3 GÜNDE GÜNEYDOĞU / ERKUT ŞAHİN YAZDI
Mardin'de sabah erkenden kalkıyoruz. Aslında buraya gelirken planlarımız arasında yer almamasına rağmen, rotamızı Diyarbakır'a çeviriyoruz. Doğa ilginç tablolar sunuyor bize yol boyunca. Yollar güzel. Zaman zaman yeşil tarlalar görüyoruz, zaman zaman çorak topraklar... Köyler, kasabalar, mezralar derken Diyarbakır'a varıyoruz. Aslında bizim için sadece kısa bir mola Diyarbakır. Kebap kokan sokaklar, kaldırımda yarı fiyata satılan yabancı sigaralar, oradan oraya koşuşturan insanlar... Dedim ya vaktimiz çok sınırlı. sahabe türbelerini geziyor, surlardan geçiyor, çarşıdaki Ulu Cami'de birkaç fotoğraf çektikten sonra meşhur burma kadayıfın tadına bakıyoruz.
MİSAFİRPERVER İNSANLAR
Mardin'de tanıştığımız arkadaşlarımızla vedalaşıyoruz otogarda ve otobüsle düşüyoruz yola. Yaklaşık 3 saatlik yolculuktan sonra Şanlıurfa karşılıyor bizi. Bir gece kalacağız, o nedenle fazla vaktimiz yok. Otele yerleştiğimiz gibi kendimizi atıyoruz sokaklara. Sanki bir Arap filmindeyiz. Her biri tarihi eser olan Urfa Evleri'nden birine giriyoruz. Bu ev günümüzde müze olarak kullanıyor. Urfa'nın yerlilerinden bir beyefendi gezdiriyor bizi. Ondan öğreniyoruz; bereketin sembolü olarak Şanlıurfa'da her evin bahçesinde mutlaka zeytin, portakal, incir ve asma ağacı olmazsa olmazmış. Araç geçmesine için vermeyen dar sokaklarda ilerliyoruz. Dedik ya buram buram tarih kokuyor bu sokaklar. Urfa insanı misafirperverliği ile ünlü. Zamanında Hac'ca gidenler Urfa'da konakladıklarında her aile bir misafir ağırlarmış. Misafirler paylaşılıp konuk alamayanlar ise gözyaşı dökermiş.
RENGARENK POŞULAR İÇİNDE
Çarşı civarındaki sokaklarda dolaşırken yolumuz Gümrük Hanı'na çıkıyor. Rengarenk poşulu insanlar geniş bahçeyi doldurmuş kah domino, kağıt oynuyor, kah koyu bir sohbete dalmış. Masaların arasında boyacı ve simitçi çocuklar dolaşıyor. Önce çaylar geliyor; ardından ünlü Urfa kahvesi Mırra... Ben biraz geleneği biliyorum. Mırra'yı içtikten sonra kahveciye doğru uzatıyorum fincanı, o da yeniden döküyor fincana. Ancak yol arkadaşımız Ali Bey, içtikten sonra fincayı masaya bırakıyor. Yeniden konmasını bekliyor kahvenin. Ancak kahveci fincanı kapıyor ve "Sen hakkını kaybettin" diyerek dönüyor arkasını gidiyor. Sohbet sırasında mihmandarımızdan Urfa'nın tarihini dinliyoruz:
URSU VE RUHUA
"Urfa tarihinin Paleolotik çağa kadar (M.Ö. 500.000 - 8.000) uzandığı tespit olunmuş. Kazılarda neolitik çağ (M.Ö. 7250 - 5500), kalkolitik çağ (M.Ö. 5500 3200) ve ilk tunç çağına ait (M.Ö. 3200 - 1800) çok sayıda değerli eser ele geçirilmiş. Belgelere dayanmayan bazı iddialara göre de Urfa, ilk defa şehirler kuran İdris Peygamber veya Tufan'dan sonra Nuh Peygamber zamanında kurulmuş. Ebul Faraç bu görüşte.
Urfa bölgesi; Sümer, Akat, Hitit, Babil, Kalde, Hurri, Mitanni, Aram, Asur, Med ve Pers hakimiyetlerini görmüş. Hitit vesikalarında geçen Ursu'nun, ve Asur vesikalarında geçen Ruhua'nın bugünkü Urfa olduğu söylenir. Şehir; sırasıyla "Ur", "Kalde Ur'u", "Harran Ur'u", "Orhei", "Orhay", "Vurhai", "Edessa", "Ruha", "Reha" ve "Urfa" adlarını almış, son olarak da Şanlıurfa olmuş.
