ÖZKAN BİNOL
Psikoterapist Tülay Arsu ile hem "GeçmişiN İzleri" kitabını hem de iyi ilişkinin sırrını konuştum. Türkiye için yeni bir metot olan "Kum Terapisi" ni de Aray Arsu anlattı bize. Yazmak benden, okuyup uygulamak sizden.
- "Geçmişin İzleri" adında çok güzel bir kitabınız çıktı. Deneyimlerinizi okurla paylaşıyorsunuz. Sizce toplumumuzda neler değişti? İnsanlar psikiyatrik yardım almaya nasıl karar verdi?
T.A: Daha önceleri psikoterapiye gitmek demek bir ruh hastası veya akıl hastası olduğunuz anlamına geliyordu. Halbuki terapiye giden insanlar kendini geliştirmek, kendini anlamak, analiz etmek, varsa hayatındaki problemlere çözüm üretmek konusunda farklı yolları denemek, için seanslara gelirler. Bu değişimde medyanın da rolü olduğunu düşünüyorum.
- Terapiye daha çok kadınlar mı erkekler mi gidiyor?
T.A: Terapiye müracaat edenlerin on kişiden altısı kadın, dört tanesi erkek. Bize özel bir durum değil bu, dünyada da genellikle böyle. Kadınlar genellikle eşlerini psikoterapiye getirirler. Erkek de eşler kadınlar üzerinden başvurarak gelişim ve değişim sağlarlar. Terapide söz konusu olan insanın kimliğinin değiştirilmesi değil, kendinde olanı koruyup üstüne koyması, kendini geliştirmesi, kendinde eksiltmek istediklerini azaltması, artırmak istediklerini de çoğaltmasıdır.
ANNENİN ÖNEMİ - "Geçmişin İzleri"mi ruhsal büyümemizi ya da zayıf kalmamızı sağlıyor?
T.A: Benim çalıştığım insan ilişkileri teorisi altyapısını Freud'un dürtü kuramından almıştır. Çocuk doğduğu zaman bir beden olarak dünyaya gelir, bu fizyolojik ya da biyolojik bedenidir. Aynı zamanda da çocuğun bir ruhsal aygıtı vardır. Ruhsal aygıtı da ruhsal beden olarak düşünebiliriz. Ruhsal beden gelişirken nasıl çocuğun yemeye, suya ihtiyacı varsa; bedenin büyümesi, boyunun uzaması, kilo alması, o bebeğin büyümesi için bir takım gıdalara ihtiyacı varsa, ruhsal olarak beslenebilmesi için de annenin (anneyle birlikte olan ilk bakıcıların, babanın, varsa aile büyüklerinin de) sevgisine ve bakımına ihtiyacı vardır. Tabi ki her çocuğun bedenden gelen dürtüleriyle algılaması farklı olabilir. Anneden gidenle, çocuktan gelenin kesiştiği noktaya nesne denir. Örneğin bir çocuk her gün dayak yiyerek büyüyebilir, terapiste gelerek der ki; iyi ki babam beni dövdü, bugün adam oldum, çok mutluyum. Burada çocuk dayak yemeyi ve şiddeti patoloji olarak vücudunda, ruhsal aygıtında gelişmemiştir. Bazen de bir anne çocuğunun arkasından bir terlik fırlatmış olabilir, bir danışan gelir der ki; annem benim arkamdan terlik fırlattı, bunu içime sindiremiyorum, bu benim için bir travma.
ERKEKLER KIZACAK - Travmayı biraz açar mısınız...
T.A: Benim için danışanın travma olarak algıladığı şey neyse, travma odur. Geçmişin İzleri isimli bir çalışma yapmamın sebebi, sıfır bebeklikten itibaren dokuz yaş ve ergenlik çağında ebeveynlerimizle olan ilişkilerimizi, tabi ki ilk bakıcı olarak annemizle olan ilişkilerimizde içselleştirdiğimiz, içimize aldığımız bütün yaşadığımız olayları (travmaları ya da güzel olanları) içimize aldığımız her şeye içselleşmiş nesne ilişkileri diyoruz. Çocuklukta yapılanan bir süreç olduğu için çocukluktan başlıyoruz. Anne- bebek ilişkisi nasılsa, ileriki hayatında kişinin partneriyle olan ilişkisi de öyle olacaktır. Daha sonrasında eğer bir terapiye müracaat etmişse, kişi terapistiyle olan ilişkisi de öyle olacaktır.
- Önemli olan anne-bebek ilişkisi mi? Ya baba bu ilişkinin neresinde?
