Anadolu'nun her köşesinde, çeşitli uygarlıklara ait kalıntılarla iç içe yaşıyoruz. Bazıları evlere temel taşı olmuş, bazılarından kale surları yapılmış. Büyük bir bölümü ise halen toprak altından çıkarılmayı bekliyor Sabır ve ustalıkla yontulan taşlar, muhteşem yapılara dönüştürülmüş. Aynı topraklarda yaşamış halklar da kendilerine evler, çeşmeler, hamamlar yapmışlar. Her birinde ne hayatlar yaşanmış, ne hikayeler gizlidir kimbilir
SELAMİ KALAY
GÜLLÜBAHÇE (GELEBEÇ)
Aydın'a bağlı Söke ilçesinden Didim-Milas-Bodrum yoluna çıkıyorum. İki kilometre sonra sağa ayrılan, Priene-Doğanbey yolunu takip ederek Güllübahçe'ye ulaşıyorum. Bu bölge Dilek yarımadası ve Samsun dağlarının güney yamaçları. İki bin yıl önce Latmos körfezi iken alüvyonların doldurmasıyla oluşmuş Büyük Menderes deltası sol tarafımda uzanıyor. Köyün hemen üzerindeki yamaçta eski taş evler ve büyük bir kilise bulunuyor.
"İYİ BAKMAMIŞIZ"
Emekli olduktan sonra buraya yerleşen Coşkun Uyanık anlatıyor; "Söke'nin Avşar köyündenim. Burası Güllübahçe, eski ismi Gelebeç. Rumlardan kalma. Aziz Nikolas Kilisesi'nin arkası dahil burada beş bin kişi yaşıyormuş. Mübadelede buradaki Rumları göndermişler. Sonra muhacirler Boşnak, Arnavut diyorlar, Makedonya, Selanik ve Yugoslavya'dan göçmenler gelmiş buraya. Tabii o zaman geldiklerinde çok güzelmiş yukarıdaki evler. Cumbasından tut verandasına kadar çok hoş evler varmış. 1955 yılındaki Milet depreminde buralar bayağı hasar görmüş. Sonra hükümet demiş ki; size aşağıdan ev yapayım burayı terk edin, boşaltın. Aşağıdan ev isteyen almış göçmüş, bazıları da benim evim sağlam deyip kalmış. Biz iyi bakmamışız, ne kiliseye ne de buradaki evlere. Bütün ahşaplarını söküp götürmüşler, aşağıdaki evlerine dam yapmışlar. Kiremitleri taşımışlar... Kiliseyi her gün kazıyorlar. Jandarmaya Kültür Bakanlığı'na kadar ulaştım restorasyon yapın diye, kimse ilgilenmiyor. Kilisenin olduğu bu yerin adını bile bilmiyorlar. Gelebeç Aziz Nikolas Kilisesi diyorum, orası neresi diye soruyorlar. Mimar Sinan mı Marmara Üniversitesi'nden mi bir öğrenci geldi rölövesini çıkardı, onu da tez olarak çıkarmış o kadar. Yani bir çalışma yok. Turistler geliyor. Yunanlılar da geliyor, torunları da. Yirmi beş yıl kadar önce, buradan gidenler de gelmiş, ağlamışlar evlerini görünce..."
"GEÇİNİP GİDİYORUZ"
Sohbetimiz sırasında, keçilerini dağa bırakmış dönen Hilmiye Barlak geliyor yanımıza. Güllübahçe'ye geliş öyküsünü anlatıyor; "Kızlık soyadım Yılmaz. Çocukluğum Yugoslavya'dan gelme. Önce Selanik'e geldik. Oradan trene binip İstanbul'a geldik. İstanbul'da muhacirhane derler, hani fakirleri beslerler, orada 15 gün durduk. 1947 doğumluyum. Buraya geldiğimizde 6-7 yaşlarında bir şeydim. 1955'de geldik. İstanbul'dan sonra, kimin akrabası varsa semt semt dağıldık. Biz Söke'de Yenidoğan köyüne geldik. Evvelce Muhacir köyü derlerdi. Belediyesi bile var. Ben buraya evlendim geldim. İşte sahibim Boşnak Ramiz Barlak. Çocuklarımız var bir oğlum, iki kızım hepsi evli. Şimdi ben yukarıdan malın başından gelirim. İki yüz kadar kır keçimiz var. Ben gelmezden evvel Rum evleri varmış. Sen ben muhacir geldin, biraz tımarladın oturdun. Sonra devlet, o tarafta deprem olacak diye aşağı ev yaptılar, aşağı göçürdüler. İşte böyle geçinip gidiyoruz."
