Dokuma müzesi neden olmasın?
Dokumanın başkenti Buldan ve el sanatlarının yaşatılması konusunda yaptığım tespitler, olumlu tepki topladı.
Ortak fikir oluştu: Geleneksel Türk çizgilerini, turizmin hizmetine sunmak için çareler üretmek...
Meslek okullarında el sanatlarını geliştirecek, geleceğe taşıyacak "akademik" kimliği güçlendirmek...
Çünkü dokumacılık bir derya Anadolu insanı için... Hele el sanatları; ilmek ilmek yaşatılan, geçmişle gelecek arasında köprü kuran bir "yaratıcılık simgesi"...
Taş, toprak, antik mantik, elbette bir dünya mirası... Ama el sanatları da öyle, dokuma da...
Onda insan emeği var, yaşanmışlık var.
***
Bizleri yurtdışında başarıyla temsil eden iki ünlü isimdi beni telefonla arayan, yüreklendiren...
Zühal Yorgancıoğlu ve Hanife Çetiner...
İkisi de geleneksel Türk çizgilerini, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında düzenledikleri defilelerle tanıtan, övgü toplayan, ayakta alkışlanan modacılar...
İkisi de öğretmen kökenli...
Sorunları ve çözüm yollarını çok iyi biliyorlar.
***
Zühal Yorgancıoğlu, yıllardır kendisinin moda alanında, el sanatlarını ve geleneksel Anadolu kıyafetlerini yaşatma konusunda büyük mücadele verdiğini belirterek şunları söyledi:
"El sanatları bizim özümüz. Öğretmeli ve geleceğe taşımalıyız. Genç isimleri yetiştirmeliyiz. Bizler, yıllarca Anadolu insanının olağanüstü deneyimlerini, yeteneklerini paylaştık. Gençlere de aktarmak istiyoruz. El sanatları okullarda yaygınlaşmalı. Bunun için fırsat yaratılmalı."
***
Hanife Çetiner de bir eğitimci... Zühal Hanım'la aralarında mesleki bir rekabet olsa da, o da geleneksel Anadolu kültürünü yaşatacak çareler aranması ve bir yol haritasının çizilmesinden yana...
Onun fikri, İzmir'de bir dokuma müzesinin kurulması yönünde...
Hanife Çetiner, yıllarca, Türk çizgilerini, yurtiçinde ve dünyada tanıtmış bir isim...
Onlarca genç manken, onun diktiği kıyafetlerle podyuma çıktı, alkış topladı.
***
Hanife Hanım telefonla kalmadı, dokuma müzesi projesini anlatan bir de metin göndermiş bana:
İşte o yazıdan birkaç önemli satır:
"Türkiye'de dokuma sektörünün yeni bir yol haritasına ihtiyacı var. Geçmişten günümüze ulaşan el sanatlarından olan dokumacılık, Selçuklular'dan sonra gelişmiş, Osmanlı Sarayları'nda, padişahların ve sultanların kaftanlarında kullanılmıştır.
Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında devlet tarafından köylüleri el sanatlarını geliştirmek, yerel kaynakların değerlendirilmesi amacıyla dokuma tezgahları dağıtılmıştır. Bugün ise kültürümüz unutulmaya yüz tutmuştur.
Araştırdığımda ise bazı dokuma tezgahlarının parçalanıp yakılması beni üzüyor. Ülkemize gelen yabancı öğretmenler, Anadolu'da bu işe çok büyük ilgi gösteriyor. Özellikle gelenekçi olan Japon kadınları, Anadolu'da bulabildikleri dokumaları öğrenmek için ders alıyorlar. Ekolojik giyimin çok önem kazandığı günümüzde dokuma kültürünü yeniden canlandırabiliriz diye düşünüyorum.
TRT'ye bu amaçla verdiğim "İlmek İlmek Yedi Renk" projesi çok beğenildi. Ancak sponsor arıyorum, zorlanıyorum.
