SIRMA GÜVEN
Burcu Atlas anne tarafı Uşaklı, babası Arnavut ama o artık İzmirli. Ünlü bir restoranda süpervizör, yani her şeye koşturan, garson yoksa garson, barmen yoksa barmen olan, tüm müşterileri izleyen, varsa eksik gideren kişi. Aynı zamanda bir yazar. Farklı bir tarzı var. Çalıştığı yere gelen müşterileri gözlemleyerek romanına karakterler yaratıyor. Agatha Christie hayranı, Ahmet Ümit'in de aşığı. Bir önceki kitabının çevirisi yapılmış, hatta İngiltere'de on dört bin satmış. Şimdilerde yeni kitabını çıkarmaya hazırlanıyor, ilginç bir kitap olmuş, eğlenceli bir cinayet romanı. Rüyasında üflediğini gördüğü neyin peşinden sürüklenip baş neyzen olan bir süpervizörün cinayet romanları yazması gerçekten ilgi çekici; umarım siz de okurken keyif alırsınız.
-Yemekli cinayet romanı ne demek?
Cinayetleri işleyen baş aşçı ama kimse anlamıyor çünkü öldürmek için en kolay yol olan zehirlemeyi seçiyor. Yemeklerde kullandığı otlarla insanları zehirliyor. Baharatlar konusunda uzman biri ama her olaya kaza süsü veriyor. Olay Mevlevihane'de geçiyor. Vardır ya öyle içi kötü insanlar. "Bu dünya bana kalacak" diye düşünenler; işte onlardan birinin hikayesi. İçinde sadece cinayet yok, aşk da var. Hatta yemek tarifleri bile var. -Cinayetleri kurgularken gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinden etkilendiğin oluyor mu?
Yazarken kendi kendine oluşuyor diyebiliriz. Az uyuyan bir insanım. yani günde üç, dört saat uyurum. Genelde hep hareketliyim. Hala açık öğretim üniversitesinde edebiyat okuyorum. Beni etkileyen tek şey yabancılaştırma etkisinin güzel kullanımı. Yani kitap ya da filmlerin sonunda bazen beklemediğiniz bir olay olur ya onlardan çok etkilenirim.
iLHAM VEREN MÜŞTERİ -Kitaplarının sonu da öyle mi?
Evet, yabanlaştırma var. Dolayısıyla çok daha zevkli bitiyor. Aslında kitaplarım kendi hayat hikayem gibi duruyor ama tam olarak öyle de değil.
-Senin hayat hikayen nasıl peki?
Ailem ekonometri okumamı istedi. Onlara karşı çıktım. Edebiyat okumak için üçüncü sınıftayken Dokuz Eylül Üniversitesi'ndeki bölümümden ayrıldım. Sonra babamın rahatsızlığı sebebiyle hemen çalışma hayatına atılmak zorunda kaldım. Uşak'ta ailemin tavuk çiftliğinin başına geçtim. Daha sonra hayatım Türkiye'nin çeşitli şehirlerini gezerek ve çalışarak geçti. En son olarak İzmir'e yerleştim. Ara sıra kafamı dinlendirmek için Uşak'a kaçarım. Orada daha yaratıcı olabiliyorum, uyarıcı çok az, sade bir hayat var.
-Çocukken nasıldın?
Ben çok haşarı bir çocuktum. Hiç ele avuca sığmazdım. Küçük hikayeler yazıp bütün çocukları etrafıma toplardım. Korkunç hikayeler anlatmaya bayılırdım.
-Peki sana korku hikayeleri anlatanlar var mıydı? Onlardan duyduklarını mı aktarıyordun?
Hayır, tamamen uydururdum ama çok kitap okuyor olmamın da etkisi olmuştur mutlaka. Dokuz yaşındayken o zamanın meşhur ansiklopedisi Ana Britanica'yı bitirmiştim.
-Ben de kitap yazabilirim düşüncesi nasıl oluştu kafanda?
Aslında beni bu işi yapmaya zorlayan çalıştığım restorana a gelen bir müşteridir. Sırtıma bir dokundu hayatımın akışı değişti.
-Nasıl yani?
Birden bir ışık görünür ya, onun gibi bir şey. İnsanları başka bir açıdan görmeye başladım.
-Ters bir müşteri miydi?
Evet, aslında ilk bakışta acayip tersti, ama sırtımı sıvazlayıp benden bir şeyler istemesi bana çok farklı şeyler düşündürttü. Ve her şey bir anda değişti. Hiç durmadan yazmaya başladım.
-Bu konuyu biraz daha açar mısın? Ne demek sırtımı sıvazladı ve hayatım değişti?
Pasta standının önünde bir sürü şey gösteriyorum ama hiçbir şeyi beğenmiyor. Burun kıvırıyor. Sonra kendi haline bıraktım onu. Başka masalarla ilgilenmeye başladım. Servis yaptığım masadakiler sinir olduğumu fark etmiş. "Sinir etti seni değil mi?" diye sordular. "evet" dedim. Meğerse o masadakiler de onun arkadaşlarıymış. Pasta standının önüne geri geldim. "En iyisi sen bana vanilyalı bir cheese cake ver" dedi. İşte o sırada sırtıma dokunması, hiç beklemediğim bir tepkiydi. Aslında ben ona kötü bir şey yaptım, hatta oflayarak gittim. O tam tersi sırtımı sıvazlayarak bana geri döndü.
