İzmir Müftülüğü Vaizi M. Murat Dinç, zekat vermenin faziletlerini anlatarak şunları söyledi: Aynı gök kubbe altında, aynı havayı teneffüs eden biz âdemoğulları, adeta bir bedenin uzuvları gibiyiz. Nasıl ki beden sağlığından bahsedebilmek için organlar arasında bir koordine ve uyum olması gerekiyorsa, toplumu oluşturan bireyler arasında da benzer bir koordinasyonun varlığı inkar edilmez. Bu bağlamda alemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Efendimizin (sav) şu sözüne kulak vermemiz gerekir: "Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer."
"HANİ BUNUN İLK SAHİBİ"
Kur'an ve Son Nebî (sav) mantığımıza aykırı gibi duran ama çok basit bir bereket kuralını öğretmektedir bize: Sahip olduklarının artmasını istiyorsan, onları biriktirmeye ve saklamaya bakma; aksine azaltmaya, dağıtmaya ve paylaşmaya bak! Çünkü mal, ilim, rızık ve sevgi, almakla değil vermekle artar. Çünkü sadece verebildiklerin gerçekte senindir. Vermediklerini, veremediklerini tüketmişsindir; bir yandan onlar tükenmiştir, bir yandan da onlar seni tüketmektedir. Bereket, sahip olduklarının esaretinden kurtulduğunda ulaştığın gönül huzurudur. İsraftan, hırs ve tamahtan, nimete karşı nankörlükten, sahtekârlıktan ve abartılı bir rızık endişesinden uzaklaştığında berekete yaklaşmışsındır.
"GÖNÜL GÖNÜLE VERELİM"
Tamahkâr, daha fazlasını isteyen, sabırsız birini Efendimiz (sav) "Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala cömert bir gönülle sahip olursa, kendisi için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamahla dolu bir kalple bu malı arzularsa, onun için malın bereketi kaçar" diye uyarmıştır. Bu uyarı asırlar öncesinde kalmış tarihsel bir uyarı değil tabii ki. Özellikle günümüz dünyasında bu uyarıyı daha fazla üzerimize almalıyız. Gönüllerimiz çoraklaştı, maddiyat ve dünyalık arzusu adeta zerrelerimizi işgal etti, tek dünyalı yaşar olduk. Hâlbuki dünya bir pencereydi, bakıp gidecektik. Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi diye soran Yunus'un sözlerine kulaklarımızı kapattık. Parayı cebimize değil gönlümüze koyduk. Neticede bereket gitti, muhabbet bitti, huzur yitti...
Kaybettiğimiz değerlere yeniden kavuşmanın yolu; kendimize gelmekten, özümüze dönmekten geçmektedir. Özümüzü en iyi bilen ise bizi yoktan var edendir. Bu nedenle Yaratanın emir ve yasaklarına uyduğumuz müddetçe iç yolculuğumuzu başarıyla tamamlayabiliriz. Allah'ın ibadetlerimize ihtiyacı yoktur. İbadetler, kendimizi gerçekleştirmemiz için sunulmuş birer fırsattır aslında. Biz namazı kılarız ama namaz bizi insan kılar. Oruçla bedenimizi aç bırakırız ama aslında ruhumuz doyar. Zekat ve sadaka vermek suretiyle zahiren malımız eksilir belki ama bereketimiz artar. Kuran'da namaz kılın ve zekat verin emri bir çok ayette yan yana geçmektedir. Namaz psikolojik açıdan bireyi inşa ederken, zekat sosyolojik açıdan toplumu inşa etmektedir. Sağlam bireylerden oluşan sağlam bir toplum, sağlam tuğlalarla inşa edilmiş sağlam bir binaya benzer. Kolay kolay hiçbir sarsıntı yerinden oynatamaz. Gelin, Ramazan ayının manevi ikliminde; el ele verelim, gönül gönüle verelim, omuz omuza verelim, yardımlaşarak kardeşliğimizi bereketlendirelim.