Rivayete göre, sahabelerden Ebu'd-Derda, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) yanına gelir ve şöyle sorar "Ey Allah'ın Resulü! Müslüman içki içebilir mi? Hz. Peygamber (sav) "İçebilir (yanılabilir, günaha girmiş olabilir)" der. "Müslüman hırsızlık yapabilir mi?" diye sorar.
Peygamberimiz (s.a.v.); "Yapabilir" der. "Müslüman zina yapabilir mi?" diye sorar. Efendimiz "Evet yapabilir" buyurur. Bunun üzerine adam sorar "Peki, yalan söyler mi?" der. İşte o anda sırtını dayamış olan Allah Resulu Hz. Muhammed (s.a.v.) Peygamber doğrulur ve hiddetle şu cevabı verir; "Müslüman yalan söylemez.
Yalanı ancak iman etmeyen kimse uydurur" Yalan söylemeyi zina kadar, içki kadar, hırsızlık kadar ağır sayıyor peygamberimiz. Zira yalan, "doğruluk üzerine kurulan" Peygamberlik müessesesinin bütün ilkeleriyle çatışır. Onun için "asla" der. Doğruluk mutlaka kazandırır.
Çünkü doğrunun sahibi ve ortağı Allah'tır.
EMEK HIRSIZLARI
Yalan ve sahtekârlık üzerine dünya kuranların geleceği olamaz.
Bazen kazanıyor görünseler de neticede mutlaka hüsrana uğrarlar.
Emek hırsızlığı yapanların, başkalarının alın terini sömürenlerin yıkıldıklarını ve yıkılacaklarını görürsünüz. İşte hadis-i şerifte yalanın hırsızlık veya zinadan daha kötü gösterilmesi, onların genel formatlarına göre değil, hususi karakterlerine göredir. Bunun manası şudur: Gerçek manada iman büyük günahlar ile bir arada olabilir, fakat yalan ile bir arada olmaz. İşte hadiste, yalanın -bizatihi- hırsızlıktan daha büyük olduğunun vurgulanmasından ziyade, onun küfrün temelini teşkil eden karakterine işaret edilmiştir.
Doğruluk imanın ayrılmaz simgesi olduğu gibi, yalan da küfrün temel esasıdır. Kur'an'ın Allah'ın sözü olduğuna iman eden kimse tam doğru bir hakikati yakaladığı gibi, Kur'an'ın Allah'ın sözü olduğunu inkâr eden kimse de hakikatte yalancılığın zirvesine tırmanmış olur.
EN ÖNEMLİ UNVAN
Nitekim saadet asrında yalan, küfrün simgesi haline gelen Müseyleme-i Kezzab'ın en büyük bir nişanesi olduğu gibi, doğruluk da Ebubekr-i Sıddık'ın en büyük unvanı olmuştur. Bu iki simge şahsiyet, doğruluk ile yalanın arasını yer ile gök kadar birbirinden ayrı olduğunu hayatlarıyla ilan etmişlerdi. İşte söz konusu ettiğimiz hadisin manasını bir de Asr-ı saadet penceresinden bakmakta fayda vardır.
BÜYÜK GÜNAHLAR
Yalan ile zina ve hırsızlık gibi diğer büyük günahlar arasında -iman açısından büyüğü küçülten, küçüğü büyüten- şöyle bir fark vardır.
Hırsızlık ve zina gibi günahları işleyenler genellikle kendi heva ve hevesine uyarak, nefsin zevkine mahkûm olarak, hayvani duygularının esiri haline gelerek, kalpteki imanın iletişim hattını geçici olarak servis dışı bırakarak bu günahları işlerler. Bu ise, doğrudan imana zıt bir tutumdan kaynaklanmıyor. Bu açıdan imanla birlikte bu günahlar işlenebilir. Sadece o anda imanın devre dışı kalması söz konusudur.
"Zina eden kimse zina ederken mümin değildir. İçki içen kimse içki içerken mümin değildir..." (Buhari, Mezalim 30; Müslim, İman 100) manasına gelen hadisi şerifte imanın o andaki devre dışı bırakılmış konumuna işaret edilmiştir.
İMANA YAKIŞMIYOR
Halbuki yalan söylemekte, nefsin kuvvetli içgüdüsünü tatmin eden, ona lezzet veren, hayvani hislerine zevk aşılayan bir şey söz konusu değildir. Bu sebeple, imanı olan bir kimsenin yalan söylemesi imanına yakışmayan bir davranıştır.
Hadiste yalanın bu yakışıksız karakterine işaret edilmiştir.
Unutmamak gerekir ki, insanların karakterini şekillendiren ahlaki değerlerdir, bu da doğruluk, güvenirlilik gibi soyut kavramlardır.
"Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim." (bk.
Muvatta, Husnü'l Halk, 8; Müsned, 2/381) manasına gelen hadiste de bu hakikat vurgulanmıştır.