Konuk Yazar Selahattin Gezer yazdı...
Hayat uzayda da vardır. Bizler hayatın yalnızca Dünya'da var olduğunu ve bizim bildiğimiz şekillerle (bitkiler, hayvanlar, insanlar ya da melekler ve cinler) sınırlı olduğunu sanıyoruz. Canlı varlıklar sadece bizim gördüklerimizden ibarettir. Eğer, maddenin içinde hareket eden atomlara bir anlığına bilinç verilse ve etrafında başka bir varlık olmasa, o atom sadece kendisinden ibaret olan bir hayatı ve varlığı bilecektir; "Benden başka canlı yok ve olması akla yatkın değil" diyecektir. Hangi varlık olursa olsun, yalnız başına bir yerde bilinç verilse, sıradan bir yaprak bile hayatı sadece kendinde bilecektir. Nerede olursa olsun, uzayın en uzak köşesindeki bir yıldız başıboş değildir; içinde ne varsa hayatlıdır. Ve hepsi kendine has dillerle Allah'ı tespih ederler.
BİZ KİMİN ÜMMETİYİZ?
Madem Hz. Resulullah (s.a.v.) âlemlere rahmettir ve kâinat O'nun için yaratılmıştır; öyleyse kâinat her an genişlerken, bütün ümmetinin ibadeti, haseneleri ve salavatlarıyla sebep olduğu ve bir misli de O'na yazıldığı için Efendimizin de makamı yükselmekte ve genişlemektedir. Bu satırları yazmaya başlarken, Hz. Resul-i Kibriya Efendimizin risaleti ve makamı, şu anki risalet ve makamıyla aynı değildir; genişleme devam etmektedir. İşte bu yüzden hiçbir kitap, Resul-i Ekrem Efendimiz'in (s.a.v.) makamını tam olarak anlatamaz, ihata edemez! Okunan salavat-ı şerifler, hayatımıza rehber edindiğimiz Sünnet-i Seniyye, O'nun makamını ve elini kuvvetlendirmektedir. Böyle bir hakikati, şefaatin yok olduğunu söyleyenler ve Efendimizden daha fazla konuşmaya çalışanlar anlayamazlar. Bunu ancak şuuru ve idraki sürekli genişleyenler anlar. Zira daima büyüyen bir şey ölçülere sığmaz. İşte biz böyle bir Resul'e ümmetiz ve böyle bir nimetle taçlandırılmışız; Rabbimize ne kadar şükretsek azdır, ne kadar salavat-ı şerife getirsek azdır.
YENİK DÜŞMEYELİM
Allah bize, O'nun sünnet-i seniyesini rehber edinmeyi, O'nun arzu ettiği şekilde ümmet olmayı, O'nun arzu ettiği şekilde kardeş olmayı, O'nun arzu ettiği şekilde uhuvveti ve ihlası kazanmayı nasip etsin. Madem Resulullah'ın makamı her an genişliyor, büyüyor, bizim de düşmana yenik düşmememiz için uhuvvetimizin ve ihlasımızın da her an genişlemesi gerekiyor. Her an İttihad-ı İslam kuvvetlenmelidir ki, genişleyen ve artan alçaklıklara, ihanetlere, türlü türlü oyunlara ve zındıka planlarına yenik düşmeyelim; bu genişlemelere ayak uyduralım. Kâinat genişliyor, Hazreti Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) makamı genişliyor; bizim de uhuvvetimiz ve ihlasımız genişlemeli ki bu muazzam genişlemelere ayak uyduralım. Yasak olduğu zamanlarda "Allah" demek, insanın dava adamlığını gösterir. Bediüzzaman Hazretleri, Allah demenin yasak olduğu, zulmün arşa dayandığı o dönemlerde, Kur'an'ın müdafaasından ve Allah'ın vahdaniyetini ilan etmekten zerre kadar çekinmemiş, imtina etmemiş; dünya adına bütün lezzetlere iman hizmetini tercih etmiş ve hidayeti esas maksat bilmiştir. Bediüzzaman'a düşman olmak, ispatladığı biricik hakikatlere düşman olmaktır. Ona düşman olmak, "Bana ne uhrevî hayata hizmet, bana lazım dünyadaki lezzet" demektir.

