Prof.Dr. Himmet KONUR
Muhabbet, sevgi demektir. Kur'an'da "Müminlerin Allah'a karşı pek şiddetli sevgisi"nden bahsedilir. (Bakara, 2/165) İnananlar Allah'ı sevdiği gibi Allah da kullarını sever. İlk adım Allah'tandır. Önce Allah kulunu sever sonra da kul O'nu... Nitekim bir Ayet-i Kerime'de ideal müminler için "Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler" (Maide, 5/54) buyurulmaktadır.
"RAHMAN" ADI
Kuran'da Allah'la insan ve insanla diğer mahlukat arasında sağlam bir sevgi tesisini sağlayacak pek çok ifade yer almaktadır. Allah'ın 99 isminden çoğu Allah'ın kullarına olan sevgisinin bir ifadesidir. Sözgelişi, O'nun isimlerinden biri Rahman'dır; O kullarına merhametle muamele eder. Merhamet sevginin bir ürünüdür. Sevmeyen merhamet etmez. O, kulu Hz. Muhammed(a.s.)'i de "Alemlere rahmet olarak" göndermiştir. (Enbiya, 21/107)
Allah bilinmeye olan muhabbetinden dolayı mahlukatı yaratmıştır. Hz. Peygamber de Habibullah, yani Allah'ın sevgili kuludur. Onda bizim için güzel örnekler vardır. (el-Ahzab, 33/21). Ona uymak, Allah'a karşı duyulan sevginin bir göstergesidir. (Al-i İmran, 3/31). Allah onu sevdiği gibi onu sevenleri de sever.
MEDENİYET TOHUMU
İslam, sevgi dini, İslam medeniyeti de bir sevgi medeniyetidir. İslam'ın ilk yıllarında atılan bu medeniyetin tohumları çok kısa sürede yeşerip dal budak salmıştır.
İslam, insanlığın kalbine sevgi tohumları ekmiştir. Bu nedenle, İslam inanç ve düşüncesinin merkezine sevgiyi yerleştirmek yanlış olmaz.
Biri hakiki, diğeri de mecazi olmak üzere iki çeşit sevgiden bahsedilebilir. Hakiki sevgi ve aşkın konusu Allah'tır. Mecazi sevginin ve aşkın konusu ise insandır. Asıl önemli olan Allah'a karşı duyulan sevgi olmakla beraber, temiz duygulara dayanan beşeri sevgi de ilahi sevgiye götüren bir vasıta olabilir.
Ahlakçılar, bütün erdemlerin uğruna yapıldığı en yüksek erdemin ne olduğu konusunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Konuyla ilgili en çok kabul gören kavramların başında sevgi gelir. Bir gönül adamı "Hak Teala'ya giden yolun aslı ve esası muhabbettir" der.
SAADETİN TEMİNATIDIR
Bütün iyi hal ve hareketler sevgi ile ilgilidir. Gerçek sevgide herhangi bir çıkar veya karşılık beklentisi olmaz. Böyle bir sevgi eza ve cefa ile azalmaz, iyilik ve ikramla çoğalmaz.
İnsanlar birbirini sevince aralarındaki problemleri aşmaları kolaylaşır. Her türlü kişisel çıkar düşüncesinden uzak bir sevgi, bütün ahlaki erdemlerin, toplumsal birlik ve beraberliğin, huzur ve saadetin de teminatıdır.
Seven sevdiğini kıracak, incitecek söz ve davranışlardan kaçındığı gibi sevdiğinden gelen her cefaya da katlanır. Sevdiklerini incitmemeye ve onlardan incinmemeye çalışır. İncitmemek kolaydır. Çünkü insanın kendi elinde ve iradesinde olan bir şeydir. İncinmemek ise zordur. Bu durumun nerede, ne zaman ve nasıl ortaya çıkacağı belli olmaz. İşin bu boyutuna işaret eden Yunus Emre şöyle der:
Döğene elsiz gerek sövene dilsiz gerek
Deviş gönülsüz gerek sen derviş olamazsın
Meselenin çözümünü de bir başka beytinde verir:
Gelin tanış olalım işi kolay kılalım
Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz
"Hazireler hazinelerimizdir"Prof. Dr. Mehmet Demirci
Başlığı bir kitaptan ödünç aldım. M. Ozan Semerci, "İzmir'in Hazireleri" adlı kitabına bu üst başlığı koymuş. "Hazire'nin anlamı: Cami, türbe ve tekkelerin avlusundaki küçük mezarlıklar. Yazar kitabında İzmir'deki sayıları pek az kalmış hazireleri ve orada yatanları tanıtır.