Anadolu, dokumanın beşiğidir. Ancak biz buna sahip çıkamıyoruz. Günümüze taşıyamıyoruz. Yabancılara tanıtamıyoruz, anlatamıyoruz.
Onun için İzmir'den bir ışık yakılmalı ve "Dokuma Tekstil Müzesi" açılmalıdır.
***
Bence çok özel bir öneri... Çünkü biliyorum ki, Anadolu'nun dört bir yanından derlediği, kıyafetlerinde yansıttığı birçok değerli örneğin yaratıcısıdır kendisi...
İzmir'i yönetenlere, iki değerli modacımız mesaj veriyor. Tek amaçları var, Türk kültürünün yaşaması...
Önce Milli Eğitim'e, sonra da butik müzeler konusunda atılım içinde olan Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan'a...
Zira, bu İzmir için güzel bir fırsat.
Sitemim bu geceyi düzenleyene
Sancar Maruflu, İzmir'de vefanın adıdır her zaman... Çoğumuz, İzmirli olsun olmasın, bu kente emek veren, güç katan, önemli katkılar sağlayan pek çok önemli ismi; valiyi, kaymakamı, belediye başkanını, gazeteciyi, işadamını ya da adı sanı duyulmamış birçok gönül insanını, yıllar geçtikçe unuturuz ama o "unutmaz."
Hem çok iyi bir İzmirli'dir, hem de çok vefalı, örnek bir Egeli...
Her gün, telefonumuza gelen mesajların çoğu, kendisinin öncülük ettiği anma törenleriyle ilgilidir.
Bilgilendirir, "davet eder".
İster ki anma töreni görkemli olsun; insanlar, kente emeği dokunan ve bu dünyadan göçüp gidenlere karşı vefa duygusunu göstersin.
Üstelik bunu yaparken, hiçbir ayrım da gözetmez. Her gönül insanına yüreği açıktır.
Kimseden maddi beklentisi de yoktur.
Dostu dost, İzmirliyi de "çağdaş" bilir.
***
İşte o Sancar Maruflu için, Karşıyaka'da bir gece düzenlenmiş... Öğrendiğimce, öncülüğünü KASİAD'ın yaptığı toplantıda, kendisine bugüne kadar yaptığı tüm çalışmalar için teşekkür edilmiş, yüreği bir şekilde bizlere hatırlattığı "vefa" ile donatılmış...
Böyle diyorum çünkü orada neler yaşandığı benim için dostlarımın anlattığı birkaç sözcükten ibaret:
"Çok neşeliydi", "Sancar abinin gözleri doldu", "Görsen ne mutluydu" tanıklıklarıyla...
Oysa ben de yaşamak isterdim Sancar abinin gurur gecesini... Ona gösterilen vefayı...
***
Ama yoktum.
Çünkü davet edilmedim.
Sadece ben değil, duyduğumca, Sancar abinin pek çok gazeteci dostu da es geçilmiş bu özel gecede...
Önce söyleyeyim, bu bir organizasyon beceriksizliğidir.
Sancar ağabeyin, yıllardır gösterdiği nezakete yapılan bir saygısızlıktır.
Bu yüzden üzüldüm, kırıldım.
***
Tepkim iki nedenden:
İlki, böyle özel bir geceye katılım "davetle" olur. Çünkü bu toplumsal nezaketin bir gereğidir. Tersi nahoş bir durum yaratır.
İkincisi, artık arabesk anlayışı bir tarafa bırakmak gerek... İzmir'de simge olmuş bir isme düzenlenen gecenin de "saygınlığı" olması gerekir.
***
Sözün özü, Sancar ağabey benim için hep iyi bir örnek... Onun fikirlerinin yaşandığı, yaptıklarına teşekkür edildiği, destek sözünün verildiği o özel gecenin konuğu olamasam da, yüreğim her zaman onunla...
GÜNÜN SÖZÜ
Dostluğun kolları birbirimizi dünyanın bir ucundan bir ucuna kucaklayabilecek kadar uzundur.
