ÖZNUR KARAKURT
Haydi gelin bugün sizi bir balıkçı kasabasına götüreyim. Hani zaman zaman hepimizin herkesten, hatta kendimizden bile kaçmak istediğimiz anlar olur... İşte öyle bir zamanda biz de kendimizi Gölyazı'da bulduk... Gölyazı'ya girdiğimiz andan itibaren hem bir fotoğrafçı hem de bir gezgin olduğumuz için doğru adreste olduğumuzu anladık.. Fotoğrafçıların ve gezginlerin vazgeçemedikleri uğrak noktası durumunda olan bu kasaba, Nilüfer ilçesi sınırları içinde, doğa ile tarihin bir arada yaşadığı bir eşsiz güzellik de Uluabat gölü kıyısında. Gölyazı'ya ulaşım için İzmir tarafından Bursa istikametine gidenlerin gölü gördükten 25- 30 km sonra tabelaları takip ederek sağa girmeleri gerekiyor.
Geçmişi antik çağa kadar uzanan Gölyazı, hafta sonları günübirlik gezi yapmak isteyenler ve fotoğrafçılar için mutlaka görülmesi gereken beldelerden biridir. İlkbaharda yükselen sular nedeniyle yarı bellerine kadar su içinde kalan ağaçlar, yine bu sularda sevgi dolu bir melodi gibi süzülen ördekler, Arnavut kaldırımlı dar sokaklar; antik çağda Apolyont olarak bilinen bu köyün güzelliklerinden yalnızca birkaçıdır. Cenevizler'den Roma'ya, Bizans'tan Osmanlı'ya kadar tarihi geçmişi yaşayan, Uluabat Gölü'nün kuzeyindeki yarım adada kurulan köy meydanındaki asırlık "Ağlayan Çınar" ağacı, Aya Konstantin Kilisesi, antik tiyatro, antik kent kalesinin ayakta kalan surları, Apollan Tapınağı ve kilisesi görülmesi gereken yerlerdir.
Gölyazı, tarihi adı Apolyont olan Uluabat gölü ile kucaklaşan bir yarımada. Eskiden gölün suları yağışlarla yükselince köyün kurulu olduğu alan adaya dönüşürmüş ama şimdilerde bir yandan yağışların azlığı, öte yandan da köprü bu dönüşümü bunu olanaksız kılıyor.
200 yaşındaki Rum evleri, koruma altındaki kuşlar, 733 yıllık anıt ağaç "Ağlayan Çınar" Gölyazı'yı görülesi kılan özelliklerden sadece birkaçı. Tarihe tanık olan görkemli yaşlı çınar ağacının altında kahvenizi yudumlarken ağacının hikayesini dinleyip ister istemez ağaçtaki gözyaşlarını arar kendi iç gözyaşlarınıza yolculuk edebilirsiniz... Gelelim ağacın efsanesine..
HÜZÜNLÜ BİR AŞK
Anlatılan odur ki; şimdiki adı Gölyazı olan Apolyont şehrinde, Osmanlı döneminde Rumlar ve Türkler birlikte yaşarmış. Bizim delikanlı Mehmet güzeller güzeli Rum kızı Eleni'ye sevdalanmış. Çocukluktan beri süregelen bu aşk, Kurtuluş Savaşı yıllarında Rum köylerinin boşaltılmasıyla birlikte bir kabusa dönüşmüş. Mübadele ile Apolyont'ta bulunan Rumlar ile Selanik'te bulunan Türkler yer değiştirmiş. Apolyont'tan topyekün yola çıkan Rumlar içerisinde Mehmet'in sevgilisi Eleni ve ailesi de varmış. Bunu öğrenen Mehmet, kalabalığın içerisinde sevdiği kızı Eleni'yi aramaya başlamış. Tam onu gördüğü sırada Eleni'nin büyük ağabeyi Yorgi Mehmet'in yolunu kesip geri dönmesini ve Eleni'yi unutmasını söylemiş. "Bizler artık kardeş komşular değil, düşman iki milletiz. Bu iş