T.A: Şimdi şöyle, kitabımda da yazdım belki erkekler bana kızacaklar ama erkekte rahim ve süt olmadığı için bebek ilk dünyaya geldiğinde anneyi desteklemek, ona çok iyi bir anne olduğunu anlatmak, anne olduğu için kadın kimliğini kaybetmediğini ona göstermek için annenin yanında olmalıdır. Sen çok iyi bir annesin demek için oradadır. Bebek büyüdükçe tabi ki bebekle baba arasında da ruhsal bir bütün sağlanacağı için baba da devreye girer. Çocuk büyüdükçe babayla ilişkisi güçlenir ve sağlamlaşır. Tabi ki baba da çocuğun hayatında çok önemli ama ilk aylarda annenin öneminin altını çizerek vurguluyoruz.
- Sonra neden anneler ve kızları, babalar ve oğulları arasında rekabet oluyor?
T.A: Anneler ve kızları, erkekler ve oğulları, babalar ve kızları ile anneler ve oğulları arasında da rekabet olabilir. Bu daha çok edebiyatta işlenmiş, psikolojik literatürde yer almamış ama daha sonrasında edebiyatla gelişen süreçte işlenmeye başlamış bir durum. Anne, kızı doğduğunda ona bilinçdışı olarak kendi yapmak istemedikleri ya da yapamadıklarını yansıtır. Bunu yapması için onu zorlar, kız da annesine yetişmeye çalışır, isteklerine yetişmeye çalışır veya bir baba oğlunun kendisinin yapamadığı ama oğlunun yapmak istediği her şeyi oğluna yükleyebilir ya da anne bunları oğluna yansıtabilir veya tersi de olabilir. Bunlar her zaman kötü şeyler değildir.
KISKANÇLIK VE HASET - Kitabında çok güzel bir cümle var: "İlişkiler kazanılmalı". İlişkilere hep pozitif mi bakmalı?
T.A: Bir ilişkiye girdiğiniz zaman o ilişkinin içerisine ne koyarsanız onu biçersiniz. İlişki tabi ki her bağlamda düşünülmesi gereken bir şey, sadece anne ve çocuk olarak değil, bütün çevremizdeki her şeyle, belki bir bitkiyle olan ilişkimizi bile kapsıyor. İlişki dediğimiz şey kişiler arası iletişimde duyguların birbirine, sözlerin birbirine akması olarak değerlendirilebilir. Eğer insanlar ve çiftler birbirlerini yargısız, yansız, lükssüz kabul edebilir ve içtenlikle ve samimiyetle bir arada olabilirlerse ki bu çok zor o zaman ilişkiler çok sağlam ve güçlü olur. Benim kitapta söylemek istediğim eğer bir çift ve iki arkadaş; bir kadın-bir erkek, iki kadın-iki erkek, insanlar birbirleriyle karşılaştıklarında ilişkilerinin içerisine ne koyarlarsa onu yaşarlar. Ben karşımdaki kişiyle ilişkimin içerisine sevgi, anlayış, esneklik ve tolerans koyarsam, o da aynısını yaparsa bizim ilişkimiz kırk, elli yıl yaşadığımız sürece sürebilir ama kıskançlık, haset, düşmanlık, kin, öfke, ün arayışı, insanların birbirinden üstün olma ihtiyacı merkeze konulursa kaçınılmaz olarak bir rekabet olur ve ilişki düşer. İlişkinin olabilmesi için iki kişinin -ilişkiyi ip olarak düşünürsek, somutlaştırırsak- ucundan tutması gerekir. Kişilerden birisi ilişkiyi bırakırsa ilişki düşer.
- Günümüz ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
T.A: Çok eskiden, geleneklerin ve göreneklerin koruyuculuğu vardı. Kadının ve erkeğin rolü toplumda belirlenmişti. Kadın üretime katılmıyordu. II. Dünya Savaşı'ndan sonra sanayide ve üretimde büyük bir açık oldu. Kadınlar da üretime girmeye, çalışmaya başladılar. Kadınların iş hayatına katılmasıyla kendisine güveni arttı. Kadın paranın gücünü ya da gücün gücünü elinde tuttuğu zaman hem dışarıda çalışıp, hem bebek dünyaya getirip, hem de ev işlerini yapmak istemedi. Erkek de karısından geleneksel rolleri beklediği için çatışmalar olmaya başladı. Üretime girmesiyle kadının geleneksel kadınlık rolü artık değişmeye başladı. Karı- koca arasında aşağı yukarı üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı yıllarda özellikle de bebek doğduktan sonra ilişkiler çatırdamaya başlıyor ve yıkılıyorlar.
- Evliliklerinde sorun yaşayan çiftlerle nasıl bir terapi yapıyorsun?
