Katip Çelebi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tahsin Koçyiğit, kibirle ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit şöyle söyledi: "İnsanın iç dünyasında sinsice serpilen, fakat bütün benliği istila eden bir zehirdir, kibir. Kimi zaman başarıyla, kimi zaman bilgiyle, kimi zaman servetle, kimi zaman sözde dindarlıkla beslenir. Görünüşteki vakâr, aslında içten içe alevlenen bir gurur yangınıdır. Kibir, insanın iç dünyasını, dışından daha yüksek görme hâlidir; nefsi, hakikatin yerine koyan bir benlik yanılsamasıdır, aslında. O yüzden bir İslâm mütefekkiri bu tehlikeyi şöyle dile getirmiştir: 'Her kim kendi nefsi için tevazu iddia ederse, o gerçekte kibirlidir.' Çünkü tevazu, gerçekten yüksek olanın alçalmasıdır; zaten alçakta olanın "ben mütevazıyım" demesi, aslında gizli bir kibirden başka bir şey değildir.
BENLİK PUTU
Kibir, şeytanın Cenâb-ı Allâh'a karşı ilk isyanı yanı ilk baş kaldırışıdır, ilk günahıdır. Ona Hz. Âdem'in önünde eğilmesi emredildiğinde, İblis şöyle demişti: 'Ben ondan (Âdem'den) daha üstünüm; beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.' (A'râf, 12) İşte bütün kibrin kökü bu cümlededir: "Ben üstünüm." Ateşi topraktan üstün kılan nedir peki? İblis ateşle övünürken aslında dalâlete düşmüş, hakikatten ayrılmıştır. O günden bugüne insanın imtihanı değişmemiştir: Topraktan yaratıldığı hâlde kendini ateşle sınamaktadır. Kibir, yalnızca "kendini büyük görmek" değildir; aynı zamanda başkasını küçük görmektir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu farkı açıkça ortaya koyar: "Kibir, hakkı küçümsemek ve insanları hor görmektir." (Müslim, Îmân, 147) Demek ki kibir; salt bilgiyle, zenginlikle, varlıkla, makam ya da mevkii ile yahut güzellikle değil; kalbin tutumuyla ilgilidir. Kimi alçakgönüllü görünür ama kalbinde büyüklük/tekebbür hissi vardır; kimi de sessizdir ama kalbi secdededir. İhsan ile yaşar; o görmese bile, Yüce Yaratan onu daima görüp gözetmektedir. Gerçek tevazu, ne sözde ne davranışta ne de görünüştedir. Gerçek tevazu, Allah'ın huzurunda ve toplum içinde kibri silmekle başlar.
KUR'ÂN'DA KİBİR
Kur'an, kibri "kalpleri mühürleyen bir hastalık" olarak tanımlar. Firavun'un, Kârûn'un, Nemrût'un ve benzerlerinin helâk sebebi, zulme yol açan kibirleriydi. "O (Firavun) ve ordusu yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve Allah'a dönmeyeceklerini sandılar..." (Kasas, 39-40) Bu konuda Kur'anî bir uyarı da şöyledir: "Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen ne yeri delebilir, ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin." (İsrâ, 37) Bu ayet, insana haddini hatırlatır: sen topraktan yaratıldın ve sonunda yine toprağa döneceksin. Öyleyse neye güvenip kibirlenirsin? Kibir, insanı hakikatten uzaklaştırır, öğüt almaya engel olur. Kalbine "ben" perdesi inen kişi, ne söyleneni duyar ne de nasihatten etkilenir. Böyle bir kalp, tıpkı pas tutmuş bir ayna gibidir; ilahî nur oraya yansımaz.
HZ. PEYGAMBER AHLÂKI TEVÂZU
Tevazu, kibrin panzehiridir. Ama tevâzu, bir eksiklik ve eziklik değildir; hakikati bilmek, hatta haddini bilmektir. Hz. Peygamber (s.a.v.) tevâzuun zirvesidir. O, insanların en yücesi olduğu hâlde, bilinçli bir şekilde en sade hayatı yaşadı. "Resûlullah'ın huzuruna bir adam geldi, onun heybetinden titremeye başladı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Sakin ol! Titreme! Ben kral değilim. Ben sadece kuru ekmek yiyen Kureyşli bir kadının oğluyum." (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 333) Yine kendisine biri "Ey efendimiz (Mevlâmız), ey efendimizin oğlu!" dediğinde şöyle karşılık verdi: "Efendi olan Allah'tır. Ben sadece bir kulum. Annenin kuruttuğu eti yiyen bir kadının oğluyum." (Ebû Dâvûd, Edeb, 1) Aslında onun bu sözleri ve davranışları, tevazunun özetidir: Büyüklüğünü bilen, teşhir yani insanların gözüne sokma ihtiyacı duymaz; vakarını idrak eden, yüceliğe yaklaşır. Kaldı ki Kur'ân, bu ahlâkı Rahmân'ın kullarının özelliği olarak niteler: "Rahmân'ın kulları, yeryüzünde tevazu ile yürürler. Cahiller kendilerine sataştığında 'selam' derler." (Furkan, 63) Tevazu, insanın sadece davranışlarında değil, yürüyüşüne, sesine, giyim-kuşamına, yaşam tarzına ve hatta bakışına yansır. Sesini yükseltmez, kendini öne çıkarmaz. Çünkü bilir ki, her şey Allah'ın lütfudur, ikramıdır.