asla olmaz!" demiş. Mehmet sevdasından asla vazgeçmeyeceğini gerekirse bu uğurda canını bile vereceğini söylemiş. Bunun üzerine sinirlenen Yorgi, hançerini çekip defalarca Mehmet'e saplamış. Aldığı yaralarla acılar içerisinde kıvranan Mehmet, son bir gayretle Eleni'yle gizli gizli buluştuğu ulu çınarın oyuğuna kadar gelmiş. Vücudundan akan kanlarla çınarın oyuğuna şunları yazmış: "Canım sevdiğim, sonsuza dek seni burada bekleyeceğim." Konvoy ilerlerken Eleni'nin sırdaşı, can dostu Penelopi, Yorgi ile Mehmet arasında geçen tartışmayı görmüş koşarak can dostunun yanına giderek bütün olan biteni anlatmış. Olanları öğrenen Eleni, bir fırsatını bulup konvoydan ayrılarak doğruca sevdiğine koşmuş. Ancak çınarın oyuğuna geldiğinde her zaman en mutlu anlarını geçirdiği bu ulu çınar onun kabusu olmuş. Biricik sevdiği kanlar içerisinde oracıkta boylu boyuna yatıyormuş. Sevdiğinin başını kollarına almış, son kez gözlerine bakmış, hıçkırıklar içerisinde ağlayarak, "Merak etme bir tanem, az sonra kavuşacağız ve sonsuza dek bu çınarın oyuğu olacak yuvamız, bu çınar var oldukça sonsuza dek yaşayacak sevdamız..." demiş.
KANLI GÖZYAŞLARI
Daha sonra belinden çözdüğü kuşağının bir ucunu çınarın bir dalına, diğer ucunu da boynuna geçirerek oracıkta canına kıymış. Efsane odur ki; ulu çınar, bu hazin öykünün ardından, kanlı gözyaşları dökmeye başlamış.. Bu acıklı efsaneyi dinledikten sonra gölün etrafında yürüyüşe çıktığınızda kendinizi Gölyazı'nın dinginliğine bırakır huzurun iliklerinize kadar işlediğinizi hissedersiniz.. Huzurunuzdan sizi silkeleyecek tek şey ise balıkçıların tekne sesleri yada bir kuşun aniden havalanması olabilir. Ya da aniden karşınıza çıkan bir su yılanı sizi şaşırtır ve heyecanladırabilir..
Gölyazı, Bursa- İzmir karayolunda Uluabat gölü (Apollont gölü) kıyısında küçük bir yarımadada kurulmuştur. Tarihi, Roma dönemine kadar gider. Roma döneminden kalan izleri, evlerin temel taşlarında görmek mümkündür. Tarihi ve coğrafi orijinal özellikler taşır. Apollon Krallığı'nın merkezi olarak bilinir. Köyün başlıca geçim kaynağı günümüzde balıkçılık ve zeytinciliktir. Ayrıca her sene düzenlenen Leylek Şenliği vardır.
FİLM ÇEKMEK İÇİN İLHAM VERİYOR
Uluabat Gölü'nün kuzeyinde 2 yarımada, içinde 7 ada vardır; köy, gölün ortasındaki adaya köprü ile bağlanmıştır. Coğrafi özelliğinden ve tarihsel yaşantının izlerinden dolayı Gölyazın da bırak fotoğraf çekmeyi içine öylesine bir istek giriyor ki..kafanda oluşan senaryoların filmini çekmek istiyorsun..Senin için artık Gölyazı nın her bir yeri film seti haline geliyor..
Kurtuluş Savaşı'na kadar Rumlar'ın yaşadığı köyde günümüzde Selanik'ten mübadele yolu ile gelmiş Türkler yaşamaktadır. Halk, tarım ve balıkçılık ile uğraşır. Kadınlı erkekli balıkçılık yaparlar. Kadınlarda bu anlamda erkeklerine inanılmaz destektir, köy kadınları da teknelerle gölde balık avına çıkmaktadır.
