Hüseyin Kocabıyık

KÖTÜCÜL PORTRELER ZAMANA DAİR ÇOK ŞEY ANLATIR!

Bu satırlara gözü ilişenlere soralım: Ebu Cehil'in İslam teşekkül devirlerindeki rolünü bilmeden, anlamadan, yerli yerine koymadan İslam tarihini ve İslam ruhunun oluşumunu idrak mümkün müdür?
Şeytanın mekanizması nasıl çalışır bileceksin ki emrolunana teslimiyet kudret ve kabiliyeti gelişebilsin.
Hasan Sabbah ve Haşhaşileri tanıyacaksın ki onların Selçuklu ilerleyişini nasıl "inkıtaya" uğrattıkları üzerinden bugün için tecrübe imal edeceksin.
Harici hançerini tutan elin arkasında hangi felsefi dogmaların olduğunu bilmeden Hz. Ali gibi bir İslam devinin dökülen kanının bize bıraktığı ebedi kaosu nasıl anlarız?
Kadızadeliler'in Osmanlı toplumunda özgür ve nitelikli içtihat iklimini nasıl zehirlediğini bilmeden cumhuriyetin manevi dünyamızı hırpalayan orantısız müdahalelerini nasıl yorumlayabiliriz?
O nedenle kötücül portreler, esasen kötü olmalarına rağmen, onları bilenler için ilham vericidir; hele ki "her şey zıddıyla kaimdir" postulasına inananlar için.

BULAMAÇ ALİ'NİN FANTAZİLERİ

Gerçek bir münevver olan merhum Aydın Menderes onun için "Bulamaç Ali" derdi ve hiç sevmezdi.
Menderes'e karşı ben de onu savunurdum ve niye sevmediğini anlamaya çalışırdım.
Aydın Bey mizacı gereği sevmediklerinin fazla üzerinde durmazdı ama Bulamaç Ali dediği kişiyi neden sevmediğini ben anlamıştım.
Aydın Menderes milli, yerli bir entellektüeldi ve radikal yabancı kaynaklardan beslenenlerden hiç hazmetmezdi.
Bulamaç Ali dediği kişinin 80 ve 90'lı yıllarda ortaya attığı İslamcı tezlerin binlerce Türk çocuğunu nasıl zehirlediğini; "çok hukukluluk" dediği ve Medine bağlamından kopuk saçmalıkların sağlam bir İslami temelin oluşmasına nasıl engel olduğunu düşünüyordu muhtemelen.
"Çok hukukluluk" gibi bir fikir önerisinin etrafında düşünce kabızlığına maruz kalan koca bir gençlik zamanımıza kadar bomboş bir yolculuk yapmış oldu.
Bir münevveri münevver yapan en mühim vasıf onun fikirlerini istikrar içinde geliştirerek sürdürmesidir.
Merhum Menderes haklıymış, ben yıllardır İslamcı gençliği fikir budalası haline getiren çok hukukluluk gibi saçmalıkları bu arkadaşın ağzından duymuyorum.
Şimdi darbe yöntemleriyle dünyevileşme kapılarını kırarak açmayı kafaya koymuş gözü kara bir cemaate kapılanmış olan bu mahut kişi Türkiye'ye saldıran makaleler yazıyor.
Yazıları içimize herhangi bir Arap istihbarat örgütü tarafından sokulmuş bir eleman yazısı içeriğinde, korkunç.
Yüklendiği yeni misyon ona herşeye rağmen duyduğumuz saygıyı bizim için taşınması imkansız bir yük haline getirmiştir.

TAŞKENTLİ SAMİ'NİN SOY KÜTÜĞÜ

Taşkentli Sami aslında hiç hazzetmediğim biri oldu her zaman.
Ben alimleri severim elbet ama kibirini ilminin önüne bir put gibi dikenlerden oldum olası hazzetmem.
Bir kere fronkofol olduğu için sevmem, ikincisi fronkofolluğunu marifet gibi iki de bir de gözümüzün içine soktuğu için sevmem.
Hukuk bilgisi iyi midir? Belki iyidir, ancak akademik ünvanının çakma olduğuna dair rivayet muhtelif.
28 Şubat'ta bir iki demokrasi kükremesi yapmıştı ve biz de beğenmiştik.
Sonra? Sonra kibir ve ana siyasi akıma ve onun temsilcilerine inceden sinsi saldırılar...
Kendini, hukukçuluğunu çok önemsedi.
Aslında tipik bir kemalist ve juritokrat.
Millete tepeden baktığı, milli irade kavramını ciddiye almadığı kesin.
Aslında onun kısa tarihine baktığımızda çok da ihtiraslı olduğunu görüyoruz.
28 Şubat'ta çektiği bir iki demokrasi diskurunun hatırına Ak Parti 2002'de ona mebusluk teklif etti..
Kibir var ya o dağlı kibri... o juritokrat kibri; işte o mütekebbir adam "ben bağımsız olayım ama Ak Parti oylarıyla seçileyim" dedi.
Kendini Fevzi Çakmak sandı zaar.
Ona "git işine" dedi Tayyip Erdoğan ve ondan sonra birbirlerini sevmedikleri çok açık.
Hükümetten farklı beklentiler içinde olduğu bilinmeyen bir şey değil, ancak hükümet kendisini belli ki güvenilmez buldu, ona herhangi bir misyonu uygun görmedi.
Ve iş gele gele "one minute"i eleştirmeye ve Simon Peres'e övgüler düzmeye kadar vardı.
İçeriğe girmeyeceğim çünkü Taşkentli Sami'nin ağzından çıkan sözler lağım gibi iğrenç sözler.
Sadece şu kadarını söyleyebilirim: karşımızda ya satılık bir ruh var ya da bir ruh hastası.
Aslında Ahmet Davutoğlu'nun memleketi Taşkent'ten böyle birinin çıkmaması gerekir. Eğer çıkmışsa bir tarih spekülasyonu yapmaya mecburuz.
Şöyle ki: 12'nci ve 13'üncü yüzyıllarda Toroslar'da Hıristiyan misyonerler Türkmen kabileler arasında çok dolaşmışlardır. Mesela mübadelede Yunanistan'a gönderilen Karamanlılar'ın işte o misyonerlerin Hıristiyanlaştırdıkları Türkler olduğu söylenir.
Acaba diyorum, o devirlerde veya bizim bilmediğimiz başka bir devirde Yahudi hahamlar da Taşkentli Sami'nin bulunduğu mıntıkada misyonerlik faaliyeti yaptı da şimdi bu çirkin lafları eden kişi o misyonerlerin genetik mirası olarak karşımıza mı çıktı?
Çünkü bir Taşkentli gibi değil, Sami ırkından biri konuşuyor sanki.
Ey Allahım, daha neler göreceğiz!
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.