Dünyaya ekonomisi ve kalkınma modeliyle örnek olan, yaptığı her ürününe "güvenilir" bakılan, Türklerin en fazla yaşadığı ülke olan Almanya yolculuğumuz, can dostum Ünsal Kamalı'nın daveti üzerine gerçekleşti, eşim ve çocuklarımla gitmek öncelikli amacımdı benim... Çünkü, dış ülkeleri, sadece televizyondan ve ders kitaplarından tanıyan çocuklarıma, özellikle Almanya gibi lider bir ülkede hayatın nasıl aktığını göstermekti tüm isteğim...
Kısıtlı bir bütçeyle, dört kişilik bir ailenin Almanya gibi bir ülkeye yolculuk yapması için, planlamayı önceden yapmak gerek... Bu nedenle, daha eylül ayından başladı hazırlığımız; daha ucuza seyahat edebilmek için 5 ay öncesinden Sunexpess'ten aldık biletlerimizi... Bu arada şunu belirtmeliyim, yurt dışına çıkmak artık öyle korkulacak bir olay değil... Bunun için bütçe ayıran, kimi zaman da kültür gezilerine katılmak isteyen herkesin yapabileceği, çok zengin olmayı gerektirmeyen bir yolculuk boyutu bu...
ÇOK KEYİFLİ BİR EV
Yolculuğumuz Adnan Menderes Havalimanı'nda, geç bir saatte başladı; yolcuların çoğu, ellerinde koca koca bagajlarıyla Türk'tü. Başarılı, sağlıklı bir yolculuktan sonra Hannover'e indiğimizde saat sabaha karşı 03.00 civarıydı... Hava nasıl soğuk, yüzümüzü nasıl kesiyor anlatamam. Ünsal karşıladı bizi, pasaport kontrolünden sonra... Bu ülkeye giriş zor bir süreç... Herşeyi didik didik ediyorlar. Öyle herşeyi sokamıyorsun ülkeye, belirli sınırı var bu işin... Hannover Havalimanı çok büyük, insan kaybolur içinde...
Ülkeleri, dünya çapında söz sahibi yapan özellikleri, toplumsal bilince verdikleri değerdir. Yani, burada insanla empati yapan bir yönetimin başarısı söz konusu... Dünya üzerinde bunun pek çok örneği var; Japonya gibi, ABD gibi... İşte büyük bir savaştan yenilgiyle çıkan Almanya da, "tam çöktü" denirken, önce vatandaşıyla işbirliği yapmış, sonra ortak akıl üretmiş, bu çerçevede insanına "Kalkınmayı ancak birlikte yapabiliriz" inancını benimsetmiş ve çok kısa sürede dünyanın lider ülkeleri arasındaki yerini almıştır. Bu kalkınma sürecinde, her ne kadar "Acı Vatan" söylemleriyle yaygınlaşsa da, Türkler'in rolü büyüktür. Almanya'nın pek çok şehrine yerleşen; önce adı işçi sıfatıyla anılan ancak günümüzde patronluğa kadar yükselen Türkler, bugün artık ülkenin liderliğe yükselmesinde pay sahibi... Çocukluğumdan bu yana, bu ülkeye gitmeyi çok istediğim halde bir türlü gerçekleştiremeyen; Avrupa'yı, Fransa, İspanya boyutunda ve Orta Avrupa ülkeleri sınırında bırakan ben bu kez, Denizlili yakın bir dostumun, öğretmen olan lise arkadaşım Ünsal Kamalı ve sevgili eşi Figen'in, ısrarlı davetine ancak bu yıl karşılık verebildim, Almanya'ya gittim. O da artık yarı sitemkar, "Bak artık biz Türkiye'ye dönüyoruz. Bu yıl geldin geldin, bir daha bu imkanı bulamazsın" güdülemesiyle... 5 yıldır Almanya'nın Aşağı Saksonya Eyaleti, Ems Nehri yakınlarında Papenburg kentinde Türkçe öğretmeni olarak görev yapan Ünsal Kamalı ve eşi, Şubat tatilinde bizlere eşsiz bir ev sahipliği yaptı. Eşim ve çocuklarımla, Almanya'nın Kuzey'ine, Aşağı Saksonya eyaletine yaptığımız yolculuk, bana çok şey öğretti; en çok da toplumsal bilinci benimsemiş bir ülkede yaşamayı... Bugünden başlayarak, sizlere Papenburg, Leer, Hannover, Bremen, Hamburg ve Hollanda'nın Gröningen kentinden izlenimlerimi aktaracağım. Artıları ve eksileriyle bir Kuzey Almanya portresi bu...Başlarken
GÜRÜLTÜDEN ESER YOK
Bu yüzden Ünsal'ın gelişine duacıyız. Onun aracıyla yaklaşık 3 saat süren bir yolculuktan sonra vardık sabaha karşı Papenburg'a... Yaşlı bir Alman çiftin evini kiralamış arkadaşım... Çok sıcak, çok keyifli, sade, gösterişten uzak bir havası evin... En çok da köşede olmasını sevdim bu mekanın... Küçük bir oturma grubu yapmış dostlarım orada... Kaldığım bir hafta boyunca, hep oradan izledim kenti... Çok hoştu.