T.A: İlişkileri patlamışsa, onlara ne yapmak istediklerini sorarız. İlişkilerini düzeltmek istiyorlarsa buna genel anlamda bir şey söyleyemeyiz. İlişkilerini hızlı mı tüketmişler, kim ilişkinin içine ne koymuyor, ne koyulmasını istiyor, ihtiyaçları ne, talepleri ne... Bunlar üzerinde çalışıyoruz ama boşanmak istiyorlarsa ve bu konuda karar vermişlerse boşanma müdahalesi de yapılabilir. Çocuklar varsa arkadaş olarak ayrılabilmeleri, çocukların en az hasarla zarar görmelerini sağlamak görevlerimizden bir tanesi. Bir erkek veya bir kadın ilişkinin içine anlayış, sevgi, eşine karşı dikkat, özen koyarsa ve karşı taraf da aynı şeyi yaparsa ilişkinin bitmesi için hiçbir sebep yok. Ama karşılıklı eleştiri, yargılama, başka insanları yargılama gibi şeylerin üzerine kurulmuş ilişkilerin ilerlemesi mümkün değil. Yani ne verirseniz onu alırsınız.
ACI BİR DURUM - Değil evlilikler arkadaşlık ilişkileri de değişti günümüzde. Herkes sms ya da facebook'tan mesaj atar oldu. İnsanoğlu duygularını mı kaybetti?
T. A: Teknolojiyle birlikte dünya çok hızlı değişmeye başladı. O kadar hızlı bir değişim ki bu; internet, sosyal medya, facebook, twitter, her şeyin çok hızlı olduğu bir noktaya geldik. Dünyada durum böyle olduğu için beden bu hıza uymaya çalışırken insanın ruhu buna nasıl uyum sağlayacak? Bunu da uyum sağlayamadığı için herkes bir telaş ve hız şeklinde kısaltılmış yazılarla birbirleriyle ilişkisizliğin ilişkisinde var olmaya başladı. Tabi ki bu çok acı bir şey.
- Gençler hayatı/ ilişkileri bu kadar hızlı yaşayıp tüketmeseler hayatlarının çok mu değersiz olduğunu düşünecekler?
T.A: Buna tabi bir genelleme olarak bakamayız. Eğer toplumun içersinde on altı on yedi yaşında bir genç kadın diğer arkadaşları gibi olmazsa başkalaştırılacağı ya da ötekileştirileceği için kaçınılmaz olarak grubun dışında kalacağından istese de istemese de bu hıza ve bu döngüye katılmak zorunda. Onlardan biri olmak zorunda, yoksa dışlanmak kaçınılmaz.
İLK TEMSİLCİLER - Kitapta özel bir bölüm var: Kum Terapisi. Bu konuda Aray Arsu ile işbirliği içindesiniz.
T.A: Kum terapisinin yüz yıllık bir geçmişi var. 1910'larda başlayan bir süreç bu. Modern anlamıyla kum terapisinin ortaya çıkışıysa 1960'ları buluyor. Özellikle Yung ekolünden simgeler ve sembollere, mitolojiye dayanan, insanların ortak paylaşmış olduğu kolektif bir bilinçaltını kullanan bir teknik. Ülkemizde yeni bir alan. Onun da ilk temsilcilerinden biri biz olduk.
Şehirdekiler için - Sevgili Aray Arsu nasıl bir çalışma yapıyorsunuz gelenlerle?
A.A: Kum terapisi hem sanat terapisinin yöntemlerini hem de oyun terapisinin tekniklerini kullanan bir teknik. Bu nedenle danışanlarımız çok keyifli zaman geçiriyor. Hem oyun oynuyorlar hem de oyunun sonucunda ortaya bir sanat eseri çıkıyor. Biz elbette bu eserin estetik, sanatsal duruşuna çok fazla önem vermiyoruz. Biz daha ziyade çalışmanın kişinin bilinçaltı ve bilinçdışı süreçlerinde nelere iz düştüğünü analiz etmeye çalışıyoruz.
- "Kum Terapisi" sayenizde psikoterapide yeniden keşfedildi.
A.A: Kum terapisi çok doğru bir analiz yöntemi. Yetişkinlere, çiftlere, gençlere, ergenlere, çocuklara uygulanabiliyor. İnsanlar artık iyi zaman geçirmek; kaliteli,neşeli zaman geçirmek istiyorlar. Ve herkesin acelesi var. Hayat hızlandı. Dolayısıyla daha çabuk çözüm almak istiyorlar. Bu süreçte kendilerine hem eğlenebilecekleri hem kendilerini tanıyabilecekleri bir fırsat sunan kum terapisine oldukça merakla yaklaşıyorlar. Kendini sözlü ifadede zorluk çekenler kum terapisi sayesinde çok daha hızlı yol alabiliyorlar. İnsanlar duyulmak, görülmek istiyor. Biz burada insanları hem duyuyoruz, hem görüyoruz hem eserlerine dokunuyoruz. Modern şehirdeki yalnız insanlara bir anlamda sen buradasın ve ben seni görüyorum, anlıyorum diyoruz.
