu İlkokulu'nda başladı. Ailesiyle birlikte Alsancak'a taşınmasının ardından, ilkokul ikinci sınıftan itibaren Gazi İlkokulu'nda okudu. Sonrasında ise İzmir İnönü Lisesi ve Mithatpaşa Erkek Sanat Enstitüsü Mobilya Bölümünde öğrenim gören Oktay, Mithatpaşa'nın okul futbol takımında oynamaya başladı.
İLK SEZONUNDA KENDİNİ KANITLADI
Futbol kariyerine 1952 yılında, İzmir'in yerel takımlarından Damlacıkspor'da başladı. 1953-1954 yılları arasında Yün Mensucat'ın altyapısında oynamasının ardından, 1954-55 sezonu öncesinde İzmirspor'a transfer olarak profesyonel kariyerine başladı. Sadece 1 sezon oynadığı İzmirspor'u İzmir Profesyonel Ligi şampiyonluğuna taşıdı ve gol kralı oldu.
Metin Oktay, golcülüğü ve yaşadığı gol krallıkları sayesinde "Taçsız Kral" lakabıyla da anılmaktadır.
GOL KRALLIĞININ DEĞİŞMEZ İSMİ OLDU
Büyük kulüplerin dikkatini çeken Metin Oktay, 1955'te Galatasaray ile anlaştı. 1956-56 ve 1957-58 sezonlarında İstanbul Profesyonel Ligi şampiyonlukları yaşarken; ligde attığı gollerle üç sezon üst üste gol kralı oldu.
1959'da kurulan Millî Lig'de de gol krallıkları yaşamaya devam etti ve ligin ilk üç sezonunda 'gol kralı' unvanını korudu. 1961 yılında Serie A'da mücadele eden Palermo ile sözleşme imzaladı. Burada bir sezona yakın top koşturduktan sonra ertesi yıl Galatasaray'a döndü.
REKORUNU TANJU ÇOLAK KIRDI
Sarı-kırmızılı takımdaki ikinci döneminde üç lig, dört Türkiye Kupası ve iki Cumhurbaşkanlığı Kupası şampiyonluğu yaşadı. 1962-63, 1964-65 ve 1968-69 sezonlarında üç gol krallığı daha elde etti. 1962-63 sezonunda attığı 38 gol, onu Süper Lig tarihinin bir sezonda en çok gol atan oyuncusu yapsa da bu rekor 1987-88 sezonunda 39 gol atan Tanju Çolak tarafından kırıldı.
1996-97 sezonunda ise Hakan Şükür tarafından egale edildi. Ancak o sezon ligde tutturduğu maç başına 1,46 gol ortalamasıyla lig tarihinin bir sezondaki en verimli golcüsü oldu. Galatasaray formasıyla toplamda 324 lig maçına çıkan Oktay, attığı 294 golle hem Galatasaray'ın hem de Türk futbolunun en çok gol atan oyuncuları arasına girdi.
EN ÇOK GOL ATAN MİLLİLERİMİZDEN
İlk kez 1955 yılında giydiği Türkiye Millî Futbol Takımı forması altında 36 maça çıktı ve 19 gol atmayı başardı. Oktay; Hakan Şükür (51), Tuncay Şanlı (22) ve Lefter Küçükandonyadis (21)'in ardından, Cemil Turan, Nihat Kahveci ve Burak
Yılmaz ile birlikte millî takım tarihindeki en golcü dördüncü oyuncu konumundadır.
Metin Oktay, futbol hayatı boyunca 6 kez gol kralı oldu ve lig tarihinde 217 gollük bir rekora imza attı. 26 maçta attığı 38 golle, maç başına 1,4 gol ortalaması yakaladı. Bu rekor, günümüzde henüz kırılamadı.
JÜBİLESİNDE FENERBAHÇE FORMASI GİYDİ
Futbolu 1969'da bırakan Metin Oktay, İstanbul'daki jübile maçında Fenerbahçe forması giydi. Metin Oktay, jübile maçında Fenerbahçe ile karşılaşmak istedi. Fenerbahçe yöneticileri, Oktay'ın bu isteğine 10 dakikalığına da olsa sarı-lacivertli formayı giymesi şartıyla onay verdi.
Bu teklife "Şeref duyarım" yanıtı veren Oktay, İnönü Stadı'ndaki jübile maçından önce Fenerbahçe'nin unutulmaz oyuncularından Can Bartu ile forma değiştirdi. Türk futbol tarihine ve iki takımın tarihi rekabetine damga vuran anda 10 dakikalığına Galatasaray efsanesi Metin Oktay sarı-lacivert, Fenerbahçe efsanesi Can Bartu ise sarı-kırmızı formayla kendi takımlarına karşı mücadele etti. Oktay'ın ikinci jübilesi ise İzmir'de Göztepe ile yapılan maçta oldu.
HAYATINI ANLATAN FİLMDE OYNADI
1969 yılında futbolculuk kariyerini noktaladıktan sonra Galatasaray'ın teknik direktörü Tomislav Kaloperovic'in yardımcılığına getirildi. 1972 yılında ise Bursaspor'un teknik direktörlüğe getirildi ve tek teknik direktörlük deneyimini bir sezon Bursaspor'da yaşadı. Daha sonra Galatasaray'da yöneticilik, gazetelerde spor yazarlığı yaptı. Kendi hayatını anlatan 'Taçsız Kral' isimli filmde oynadı.
BEBEĞİNİ KAYBETTİ, EVLATLIK ALDI
29 Ocak 1959 tarihinde, İzmir'de Oya Sarı ile evlendi. Aynı yıl içerisinde eski takımı İzmirspor'dan gelen transfer teklifini reddederek İstanbul'daki kulübü Galatasaray'da kalması sebebiyle eşinden ayrıldı. İkinci evliliğini 12 Mayıs 1965'te, İstanbul'da Servet Kardıçalı ile yaşadı.
9 Şubat 1966'da, çitfin Zeynep adını verdikleri bir kız çocuğu dünyaya gelse de doğumundan birkaç saat sonra yaşamını yitirdi. Daha sonraları çift, Rıfat Halil Pala adlı çocuk evlat edindi. Selva Pala ile evli olan Rıfat Halil Pala, dünyaya getirdikleri kız çocuklarına Zeynep adını verdi.