Montaigne
Ortak fikir oluştu: Geleneksel Türk çizgilerini, turizmin hizmetine sunmak için çareler üretmek...
Meslek okullarında el sanatlarını geliştirecek, geleceğe taşıyacak "akademik" kimliği güçlendirmek...
Çünkü dokumacılık bir derya Anadolu insanı için... Hele el sanatları; ilmek ilmek yaşatılan, geçmişle gelecek arasında köprü kuran bir "yaratıcılık simgesi"...
Taş, toprak, antik mantik, elbette bir dünya mirası... Ama el sanatları da öyle, dokuma da...
Onda insan emeği var, yaşanmışlık var.
***
Bizleri yurtdışında başarıyla temsil eden iki ünlü isimdi beni telefonla arayan, yüreklendiren...
Zühal Yorgancıoğlu ve Hanife Çetiner...
İkisi de geleneksel Türk çizgilerini, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında düzenledikleri defilelerle tanıtan, övgü toplayan, ayakta alkışlanan modacılar...
İkisi de öğretmen kökenli...
Sorunları ve çözüm yollarını çok iyi biliyorlar.
***
Zühal Yorgancıoğlu, yıllardır kendisinin moda alanında, el sanatlarını ve geleneksel Anadolu kıyafetlerini yaşatma konusunda büyük mücadele verdiğini belirterek şunları söyledi:
"El sanatları bizim özümüz. Öğretmeli ve geleceğe taşımalıyız. Genç isimleri yetiştirmeliyiz. Bizler, yıllarca Anadolu insanının olağanüstü deneyimlerini, yeteneklerini paylaştık. Gençlere de aktarmak istiyoruz. El sanatları okullarda yaygınlaşmalı. Bunun için fırsat yaratılmalı."
***
Hanife Çetiner de bir eğitimci... Zühal Hanım'la aralarında mesleki bir rekabet olsa da, o da geleneksel Anadolu kültürünü yaşatacak çareler aranması ve bir yol haritasının çizilmesinden yana...
Onun fikri, İzmir'de bir dokuma müzesinin kurulması yönünde...
Hanife Çetiner, yıllarca, Türk çizgilerini, yurtiçinde ve dünyada tanıtmış bir isim...
Onlarca genç manken, onun diktiği kıyafetlerle podyuma çıktı, alkış topladı.
***
Hanife Hanım telefonla kalmadı, dokuma müzesi projesini anlatan bir de metin göndermiş bana:
İşte o yazıdan birkaç önemli satır:
"Türkiye'de dokuma sektörünün yeni bir yol haritasına ihtiyacı var. Geçmişten günümüze ulaşan el sanatlarından olan dokumacılık, Selçuklular'dan sonra gelişmiş, Osmanlı Sarayları'nda, padişahların ve sultanların kaftanlarında kullanılmıştır.
Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında devlet tarafından köylüleri el sanatlarını geliştirmek, yerel kaynakların değerlendirilmesi amacıyla dokuma tezgahları dağıtılmıştır. Bugün ise kültürümüz unutulmaya yüz tutmuştur.
Araştırdığımda ise bazı dokuma tezgahlarının parçalanıp yakılması beni üzüyor. Ülkemize gelen yabancı öğretmenler, Anadolu'da bu işe çok büyük ilgi gösteriyor. Özellikle gelenekçi olan Japon kadınları, Anadolu'da bulabildikleri dokumaları öğrenmek için ders alıyorlar. Ekolojik giyimin çok önem kazandığı günümüzde dokuma kültürünü yeniden canlandırabiliriz diye düşünüyorum.
TRT'ye bu amaçla verdiğim "İlmek İlmek Yedi Renk" projesi çok beğenildi. Ancak sponsor arıyorum, zorlanıyorum.