Arkadaşımın evi, kentin göbeğinde olduğu için, araç gürültüsüyle uyanacağımı düşünmüştüm sabah sabah... Tam aksi oldu, oldukça sessizdi ortalık, sanki bir köy evindeydim. Gürültü olacağına inancım, evin dört yol ağzına bakmasıydı. Oysa, sanki otomobillerin kornası yoktu. Hiçbiri basmıyordu kornaya, çünkü herkes bunun bir başkasını rahatsız edeceğini biliyordu, zorunlu olmadıkça kaldığım süre boyunca hiç korna sesi duymadım desem abartmış olmam... Bir kurallar bütünüydü Papenburg'da yaşam... Herkes ne yapacağını biliyordu. Kimse kuralları ihlal etmiyor, bırakın ihlal etmek düşünmüyordu bile... Çünkü öyle eğitim almış, buna inanmıştı. Kurallara uymamak, insana saygısızlıkla eşdeğerdi. Herkes, yaşadığı kenti de düşünerek kurallarından ödün vermiyordu. Örneğin her araç kırmızı ışıkta 'kesintisiz' duruyor, karşıda araç olmasa da yeşil yanmadan hareket etmiyor, yayalara haksızlık etmiyordu. İnanın, yaya geçidi olsun olmasın, bir yaya, yanlışlıkla caddeye inse bile, araçlar hemen duruyordu. Bizde olsa, üstüne üstüne sürerler, düşünün. İnsana değer, daha trafikte kendini gösteriyordu. Bu yüzden insanlar büyük bir şehirde yaşadığı için tedirgin değildi. Toplumsal bilincin güzel bir örneği...
Papenburg, aklımda, sakin, huzurlu, güleç insanların şehri olarak kaldı. İnsanlar orada gece, gündüz,sabah, akşam, ne zaman,nerde birbirleriyle karşılaşsalar birbirlerine "MOİN" diyorlar. "MOİN" Kuzey Almanya'ya özgü bir selamlaşma şekli. hiç yabancılık çekmedim orada, yaklaşık 700 Türk'ün yaşadığı kentte, insanlar Türklere alışkındı. Camisi, ibadet yeri, dükkanları vardı Türklerin... Gördüğüm, tanıdığımca klasik vatan hasreti dışında, hiçbir şikayet duymadım Türklerden... Oraya alışmışlar, kendi geleneklerini unutmasalar da, Almanya'da yaşamayı özümsemişlerdi. Özellikle Türk ve Kürt çocukları artık kendilerini Alman hissediyordu. Papenburg'da tüm orta dereceli okullarda Türkçe öğretmenliği yapan arkadaşım Ünsal Kamalı, 5 yıldır işte bu sıkıntıyı yaşamış... Derdini de kimselere anlatamamış... Çünkü çocuklara Türkçe öğretmenliği yapsa da, bir yaptırım gücü yok Ünsal'ın... Rehber öğretmen gibi gidip geliyor. Okul bittikten sonra dersler isteğe bağlı olarak veriliyor. Not veremiyor, eyalet eğitim bakanlığı bunu kabul etmiyor. Değerlendirme gücünün olmayışı çok büyük eksik...Böyle olunca da öğrenciler derse tam anlamıyla katılamıyorlar. Bunu ben de gözlemledim, saygı görüyor, hatta "Türk öğretmen" diye çağırılıyor ama Türk çocuklarının kendi dillerini unutmaması ve ülkeye adaptasyon süreçlerine büyük katkıda bulunması gereken bir öğretmenin, diğer öğretmen arkadaşları gibi not verememesi, en büyük eksiklik diye düşündüm. Onca Türk'ün yaşadığı, parlamentosunda görev aldığı bir şehirde, hiçbir ağırlığı yoktu bir Türk öğretmenin... Almanya'nın diğer eyaletlerinde görev yapan Türk öğretmenler, Ünsal gibi değildi; bir yaptırım gücü vardı ama Papenburg'da durum farklı gördüğümce... Bence bu durum yeniden gözden geçirilmeli...
KANALLAR ŞEHRİ
Papenburg'u gezmeye çıktığımız ilk gün, hava aşırı soğuktu, sanırım eksi 8 dereceydi. Ama karın habercisiydi hava... İki gün içinde yağacaktı, bekliyorduk. Ne kadar çok gezersek avantaj diye düşündük. Geniş caddeleri olan bir şehir Papenburg... Yolun ortasından bir kanal geçiyor, dahası bu kanal, tüm kenti kaplıyor. Sözün özü, kanallarla çevrili bir şehir burası... Eski yelkenlilerin süs olarak sergilendiği kanallar şehrinde keyifli bir hayat var. Eski kiliseler, heybetli ve bakımlı... Mezarlığı sanki renk cümbüşü... Bakımlı, temiz, açıkhava müzesi gibi... Dükkanlar temiz, ferah. Türklerin işlettiği mağazalar da var, lokantalar da... Rastladığınız her yedi kişiden biri Türk burada...
Evleri, çok özel bu şehrin... Kargacık, burgacık, yüksek ya da alçak değil... Hepsi de bir ölçüde, kurallı inşa edilmiş... Herbiri çok amaçlı... Her evin geniş bir bahçesi, kapalı otoparkı, ambarı var. Bu yüzden evin önünde caddeye park edilmiş araç yok burada... Evler, genellikle üç katlı ve villa tarzında... Bu yüzden evlerde rahat bir yaşam tarzı var. Burada arsa ucuz ve alt yapısı hazır satılıyor. Yani doğalgazı, elektriği, suyu, telefonu hazır. Bu yüzden hiçbir yeri kazmıyor, kazdırmıyorsun. Herşey hazır. Sadece işçilik pahalı burada, evlerin inşaatı sırasında, en büyük masraf işçiliğe gidiyor. Bu yüzden evler çok pahalı, ama arsadan değil aylar süren işçilikten...
YARIN: LÜKS GEMİLERİN DOĞUŞ YERİ