KİBİRLE TEVAZU ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ
Bazen insan, kibirli olmadığını düşünür ama tevazu gösterisi yapar. İşte bu, İslâm düşüncesi ve ahlâkında "gizli kibir" dediği hâlidir. Kişi, alçakgönüllü görünmekle bile övünür; bu da yeni bir kibrin kapısını açar. Bu yüzden Kur'an, sadece davranışı değil, kalbi düzeltmeyi ister: "Allah, kendini beğenen ve övünen kimseleri sevmez." (Nisâ, 36) Gerçek tevazu, başkalarından aşağıda olmak değil; Allah'ın huzurunda herkesle eşit olduğunu bilmektir. Çünkü yaratılışta üstünlük yoktur; üstünlük ancak takvadadır: "Allah katında en üstün olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır." (Hucurât, 13) Bu ayet, insanlık tarihinin en köklü eşitlik beyannamesidir. Ne soy, ne makam, ne servet; hiçbir şey insanı Allah'a yaklaştırmaz. Yalnızca kalpteki tevazu, O'na yakın kılar.
KİBRİN GÖRÜNMEYEN YÜZLERİ
Kibir bazen bilgiyle maskelenir; kişi, bildiğiyle başkalarını küçümser. Bazen ibadetle gizlenir; insan, dindarlığıyla övünür. Bazen başarıyla, bazen iyilikle büyür. Ama hangi kılığa bürünürse bürünsün, kalbin kökünde aynı ses vardır: "Ben daha iyiyim." Oysa Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurur: "Kim Allah için tevazu gösterirse, Allah onu yüceltir. Kim kibirlenirse, Allah onu alçaltır." (Müslim, Birr, 69) Bu ilahi yasa hiç değişmez. Kibirle yükselen, aslında kendi düşüşünü hazırlar; tevazu ile eğilen, ilahî bir el tarafından kaldırılır."
TEVAZUNUN HAYATA DOKUNUŞU
Tevazu, sadece kalbî bir hâl değil, hayata biçim veren bir davranış tarzıdır. Tevazu sahibi insan, başkasının başarısını kıskanmaz; nasihat edildiğinde öfkelenmez; affetmeyi zayıflık saymaz. Çünkü bilir ki her şey Allah'ın takdiridir, hiçbir iyilik yalnızca onun eseri değildir. Kibirli insan sürekli "ben" der; tevazu sahibi ise "biz" diyebilir. Kibir, ayrıştırır; tevazu, birleştirir. Kibir toplumu parçalayan bir duvardır, tevazu ise gönüller arasında bir köprüdür.
TEVAZU'DA TOPRAK GİBİ OL!
İnsanın özü topraktır. Toprak, tevazunun sembolüdür: Üzerine basılır ama hayat oradan filizlenir. Yağmur onunla buluşmadan bereket olmaz. Kibir, insanı göğe çıkarır gibi yapar ama aslında yere çalar. Tevazu, insanı yere indirir ama göğe açar. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in duasını hatırlayalım: "Allah'ım! Gözümde beni küçük, Senin katında beni büyük kıl." (Beyhakî, Şuabü'lİman, 6/294) İşte bütün mesele budur: İnsan gözünde değil, Allah katında değerli olabilmek. Kibrin çağında tevazu göstermek, en büyük erdemdir, en büyük devrimdir. Aşağıdaki beyitte, tohumun toprağa düşmeden büyüyemeyeceği gibi, insanın da tevâzu göstermeden manevi feyz ve rahmetten nasiplenemeyeceği anlatılmaktadır. Bir başka deyişle, alçak gönüllülük manevî büyümenin ve Allah'ın rahmetine mazhar olmanın şartı olarak kabul etmiştir. Mazharı feyz olamaz düşmeyince hâke nebât, Mütevâzı olanı rahmet-i Rahmân büyütür.

