Konuk yazar Selahattin Gezer yazdı...
İlkokul yıllarımda, babamla birlikte akraba ziyareti için gittiğimiz bir köyden diğerine yaya olarak yola koyulmuştuk. Yol uzundu; yorulmuş, terlemiştik. Birkaç tepeyi geride bırakıp yeni bir yamacı aşmak üzereyken, uzaktan yankılanan bir Kur'an tilaveti işittik. Henüz bir çocuk olmama rağmen yüreğim dürülmüş, göğsüme yıldızlar dökülmüştü. Sese doğru hızlandım. Aman Allah'ım, bu nasıl bir sesti? Okunan ayetler ve o büyüleyici seda beni kendine çekmişti. Ömrüme flaş çakan, unutamadığım anlardan biriydi; hâlâ aklıma geldikçe o günkü duyguları aynen yaşarım. Sesin geldiği yere vardığımda babam da arkamdan yetişti. 35-40 yaşlarında bir ağabey, ağaç dibine oturmuş, teypten Kur'an kaseti dinliyordu. Hemen yanına ilişiverdim. Ayet bitince kaseti durdurdu, selamlaştık. Büyük bir heyecanla sordum: "Ağabey, bu okuyan kim?" Benim için kaseti yeniden başlattı. Onlar sohbete dalmışken ben bir kenarda sesini kısarak, o gün ismini öğrendiğim Abdülbasıt Abdüssamed'den Tekvir Suresi'ni tekrar tekrar dinledim.
HAYRAN KALDIM
Erzurum'a dönünce babam hem bir teyp hem de Abdülbasıt Abdüssamed'in o kasetini alıp getirdi. Heyecanım ve Tekvir Suresi ile "dürülmem" daha da artmıştı. O günden sonra, nedensiz bir şekilde gökyüzüne, uzaya ve yıldızlara olan ilgim büyüdü. Kur'an, güzel ağızlardan dökülen o muhteşem Allah vergisi seslerle beni mest eder olmuştu. Zaten Kur'an, i'câzıyla akılları hayran bırakırken, böylesine muhteşem bir sesle birleşince ruhun açlığını da doyuruyordu. Ne diyordu Tekvir Suresi? Sadece birkaç ayeti bile insanı sarsmaya yetiyordu: "Güneşin dürülmesi, yıldızların dökülmesi, dağların yürütülmesi ve denizlerin kaynatılması..." İşte bunun için Abdülbasıt Abdüssamed yana yakıla, adeta çığlık çığlığa okuyordu Tekvir'i. Kıyamet hakikatini bir mıh gibi yüreğimize, tevhid ve nübüvvet inancını ise aklımıza çakıyordu. Allah o çivilerin sağlam tutmasını nasip etsin. O hakikatin tuttuğu insanlar ölümü de, kıyameti de, yeni ve ebedi bir nizamın kurulacağını da şüphesiz bilir; hazırlıklarını ona göre yaparlar.
O gün bugündür Tekvir Suresi'ni Abdülbasıt Abdüssamed gibi bağrı yanık bir sesten her dinleyişim, beni "dürüm dürüm" dürer. Özellikle bugünlerde, surenin barındırdığı manalar kulağımdan ve yüreğimden tutar; beni kâinatın derinliklerinde, feza denizinde dolaştırır.

İMANIN SAADETİ
Bu hayali yolculukta tefekkürümüze kılavuzluk eden Ayetü'l-Kübra Risalesi, bu muhteşem sanat eserinin arkasındaki kudrete karşı "Sübhanallah" dedirtir, imanın lezzetini ve saadetini yaşatır. Eğer biz hakikatler ile dürülmezsek, dünya bizi fani ve geçici uğraşlarla dürüp ebedi hayatımızı mahvedecek. Evet, dünyayı ve fani işleri dürmek lazım. Malayaniyi, faydasız meşgaleleri dürüp bir kenara fırlatmak lazım.
İşte o zaman ölümle dürülüp, ebedi saadetlere çözüleceğiz. Hiç şüphe yok; bu âlem yıkılacak, yeni bir âlem göz kamaştırıcı bir ihtişamla inşa edilecek. Yüksek bir binanın, hassas hesaplarla yerleştirilmiş patlayıcılarla yıkılmasından anlıyoruz ki; onu yıktıranın büyük bir kudreti ve ilmi var. Ve belli ki daha muhteşemini yapacak. Dolayısıyla kâinatın yıkılması, güneşin dürülmesi, yıldızların dökülmesi öyle büyük bir kudret ve "antika" bir faaliyetle gerçekleşecek ki; bu yıkım bile ebedi bir hayatın inşa edileceğine delildir.
"Madem ebedi hayatı yapmayacaktı, o zaman kâinatı niye yıkıyor?" sorusu akla gelebilir; işte bu soru bile başlı başına ebedi âlemin varlığına bir işarettir. Son söz: Kur'an'ı ihlasla ve muhteşem bir sesle okuyanları bulup korumalı, bu manevi ziyafetle insanları doyurmalıyız. Bir çocuğu böylesine etkileyen bir seda, kim bilir nice ölü kalplerin dirilişine vesile olur. Mübarek üç aylarımız, hayırlara vesile olsun. Selamlar...