PRİENE ANTİK KENTİ
Güllübahçe'den bir kaç kilometre sonra, Turunç mahallesindeki Priene antik kentine ulaşılıyor. Hediyelik eşya satan dükkanların yanındaki şelaleye nazır kahvehanede bir çay molasından sonra kentin doğu kapısından giriş yapıyorum. 12 İyon kentinden birisi olan Priene, MÖ. 4. yy'da Milet'li Hippodamos tarafından planlanarak yeniden inşa edilmiş. 6 ana ve 15 tali yol ile 8 bölüme ayrılan kentte bütün kavşaklar birbirine eşit uzaklıkta. Her bölümde sekiz ev bulunuyormuş. Temiz su ve kanalizasyon sistemleri gezerken görülebiliyor. Athena tapınağı, dünyanın yedi harikasından birisi sayılan Mausoleum'un mimarı Pytheos tarafından yapılmış. Antik çağda bilim ve sanata yön veren ünlülerden Bias'ın çocukluğu burada geçmiş. Zeus Olimpos tapınağı, Agora, Roma tipi Gymnasium, sahne kenarındaki taş koltuklarıyla tiyatro, Stadyum ve evleri ile döneminin zengin ve önemli bir liman kentiymiş. Tapınak sütunları özellikle etkileyici. İyon kentlerinin dini ve siyasi birliği
"Panionion" Priene sınırları içerisinde ve burada yapılan törenleri Priene'liler yönetiyormuş. 13.yy'dan sonra, etrafının bataklık hale gelmesiyle kent tamamen terk edilmiş.
Şimdiki Güllübahçe'nin olduğu yerde "Samson" isimli bir kentin varlığı biliniyormuş ve daha sonraki isminin Gelebeç olduğunu belirtmiştim. Muhtemelen dağ yamaçlarındaki bu kentlere doğru bir göç olmuş.
DOĞANBEY KÖYÜ (DOMATİA)
Priene antik kentinden 10 km. sonra Atburgaz ve Tuzburgaz köylerinden geçerek Doğanbey köyüne ulaşılıyor. Eski adı Domatia. Burada da 1924 mübadelesine kadar Rumlar yaşamış. Tarihi MÖ. 7.yy'a kadar uzanıyor. Mübadeleden sonra köye yerleştirilen Balkan göçmenleri, tarım arazilerine uzak, sokakların dar ve dik oluşu ile çok rüzgar alması gibi nedenlerle 1985 yılında,daha aşağıya, yol kenarına yerleşerek Yeni Doğanbey köyünü kurmuşlar. Dilek Yarımadası Milli Parkı sınırları içerisindeki köyün hemen üzerinde bulunan şelale(Şorlak) ve içerisinden geçen dere, eski köyün doğal güzelliğine renk katıyor. 1890 yılında hastane olarak yapılan girişteki taş bina, restore edilerek Milli Park Müzesi'ne dönüştürülmüş. Köydeki eski taş evler meraklıları tarafından aslına uygun olarak restore edilmiş ve yaşanabilir, tarihi bir yerleşim meydana getirilmiş. Bu gelişmeler karşısında, aşağı göçen köylülerden bazıları da pişmanlıklarını dile getirmeden edemiyorlar. Doğanbey'in yedi kilometre ilerisindeki eski gümrük binalarının bulunduğu KARİNE bölgesinde balıkçı lokantaları mevcut. Birçok kuş türünün yaşam alanı olan gölde günbatımını izlemek ise ayrı bir keyif.