21 ÇEŞİT BALIK VE KEREVİT YETİŞİR
Organik madde bakımından zengin olan gölde 21 balık türü ve kerevit yetişmektedir. Bir tür tatlı su istakozu olan kerevit ihraç edilmektedir. Konaklama imkının bulunmadığı köyde, lokantalarda turna, yayın ve sazan gibi balıklar geleneksel usullerle pişirilmektedir. Köye girişte sol yanda kalan tepenin arkasında antik bir kent vardır. Bölge, tamamen SİT alanıdır. Köy meydanında cami, kahve ve bir anıt çınar (ağlayan çınar) yer alır. Meydanda sazan ve turna balıkları mezat yoluyla satılır. Aynı zamanda tatillerde köyün meydanına organik mini bir pazar kurulur sacda gözleme satılır. Göl kenarında küçük balık lokantaları bulunur. Gölyazı Köy Ekmeği fırınından nefis ekmek kokuları bütün adaya yayılır.
Sokaklar bile değişmemiş
Gölyazı'daki sokaklar ve yapılar Roma, Doğu Roma, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemini yansıtıyor. Tarihi kentlerde yerleşim birimlerinin her katmanında başka medeniyetlerin izi görülebilir. Ancak Gölyazı'da durum böyle değil. Tarih boyunca Gölyazı'da hakim olan bütün medeniyetler aynı yerleşim birimini, aynı sokakları kullanmış. Gölyazı'da sokak yapıları bile değişmemiş. İnsanlar Gölyazı'nın sokakları üzerinde 2 bin 500 yıldır kesintisiz yaşam sürdürüyorlar. Tarih içinde gezintiye çıkmanın keyfiyle Arnavut kaldırımlarında gezerken organik salça yapan köyün kadınları ile karşılaşır yada ders çalışan çocuklarla eğlenceli sohbetler edebilirsiniz.
Göçmen kuşların konağı
Uluabat Gölü, göçmen kuşlar için doğal bir kuş cennetidir. Yavrulama döneminde Manyas Gölü'nde konaklayan kuşlar, balıkların bolluğu nedeniyle beslenmek için Gölyazı'ya gelir. Özellikle ilkbaharda kuş ve kurbağa sesleri tüm Gölyazı'nı kaplar. Göl, organik madde bakımından zengin olduğu için 21 tür balık ve kerevit yetişmektedir. Ancak sanırım fabrika atıkları, beldenin lağım ve konutlardaki deterjanlı suların göle dökülmesi nedeniyle ciddi bir kirlilik ve balık sayısında azalma olduğunu gözlemliyoruz. Koruyucu Işık tanrısı Apolyon'a seslenmekten başka çaremiz olmadığını düşünüp Heyyyy yüce Apolyoooonnn bu güzel beldeyi koruuu diye bağırarak... Koruyucu ışık tanrısı Apolyon, tarafından korunması isteği, dileğiyle huzur ve dinginliğe hoşçakal diyerek yeni keşif yerlerine doğru yola devam ediyoruz...
GÖLDE ADA TURU
Gölde balıkçı tekneleriyle ada turu yapmak mümkündür. Adanın çevresinde sular çekilince kökleri meydana çıkan söğüt ağaçları, sur yıkıntıları vardır. Adadan muhteşem bir günbatımı manzarası izlemek mümkündür. Bunun için Zambak tepesi en uygun mekan olarak tavsiye edilir. Antikçağ'da Uluabat gölü, Apolyont gölü olarak anılmaktaydı; Işık tanrısı Apolyon, göldeki adalar ve göl kıyısındaki ovada kurulu antik kentin koruyucusu idi. Kentte Apolyon'a adanmış bir tapınak bulunurdu. Bu antik kentin izleri Gölyazı'da halen görülür. Doğal güzellikleri sayesinde MÖ. 1. yy'da gelişen antik kent, Hıristiyanlık döneminde önem kazanmış, hatta bir ara bir psikoposluk merkezi olmuştu. 14. yy başındaki Osmanlı akınları nedeniyle Bursa ve Mudanya'dan kaçan halk bu kentte toplanmıştı. Osmanlı döneminde sadece ada üzerine yerleşildi. Halk, ipekböcekçiliği, balıkçılık ve tarımla geçinmeye devam etti.