Anadolu, dokumanın beşiğidir. Ancak biz buna sahip çıkamıyoruz. Günümüze taşıyamıyoruz. Yabancılara tanıtamıyoruz, anlatamıyoruz.
Onun için İzmir'den bir ışık yakılmalı ve "Dokuma Tekstil Müzesi" açılmalıdır.
***
Bence çok özel bir öneri... Çünkü biliyorum ki, Anadolu'nun dört bir yanından derlediği, kıyafetlerinde yansıttığı birçok değerli örneğin yaratıcısıdır kendisi...
İzmir'i yönetenlere, iki değerli modacımız mesaj veriyor. Tek amaçları var, Türk kültürünün yaşaması...
Önce Milli Eğitim'e, sonra da butik müzeler konusunda atılım içinde olan Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan'a...
Zira, bu İzmir için güzel bir fırsat.
Sitemim bu geceyi düzenleyene
Sancar Maruflu, İzmir'de vefanın adıdır her zaman... Çoğumuz, İzmirli olsun olmasın, bu kente emek veren, güç katan, önemli katkılar sağlayan pek çok önemli ismi; valiyi, kaymakamı, belediye başkanını, gazeteciyi, işadamını ya da adı sanı duyulmamış birçok gönül insanını, yıllar geçtikçe unuturuz ama o "unutmaz."
Hem çok iyi bir İzmirli'dir, hem de çok vefalı, örnek bir Egeli...
Her gün, telefonumuza gelen mesajların çoğu, kendisinin öncülük ettiği anma törenleriyle ilgilidir.
Bilgilendirir, "davet eder".
İster ki anma töreni görkemli olsun; insanlar, kente emeği dokunan ve bu dünyadan göçüp gidenlere karşı vefa duygusunu göstersin.
Üstelik bunu yaparken, hiçbir ayrım da gözetmez. Her gönül insanına yüreği açıktır.
Kimseden maddi beklentisi de yoktur.
Dostu dost, İzmirliyi de "çağdaş" bilir.
***
İşte o Sancar Maruflu için, Karşıyaka'da bir gece düzenlenmiş... Öğrendiğimce, öncülüğünü KASİAD'ın yaptığı toplantıda, kendisine bugüne kadar yaptığı tüm çalışmalar için teşekkür edilmiş, yüreği bir şekilde bizlere hatırlattığı "vefa" ile donatılmış...
Böyle diyorum çünkü orada neler yaşandığı benim için dostlarımın anlattığı birkaç sözcükten ibaret:
"Çok neşeliydi", "Sancar abinin gözleri doldu", "Görsen ne mutluydu" tanıklıklarıyla...
Oysa ben de yaşamak isterdim Sancar abinin gurur gecesini... Ona gösterilen vefayı...
***
Ama yoktum.
Çünkü davet edilmedim.
Sadece ben değil, duyduğumca, Sancar abinin pek çok gazeteci dostu da es geçilmiş bu özel gecede...
Önce söyleyeyim, bu bir organizasyon beceriksizliğidir.
Sancar ağabeyin, yıllardır gösterdiği nezakete yapılan bir saygısızlıktır.
Bu yüzden üzüldüm, kırıldım.
***
Tepkim iki nedenden:
İlki, böyle özel bir geceye katılım "davetle" olur. Çünkü bu toplumsal nezaketin bir gereğidir. Tersi nahoş bir durum yaratır.
İkincisi, artık arabesk anlayışı bir tarafa bırakmak gerek... İzmir'de simge olmuş bir isme düzenlenen gecenin de "saygınlığı" olması gerekir.
***
Sözün özü, Sancar ağabey benim için hep iyi bir örnek... Onun fikirlerinin yaşandığı, yaptıklarına teşekkür edildiği, destek sözünün verildiği o özel gecenin konuğu olamasam da, yüreğim her zaman onunla...
GÜNÜN SÖZÜ
Dostluğun kolları birbirimizi dünyanın bir ucundan bir ucuna kucaklayabilecek kadar uzundur.
Montaigne
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.