ÖLÜM SON DEĞİL
Materyalist olmayan inançlara göre ölüm insanın sonu değildir. Ondan sonra da bir hayatımız vardır. İnsanoğlu sonsuzluktan hoşlanır. Ölümle birlikte her şeyin nihayete ereceğini düşünmek can sıkıcıdır. Ebedilik, süreklilik daha umut vericidir. Mezarlar insanda ebedilik duygusunu yaşatmaya yarar. Dirilerle ölenler arasında bağ kurar.
Çok kimse ölümden, kabristandan ürküntü duyar. Bizim kültürümüzde bunun çaresi bulunmuştur. Şehir mimarimizde mahalle içinde cami, mescit, türbe, dergah gibi yapılar vardı. Bunların çoğunda hazireler, hazirelerde kabirler ve kabir taşları olurdu.
Gelip giderken insanlar onları görünce durur, bir Fatiha okurdu. Adeta ölülerle diriler yan yana idiler. Böylece ölüm ve mezar ürkütücü olmaktan çıkmıştı. Aksine onların varlığından manevi bir güç alınırdı. Bu küçük kabristanlar servileri ve başka ağaçlarıyla, çevreye uhrevi bir serinlik verirdi.
Yahya Kemal'in ifadesiyle: "Ahiret öyle yakın seyredilen manzarada / O kadar komşu ki dünyaya duvar yok arada / Geçer insan bir adım atsa birinden birine / Kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine."
SANAT ESERİ
Eski kabir taşları bir sanat eseri idi. Mermere ustalıkla şekil verilirdi. Kabir taşının şekline göre, altında yatanın bilgin mi, bürokrat mı, tekke mensubu mu, genç kız mı olduğu anlaşılırdı. Usta bir hattatın elinden çıkmış yazıları olurdu. Bu kabartma yazılar tarihe şahitlik ederdi. Mermerin dayanıklılığı, onları asırlar ötesine taşırdı.
Ne yazık ki bunların kıymeti bilinmedi. İstimlakler sonucu, çoğu parçalandı. Şanslı olan kabir taşlarından pek azı müzelerde yer bulabildi. Agora harabeleri alanında, çevredeki mezarlıklardan derleme bir yığın kabir taşı kalıntısı vardır. Gelişi güzel bir kenara yığılmış mahzun bekliyorlar.
İzmir Emir Sultan Dergahı'ndaki hazire en çok itibar gören yer idi. Bu durum 1925'lere kadar sürdü. Ölenin oraya gömülmesi bir ayrıcalıktı. "İzmir'de Türk Mührü" adlı kitapta buradaki mezar kitabeleri incelenir. (Şenocak yayınları)
MEŞHURLARIN KABİRLERİ
Emir Sultan Haziresi'ndeki bazı meşhur kimseler şöyle sıralanır: İzmir kadıları, valiler, bürokratlar, şeyhler, ünlü aile ve kişiler. Uşakizadeler'den bir kısmı burada gömülüdür. Ünlü romancımız Halit Ziya Uşaklıgil'in dedesi ve akrabalarının kabirleri Emir Sultan'dadır.
Süleyman Ferit Eczacıbaşı (1885-1973) İzmir'in meşhur simalarındandır. Onun küçükken ölen oğlu (1916) Sedat'ın kabri de buradadır. Ferit Eczacıbaşı bu çocuğunun anısını hep yüreğinde taşıdı. İzmir'de bebek ölümlerini önlemek için modern bir merkez düşündü. 1960'ta "Sedat Eczacıbaşı Ana ve Çocuk Sağlığı Merkezi"ni yaptırdı.