-Onda ne gördün?
Bilmem aslında olumlu bir elektrik belki de büyük bir enerji diyebiliriz. Kendime güven geldi.
-Sonuç olarak seni cinayet romanı yazmaya mı yönlendirdi?
Gerçekten öyle oldu. Cidden çok sinir olmuştum. Büyük sevgiler kavgayla başlar derler ya benim için de öyle oldu. Her kitabımın başında kendisine teşekkür ederim. O da sağ olsun imza günlerimi asla kaçırmaz. Ben de ne kadar zor durumda olursam olayım, yine de bir şey isterse hiç düşünmeden koşarım yardımına.
-Restoranda hala çalışıyorsun bildiğim kadarıyla. Tam olarak ne iş yapıyorsun?
Süpervizörüm ben.
-Yani?
Yani her şeye koşturan kişiyim. Garson yoksa garsonun yerini dolduran, barmen yoksa barmen olan, olaya hakim tüm müşterileri izleyen, eksik gideren, yemeklerin sunuş şekillerini bilen kişiyim.
NEYZEN OLDU -Kitaptan istediğin parayı kazanamadığın için mi bu işi yapıyorsun?
Evet, para kazanmak için bu işi yapıyorum ama insanların içinde kalma fikri de çok güzel.
-Bu kitabı yazmak ne kadar zamanını aldı?
Bir buçuk sene diyebiliriz. Tabii aynı zamanda çalışmaya devam ettiğim için bu kadar uzun sürdü. Tam konsantreyle daha az sürebilirdi. Bazı şeyleri araştırmak da gerekiyor. Örneğin bu kitabım için ot çeşitlerini araştırmam gerekti. Gerçekçi olmazsan hikayeni kimseye yutturamazsın.
-Baş karakter aşçı nasıl biri?
Ele geçirmek istediği bir köşk var. Sultanlığın keyfini o sürmek istiyor. İnsanların başını yiyip onları hayattan bezdiren insanlara gönderme aslında. Karakterlerin hemen hemen hepsi gerçek karakterler.
-Neden otla zehirleme?
Kamuflesi kolay, şüphe uyandırmıyor.
-Otlarla ilgili bu kadar geniş bilgiye nasıl ulaştın?
Aktarda üç ay kadar çalıştım. Çok değişik bilgiler edindim. Yasaklanması gereken otlar olduğunu bile düşünüyorum çünkü kontrolsüz güç güç değildir. Çok kötü sonuçlar doğurabilir.
-Neyzenlik?
Rüyamda bir gün yüzünü görmediğim biri bana bir ney getirdi. Ben onun ney olduğunu bilmiyorum, üflüyorum ve çok güzel bir ses çıkıyor. Uyandığımda bile kulaklarında o ses vardı. Bir gün Kemeraltı'nda gezerken bir ney sesi duydum ve rüyalarımdaki ses olduğunu anlayıp dükkana girdim. "O aleti çalmak istiyorum" dedim. Dükkan sahibi beni tersledi: "bir kere o çalınmaz üflenir" dedi. "Tamam" dedim "o zaman üflemek istiyorum". "Nasıl karar verdin sokaktan geçerken mi karar verdin buna" dedi. Dedim "hayır, rüyamda gördüm" dedim. "Zaten üfleyecek insanı kendisi seçer" dedi. Ve ben o dükkan sahibinden ders almaya başladım. Daha sonra kendimi Konya'da buldum. Hatta Şeb-i Aruz'a baş neyzen olarak katıldım.
-O kadar ilerledin yani?
On üç sene oldu, artık ders bile veriyorum. İki tane öğrencim var. Aslında çok zor iş, sadece ses çıkartabilmek bile iki gününüzü alır. Nefesin Allah'tan geldiğini ve nefesin değerini bilmekle başlar dersler. Uzun bir eğitim süreci vardır. Mum koyarlardı hava dışarıya çıkıyor mu çıkmıyor mu görmek için.
-Öğrenmek ne kadar zamanını aldı?
Aslında hala öğreniyorum, öğrencilerime öğretirken bile öğreniyorum ama rahat üç sene mi aldı diyebilirim.
Şeb-i Aruz'da olmak nasıldı. Konserde herhangi bir enstrüman çalar gibi mi yoksa tamamen farklı bir haz mı?
Dünya ile ilgisi yok bambaşka bir alemdesiniz. Dünyadan soyutlanmışsınız gibi.
Herkes böyle hissetmiyordur herhalde?
Yaşamak ve bunu yaşatabilmek önemli. İş olarak asla görmedim bunu.
"Nazım Hikmet okumadan şiir kitabı çıkarmaya kalkanlar var!" -Ben de yazarım diyen herkes bu işe denemeli mi sence? Bu iş ne kadar zor?
Herkesin kitabı basılacak diye bir şey yok ama kendine güvenen herkes şansını denemeli. Üç iyi kitap bitiren biri rahatlıkla bir kitap yazabilir bence. Bin beş yüz kelimen olsun yine yazarsın; önemli olan içerik, kurgu ve karakterlerdir. Yazdıklarını bir editöre mutlaka götürsünler. "Parayı bastırdım çıkardım kitabımı" demekle olmaz. Ortaya çıkan işin arkasında duracak insanlar da gerek. Nazım Hikmet okumadan şiir kitabı çıkarmaya kalkanlar var ama tabi editörler bunu yemez, ham karpuz yenir mi?
