ZAFER ŞAHİN
Gazeteci- Yazar Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu Başkan Vekili Tevfik Diker, 1993 yılında 4 ay içerisinde esrarengiz şekilde hayatını kaybeden Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Turgut Özal ve Adnan Kahveci'nin devlet içinde örgütlenmiş çeteler ve yabancı istihbarat örgütleri tarafından susturulduğunu iddia etti. Bu dört ismin de PKK-derin devlet ve Ergenekon ilişkileriyle ilgili bilgi ve belgelere ulaştıkları için öldürüldüklerini savunan Diker, suikastların bu yapıyla işbirliği içindeki mafya ve JİTEM tarafından işlendiğini düşünüyor.
Kitabın anlattıkları - Güldal Mumcu'nun, "İçimden Geçen Zaman" adlı kitapta suikasta ışık tutacak bilgiler yer alıyor. Kitapta sizi en çok şaşırtan ayrıntılar neler oldu?
Güldal Hanım'ın kitapta anlattıklarının çoğu bizim komisyonumuzun tutanaklarında 15 yıl önce yayınlanan bilgiler. Yanlış anlaşılmasın kitabı eleştirmiyorum, hatta Mumcu'nun suikastı yeniden gündeme taşıyarak faydalı bir iş yaptığı kanaatindeyim. Kitaptaki iki önemli ayrıntıyı bütün Türkiye gibi ben de ilk kez duydum. Birincisi Yeşil'in Mumcu ailesinin evine yaptığı ziyaret ve o sırada verdiği tüyolar. İkincisi de Ozan adlı kişinin Güldal Mumcu'yu ölümle tehdit etmesi. Bunlar son derece önemli ve üzerine mutlaka gidilmesi gereken ayrıntılar.
- Yeşil'in ziyareti ne anlama geliyor size göre?
Yeşil'in ziyaretçi defterine yazdıkları ve o defterin hemen ortadan kaybolması, JİTEM'in Mumcu suikastı ile şu veya bu şekilde ilgilendiği anlamına gelir. Türkiye'de herkes çok iyi bilir ki Yeşil, adı faili meçhullerle anılan karanlık bir adamdır. Yeşil'in gelişinin somut belgesi o defterin yok edilmesidir.
- JİTEM mi yok etti defteri?
Tabii, bu Yeşil'in oraya geldiğini bilen JİTEM'in bir müdahalesidir. Aynı zamanda Yeşil'in kontrolden çıktığı, ya da JİTEM'le o dönemde ters düştüğü anlamına da gelir. Bir şekilde JİTEM'e mesaj vermek için Mumcu ailesini kullanmak istemiş olabilir.
- Ozan adlı esrarengiz kişinin ziyareti neden önemli?
Bu şahsın ziyaretinden şunu anlıyoruz ki, Güldal Mumcu ölümle tehdit edilmiştir. İşte Güldal Hanım'ın 19 yıl aradan sonra bu kitabı yazmasındaki en büyük faktör bu tehditlerdir. Ben şahsen Güldal Mumcu'nun tehditler karşısında yıllarca sabırla beklemesini, bir ana yüreğinin çocuklarını koruma içgüdüsüne bağlıyorum. Bu tehditlerin hala devam ettiğine de inanıyorum. Güldal Mumcu 19 yıl sonra ezber bozmuştur. 'Ben hiçbir zaman suikastı İslami terör örgütü işledi demedim' ifadesi çok önemlidir. Bu açıklaması ile gözleri JİTEM'e ve dolayısıyla bugünkü adıyla Ergenekon derin devletine çevirmiştir. Türk gladyosu, kontrgerilla, çete, mafya ve PKK- Ergenekon ilişkilerinin yeniden ele alınmasının önünü açmıştır.
Mumcu'yu kim öldürdü? - Sizce kim öldürdü Uğur Mumcu'yu?