HAZRETİ İSA'NIN RESMİ
Makedonya Kralı Büyük lskender'in, M.Ö. 332'de Doğu seferi sırasında Urfa'ya hakim olduğu söylenir. Bu devir, M.Ö. 132'de son bulur. M.S. 250 yıllarına kadar devam eden Osroane Krallığı dönemi, Urfa tarihinde Hıristiyanlık açısından büyük önem taşır. O çağın Osroane Kralı Kara Abgar'ın dünyada Hristiyanlığı resmi din olarak kabul eden ilk krallardan olduğu, Hz. lsa ile mektuplaştığı ve Hz. lsa'yı dinini yaymak üzere Urfa'ya davet ettiği rivayet edilir. Bu davet üzerine Hz. lsa yüzünü sildiği mendile çıkan mucizevi resmini ve Urfa'yı kutsadığına dair bir mektubunu Abgar Ukomo'ya gönderir. Bu nedenle Urfa'ya Hıristiyanlarca bugün bile "Kutsal Şehir" denilmektedir.
Hıristiyanlık aleminde kutsal sayılan bu mendilin uzun süre Urfa'yı düşmanlardan koruduğuna inanılmış. M.S. 944 yılında Bizans İmparatorunun doğudaki kuvvetlerinin komutanı Ioannes Kurkuas, Urfa üzerine yürüyerek Hz. İsa'nın bu mucizevi resmini almayı başarmış ve onu büyük bir törenle İstanbul'a götürmüştür.
KURTULUŞ GÜNÜ 11 NİSAN
Hristiyanlığı ilk yıllarında kabul eden Urfa, Müslümanlığı da ilk yıllarında, M.S 639'larda kabul etmiş. Selçuklu Sultanı Alpaslan'ın 1071 yılında şehri kuşatmasına kadar birçok siyasi ve dini hareketlerin olduğu Urfa'da bağımsız bir Haçlı Kontluğu (M.S. 10981144) kurulmuş. 1144 yılında İmadeddin Zengi, 1182'de Selahaddin Eyyübi Urfa'ya hakim olmuş. 1240 ve 1250 yıllarındaki iki Moğol yağmasından sonra 1260 yılında Hülagü Han bölgeyi yakıp yıkmıştır. Urfa 1404 tarihinde Akkoyunluların, 1514 yılında Safevilerin eline geçmiş ve 1517 yılında Osmanlı İmparatorluğuna dahil olmuştur. 24 Mart 1919'da İngiliz, 30 Ekim 1919'da Fransızlar tarafından işgal edilmiş. Fransızlara karşı başlatılan direniş ve savaş, 11 Nisan 1920'de şehir halkının zaferiyle sonuçlanmış."
Ev yapımı acı biber
Çayımızı, mırramızı içtikten sonra Urfa çarşısında ilerlemeyi sürdürüyoruz. Bir yanda mangallardan dumanlar yükseliyor, diğer yandan insanlar baharatçılar, kumaşçılar ve bakırcılarda alıveriş yapıyorlar. Biz de urfa biberi ve çay almak üzere bir baharatçıya gidiyoruz. Satıcı son derece güleryüzlü bir Urfalı. Biber almak istediğimizi söylüyoruz. Meğer Urfa biberinin bile ne kadar çok çeşidi varmış. Ben bir acı düşkünü olarak hepsini tatmak istiyorum. Sonuçta ev yapımı acı ve çok acı iki çeşit biberde karar kılıyoruz. Buralarda fiyatları nasıl pek bilmiyorum ama Urfa'da kilosu 15 TL. Aynı fiyattan çayımızı da ısmarlıyoruz ve yeniden yola koyuluyoruz.
Urfa Kalesi'nin eteklerinde
Bir caminin bahçesinden içeri giriyoruz. Önünde bir su kanalı var. Kanalda birkaç balık görünce anlıyoruz ki artık Balıklı Göl'e çok ama çok yakınız. Derken Balıklı Göl ve çevresindeki rekreasyon alanında buluyoruz kendimizi. Gerçekten eşsiz bir eser Şanlıurfa kalesinin eteklerinde. Vali ve belediye başkanının çabalarıyla tarihi doku hiç bozulmadan modern teknoloji kullanılarak adeta bölge yeniden yaratılmış. Mihmandarımız, bize hem Balıklı Göl'ün tarihini anlatıyor hem de Urfa'ya neden Peygamberler şehri dendiğini; "Şanlıurfa, birçok peygamberi bağrından çıkarmış, birçok peygamberin uğrak yeri olmuş ve bu yüce insanlara ev sahipliği yapmış bir şehirdir. Hz. İbrahim'in doğduğu ve ateşe atıldığı, Hz. Lut, Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Eyyub, Hz. Elyesa, Hz. Şuayb, Hz. Musa'nın bu bölgede yaşaması, Hz. İsa'nın bu şehri kutsaması ve peygamberlerin makamları, bu tarihi şehrin 'Peygamberler Şehri' veya 'Peygamberler Diyarı' adıyla anılmasını sağlamıştır..."
YARIN: BALIKLI GÖLÜN HİKAYESİ
