Kadın yönetmenlerin en büyük gücü, hayata dair benzersiz bakış açılarını cesurca perdeye yansıtmaları. Onların anlatıları; duygular, toplumsal meseleler, kimlik arayışları ve özgürlük gibi temaları derinlemesine işlerken, bu konuları bazen incelikli bazen sert ama her zaman samimi bir dille ele alıyor. Greta Gerwig'in "Lady Bird" ve "Little Women" filmlerindeki özgün anlatımı ya da Chloé Zhao'nun "Nomadland" ile yakaladığı minimalist ve etkileyici atmosfer, bu güçlü sesin birer örneği.
SALLY POTTER
Çoğu zaman bu etiketi reddetse de feminist sinemanın önemli temsilcileri arasında sayılmaya devam eden İngiliz yönetmen ve senarist Sally Potter, yönetmenliğe 14 yaşında, amcasının hediye ettiği 8mm bir kamera ile başlamış, 16 yaşında sinemacı olmak için okulu bırakmış. Orlando (1992), The Man Who Cried (2000), Yes (2004) ve Ginger & Rosa (2012) gibi filmlerle tanıdığımız Potter, bugünlerde The Roads Not Taken ile bir kez daha izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
JANE CAMPION
Yeni Zelandalı yönetmen, senarist ve yapımcı Jane Campion, 1993 yılında The Piano filmiyle Cannes'da Altın Palmiye kazanan ilk kadın ünvanını kazanmanın yanı sıra En İyi Yönetmen kategorisinde Oscar'a aday gösterilen ikinci kadın oldu. Delilik, belirsizlik ve arzu gibi konuları ve kaderi bunlarla şekillenen karakterleri merkezine alan Jane Campion sineması, The Portrait of a Lady (1996) ve Bright Star (2009) gibi dönem filmleriyle de dikkat çekiyor.
NORA EPHRON
Romantik komedi türünün en önemli yaratıcılarından Nora Ephron, yönetmenliğini üstlendiği filmlerden önce kariyerine Silkwood (1983) ve When Harry Met Sally... (1989) gibi klasiklerin senaristi olarak başladı. 2012'de kaybettiğimiz Nora Ephron anısına 2013 yılından beri Tribeca Film Festivali tarafından verilen Nora Ephron Ödülü veriliyor.
SUSANNE BIER
Danimarka sinemasının en önemli yönetmenlerinden Susanne Bier, ülkesinde gişe rekorları kıran romantik komedi Den eneste ene / The One and Only (1999) ve Dogme 95 manifestosunu takip e derek çektiği Elsker dig for evigt / Open Hearts (2002) ardından Brodre / Brothers (2004) ve Efter brylluppet / After the Wedding (2006) gibi etkileyici, iz bırakan melodrama imza attı.
ANDREA ARNOLD
İngiliz sinemacı Andrea Arnold, kısa filmlerle başladığı kariyerindeki üçüncü kısası Wasp ile 2005'te Akademi Ödülü kazandı. Genellikle alt sınıf gençlerin büyüme hikayelerine odaklanan, filmlerinde oyuncularına kendilerini yansıtmaları için sınırsız bir özgürlük vermesiyle tanınan Arnold, Red Road (2006), Fish Tank (2009) ve American Honey (2016) filmlerinin üçüyle de Cannes Film Festivali'nde Jüri Ödülü'nün sahibi oldu. Yönetmen, aynı zamanda popüler Big Little Lies'ın ikinci sezonunun da yönetmen koltuğunda oturdu.
SOFIA COPPOLA
Hollywood'un en nüfuzlu ailelerinden birinde dünyaya gelmiş, babası Francis Ford Coppola'nın peşinden setlere, festivallere ve galalara sürüklenmiş Sofia Coppola, oyunculuk ve moda tasarımcılığı gibi yollara da saptığı kariyerinde iyi bir yönetmen olarak iz bırakmayı başarmış bir isim. İlk filmi The Virgin Suicides (1999) ile kusursuz bir çıkış yapan yönetmen, görsel açıdan zengin, alımlı ve göz kamaştırıcı detaylarla bezeli filmlerinde karakterlerinin de derinlerine inmeyi ihmal etmiyor. Sofia Coppola, 2003 yılında aynı zamanda En İyi Yönetmen kategorisinde de aday gösterilmesini sağlayan Lost in Translation ile Oscar kazanmıştı.
KATHRYN BIGELOW
Yönetmenlik dendiğinde belki de çağımızın en sınır tanımayan kişilerinden biri olan Kathryn Bigelow, aksiyon sinemasının farklı bölgelerinde gezen filmografisi boyunca 55 derece sıcaklığa aldırmadan, uçaktan paraşütle atlamaya hazır bir şekilde, dalgaların arasında ya da kameramanlarını vinçle kontrol edecek kadar ekstrem şartlarda film yapmasıyla ünlenmiş durumda. 2009 yılında The Hurt Locker ile En İyi Yönetmen Oscar ödülüne uzanan ilk ve halen tek kadın olan Bigelow, aynı ünvanı BAFTA, Yönetmenler Birliği ve Eleştirmenler Birliği ödülüne sahip.
CLAIRE DENIS
Günümüz Fransız sinemasının ustaları arasında yer edinen Claire Denis, özellikle kariyerinin başlarında kolonileşme döneminde ve sonrasındaki Batı Afrika'ya odaklanan, günümüzde ise Fransa'daki modern yaşamı mercek altına alan filmlerle dikkat çekiyor. 1990'ların en iyi Fransız filmleri arasında sayılan Beau Travail'in (1999) dışında, Claire Denis'in filmlerinden 2000'lerden 35 Rhums / 35 Shots of Rum (2008), 2010'lardan ise High Life (2019)'ı mutlaka izlemelisiniz.