Bu işin Türkiye'de devletin içine nüfuz etmiş terör örgütlerinin taşeronluğunda, CİA ve MOSSAD'ın kontrolünde işlenmiş olma ihtimali çok yüksektir. Uğur Mumcu suikastını 1993 yılında bir şekilde susturulan Turgut Özal, Adnan Kahveci ve Eşref Bitlis'in sır ölümlerinden ayrı düşünmemek lazım. Bu dört isim 4 ay içinde hayatını kaybetti. 24 Ocak'ta Mumcu, 5 Şubat'ta Kahveci, 17 Şubat'ta Bitlis ve 17 Nisan'da Özal öldü. Hepsinin ortak noktası PKK- derin devlet, yani Ergenekon ilişkileri konusunda ulaştıkları bilgi ve belgelerdi. Ben bu isimlerin aynı merkez ve azmettiricileri tarafından susturulduğuna inanıyorum. Kullanılan taşeron örgütler dahi aynı. Hatta bu dört isme 1997 yılında garip bir trafik kazasında hayatını kaybeden ve otopsi yapılmadan gömülen Susurluk Komisyonu Raportörü Akman Akyürek'i de ekleyebiliriz.
Kayıp bir çanta - Onunla Mumcu cinayeti arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
Bakın Güldal Mumcu'nun kitabında özellikle belirttiği bir konu var. Bence bu bilgiyi paylaşarak bir mesaj vermeyi ya da birilerinin dikkatini çekmeyi hedefliyor. Mumcu suikastından sonra eve ilk gelen kişinin Tuncay Özkan olduğunu yazıyor. Meclis Susurluk Komisyonu Raportörü Akman Akyürek ile Tuncay Özkan'ın ilişkileri mutlaka mercek altına alınmalıdır. Akyürek Aralık 1997'de öldüğünde, ya da öldürüldüğünde çantası garip bir şekilde ortadan kayboldu. O çantayı ele geçirenler çok önemli bilgilere ulaştı.
- Birinin ölümü aydınlanırsa diğerleri üzerindeki sır perdesi de kalkar mı?
Ben 2013 yılından itibaren bu cinayetlerin çözüleceği düşüncesindeyim. Özal cinayeti ilk aydınlanacak vakadır. Yakında yeni iddiaların ve bilgilerin gündeme geleceğini, Mumcu'nun da yeni bilgileri paylaşacağını umut ediyorum. Güldal Hanım, bu kitapla derin devlete, siyasete ve medyaya bir yoklama çekti. Devamı gelecektir
- Nasıl bir bağ kuruyorsunuz Çakıcı ile Mumcu suikastı arasında?
Bağ kurmuyorum sadece tespitte bulunuyorum. Ben merkez sağ partilerde görev yapmış bir siyasetçi olarak bu cinayet aydınlansın diye kellemi ortaya koydum. Bedelini de ödettirdiler bana. Alaattin Çakıcı, Mumcu öldürülmeden iki gün önce Ankara'ya geliyor ve Meclis'in hemen karşısındaki Büyük Ankara Oteli'ne yerleşiyor. Bu bilgi bana ulaşınca hemen aynı komisyonda görev yaptığımız rahmetli Ahmet Priştina ile otele gittik. Çakıcı, 22-23 Ocak tarihlerinde otelin 806 numaralı odasında kalmış. Bu bilgiyi kayıt altına aldık. Susurluk kazasından sonra açılan çete davasında Meclis Komisyonu'na ifade veren eski Astsubay Hüseyin Oğuz'un ifadesinde, Çakıcı'nın Mumcu suikastına karıştığı iddiası var. Bu arada mafya içindeki bir hesaplaşma neticesinde öldürüldüğü düşünülen Tevfik Nurullah Ağansoy'un açıklamalarını da unutmayalım. Ağansoy, Çakıcı'ya, 'Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili tüm bildiklerimi anlatacağım' dedikten hemen sonra öldürüldü. İlginçtir, Çakıcı'nın kaldığı tarihlerde otelin müşterilerinden biri de Ekonomi Bakanı Tansu Çiller'di.
Savcıların ölümü - Cinayeti soruşturan savcılardan ikisinin ölümleri şüpheli. Buna ne diyorsunuz?