BİR AYET
"İman edip salih amel işleyenleri Rahman olan Allah sevecek ve sevdirecektir." (Meryem, 19/96)
BİR HADİS
"Allahım! Sen'den sevgini, Sen'i sevenlerin sevgisini ve Sen'in sevgine ulaştıracak ameli talep ediyorum. Allahım! Sen'in sevgini bana nefsimden, ailemden, malımdan ve soğuk sudan daha sevgili kıl!" (Tirmizi, Deavat, 72)
ESKİ RAMAZANLAR / MİNE ALACALI - KEMAL SAĞLAM
Eski Ramazanlarda iftar sonrası kahveye giden erkeklerden sonra, evlerde toplaşan hanımlar da kendilerini eğlendirmek için türlü çeşitli oyunlar bulurlardı. Bu oyunlardan bazıları şunlardı:
Ayaz sayma:
Fincan oyunundan ziyade ayaz sayma daha çok sevilerek oynanan bir oyundu. Hele de bu oyunu bilmeyen birisi varsa bu onun yandığına bir işaretti! Bu kişi ebe olarak seçilir, kafasına geçirilen bir ceket kolu vasıtası ile gökyüzündeki yıldızları sayacağı konusunda ikna edilirdi. Her şeyden habersiz kafasına geçirilen ceketin kolundan boca edilen soğuk su sonrasını düşünebiliyor musunuz?
Balık kaçtı:
Bu oyunda hanımlar odanın ortasında bir şekilde halka oluştururlardı ve bir kişi ortada ebe olarak kalırdı. Evden tedarik edilen bir bohça ya da bez, sarılıp sarmalanarak sözde balık şekli verilir ve "Balık kaçtı deliklerden kavuklardan!" diyerek etek altlarından kaçırılmaya çalışılırdı. Halka ortasındaki ebe bohçanın yani balığın kimde olduğunu sezerek bulmaya çalışırdı. Böylelikle yer değiştirilerek oyun devam ederdi.
Çalgıcı oyunu:
Ev sakinleri halka oluşturacak şekilde bağdaş kurup yere otururlardı. Her oyuncu kendisine sümbül, lale, şebboy, karanfil, menekşe gibi çiçek ismi seçer ve keman, ud, kanun tef, davul, piyano gibi bir müzik aletini çaldığını farz eder. Seçilen elebaşı makamla giriş yapar:
"Köşkün altından geçerken sümbülü gördüm. O da boyun eğmiş, gıy gıy gıy gıy, gıygıylasın hey!"
Oyuncuların arasında sümbülü seçen kişi hemen bunu canlandırmaya çalışırdı ve kemani olmuşsa oh ne ala. Diğer oyuncuları ikna edecek bir şekilde keman çalışıyormuş gibi, boynunu yana eğip bir eli kemanı, bir eli yayını tutuyormuş gibi yapmak zorunda idi. Udi ya da kanuni ise işler karışıyordu. Bu oyunda önemli olan seçilen isim değil de, çaldığını iddia ettiğin müzik aletinin sesini taklit edebilme yeteneğinde idi. Gıy gıy keman, zımbır zımbır ud, tımbır tımbır kanun, caf cafa caf caf tef, gümbüre gümbür davul, dan dana dan piyanoyu simgelerdi. Müzik aletinin sesini şaşıranlar teker teker oyundan çıkarılırlar, en son kalan oyunun galibi olurdu ve diğerlerine tüm istediklerini yaptırarak gecenin tadını çıkarırdı.
DİNİ SORULAR
Zekat ve sadaka-i fıtır kimlere verilmez?
Cevap
Aşağıda sayılanlara zekat ve fitre verilmez:
1) Ana, baba, büyük ana ve büyük babalara,
2) Oğul, oğlun çocukları, kız, kızın çocukları ve bunlardan doğan çocuklara,
3) Müslüman olmayanlara,
4) Kendi eşine,
5) Zengine yani asli ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olan kişiye,
6) Babası zengin olan ergen olmamış çocuğa (Merğinani, el-Hidaye, Beyrut 1410/1990, I, 122)