Tam 4 savcı görev yaptı bu soruşturmada. İlk savcı Ülkü Coşkun tam üç kez kendi isteğiyle ayrılmak istemiş soruşturmadan. İkinci savcı Mehmet Tayhan göreve başladıktan iki ay sonra kalp krizi sonucu ölmüş, otopsi yapılmadan defnedilmiş. Üçüncü savcı Tevfik Hancılar da kalp krizinden ölmüş ve ilginçtir ona da otopsi yapılmamış. Hancılar öldüğü gün DGM Savcısı olarak HEP davasına katılacaktı. Dördüncü savcıyı kurtaran cinayetle ilgili kararın verilmesi olmuş.
- Ölen savcıların aileleri şu anda otopsi istemiyor mu?
Kesinlikle istemiyorlar. Çünkü olayın yeniden gündeme gelmesinden ve otopsi ihtimalinden tedirginlik duyuyorlar. 'Eşlerimizin korumaları varken canına kıydılar, bizi kim koruyacak' diyorlar. O insanların bu işlerle uğraşacak güçleri de istekleri de yok.
Hesaplaşan Türkiye - Gelinen nokta itibariyle cinayetin aydınlatılması için ne yapılmalı?
Türkiye, son dönemde hızlı bir değişim süreci içine girdi. Bizim cinayeti araştırdığımız dönemde Ankara Valisi Erdoğan Şahinoğlu'na, 'Mumcu'yu neden korumadınız' diye sorduk. Aldığımız cevap bugün bile hala beni şaşırtır. 'Biz kendisinin Ankara'da yaşadığını bilmiyorduk' dedi koca vali. Şimdi eski Türkiye'nin hali buydu. Oysa bugün darbelerle, statükoyla, Ergenekon'la , JİTEM'le hesaplaşan bir Türkiye var. Güldal Mumcu'nun bu konjonktürün kıymetini bilmesi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la mutlaka görüşmesi lazım. Bir acı kahve içip yeni bilgileri paylaşması, TBMM'nde yeniden bir araştırma komisyonu kurulmasını sağlaması çok faydalı olur. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Özal olayında olduğu gibi DDK'yı harekete geçirebilir.
"Yeşil'in cinayetten sonraki mesajı net"
İlk günden itibaren cinayetin aracın kontak sistemine bağlanmış bir bomba düzeneğiyle işlendiğine kamuoyunu inandırmak istediler. Bunu yaparak saldırıyı gerçekleştirenlerin olay yerini ve Ankara'yı rahat terk etmesini sağladılar. Oysa Mumcu o kontağı hiç çevirmedi. Selda Bağcan'ın suikastı anlattığı bir şarkı var. 'Çevirdim anahtarı' diye başlıyor. O da bu yalanın etkisinde kalmış bir şarkı. Mumcu, uzaktan kumanda ile patlatılan bir bomba ile aracına binmeden önce öldürüldü. Yani anahtarı hiç çevirmedi. Yeşil'in eve yaptığı ziyarette sokaktaki camiden bahsederken 'Ti Cami' ifadesini kullanması boşa değil. Askeri literatürde 'ti' hedef anlamında kullanılır. Örneğin havacılıkta hedef üzerinde bulunma zamanı anlamına gelir. Yeşil o ifadeyi kullanırken, saldırıyı gerçekleştiren kişilerin cami avlusunda bulunduklarını ve patlamanın uzaktan kumandayla gerçekleştirildiğini anlatmak istiyor.
"JİTEM'İ 1980 YILINDA GÖRDÜM"
Resmen kabul edilmese de JİTEM diye bir örgüt vardı. Ben ilk kez JİTEM'le 12 Eylül 1980'den sonra görevli olarak bulunduğum Diyarbakır 2. Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı'nda karşılaştım. O dönemde yüzbaşıydım. Silopili Abdullah Barkın adlı bir şahıs JİTEM mensubu olduğunu bana açıkça söyledi. O dönemde sıkıyönetim vardı ve JİTEM yine işbaşındaydı. Düşünün, 1981'de faal olan JİTEM, Mumcu'nun öldürüldüğü 1993 yılına kadar imkan ve kabiliyet açısından kim bilir ne kadar gelişmiştir.
