İzmir... Türkiye'nin batıya açılan penceresi, denizin ufka karıştığı, rüzgârın eski taş sokaklarda dolaştığı şehir. Ne zaman Türkiye'de dindarlık ve muhafazakârlık konuşulsa, İzmir istisna olarak zikredilir. Kimi zaman "laikliğin kalesi" olarak anılır, kimi zaman da dindarlık açısından "mesafeli" diye etiketlenir. Ancak gerçek, bu klişelerin çok ötesindedir. İzmir'in dindarlığı gösterişli değildir. Caminin kubbesinden çok mahallenin sessiz sabahında yankılanan ezanla var olur burada inanç. İzmirli, dindarlığını bir siyasi kimlik gibi kuşanmaz; onu gündelik hayatın içine, kişisel ahlakına, ilişkilerine yedirir. Belki de tam da bu yüzden, dikkat çekmeden yaşar inancını
VİCDAN MESELESİ
İzmir'de dindarlık çoğu zaman vicdanla başlar. İnsanlara iyi davranmak, kimseye zarar vermemek, alın teriyle kazanmak, hak yememek... Belki beş vakit camiye gitmeyen bir esnaf, siftah yapmadıysa komşusuna müşteri gönderir. Çünkü "kazanç nasiptir" ve "kul hakkı" onun için cami kürsüsünden çok, baba evinde öğrenilmiş bir ilkedir. İzmir dindarlığı, kalabalıkların arasında yükselen tekbirlerle değil, bir sokak kedisinin başını okşayan ihtiyarın duasında saklıdır. Gösterişten uzak, iddiasız ama sahicidir. "İnanç görünmezse yok olur" diyenlerin aksine, burada görünmemesi, samimiyetin işaretidir.

Katip Çelebi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tahsin Koçyiğit
KIYI BAKIŞ AÇISI
İzmir'in dindarlığı, Anadolu'nun iç kesimlerinden farklı bir damar taşır. Bu şehirde seküler yaşamla inanç yan yana yürüyebilir. Aynı sokakta hem caz festivali afişi asılır hem de Ramazan'da mahalle iftarı kurulur. Cami ile kitap kafe, imam ile tiyatrocu, namaz kılan öğrenci ile felsefe kulübüne üye genç, bu şehrin olağan manzaralarıdır. İzmirlinin inancı, modernlikle kavgalı değildir. Zaten Osmanlı'dan bu yana Ege kıyılarında gelişen "aydın dindarlık" biçimi, halkın İslam'ı bireysel alanla sınırlamasına yol açmış, inancın siyasallaşmasına mesafe koymuştur. Bu da dini daha çok içselleştirilmiş bir kimlik olarak korumuştur.
DİN, TOPLUMSAL ALGI
İzmir'de din ve kadının kesiştiği noktalar da Türkiye ortalamasından farklı seyreder. Kadının kamusal alandaki görünürlüğü yüksektir. Başörtülü bir kadın, gönül rahatlığıyla belediye otobüsüne biner, üniversitede ders anlatır ya da sokakta başörtüsüz arkadaşıyla kol kola yürür. Bu durum, İzmir'in dindarlığında özgürlükçü bir damarın da bulunduğunu gösterir. İnanç burada kadını sınırlayan değil, ona alan açan bir formda var olur. "Tesettür" ya da "açıklık" İzmirli için kimseye yöneltilen bir yargı değil, bireysel bir tercihtir.
CAMİYE GİTMEK
Elbette İzmir'de camiler boş değildir. Ama burada cemaatten çok, bireyin kendisiyle baş başa kaldığı bir ibadet hali hâkimdir. Cuma namazlarında yan yana dizilen insanlar, çıkışta siyaseti değil, havayı, pazarı, torunlarını konuşur. Hocalar hutbelerinde çoğunlukla ahlaka, sabra, emeğe vurgu yapar. İzmirli, dini öğretisini siyaset meydanlarından değil, annesinin dizinin dibinden öğrenmiştir. Bu da ona farklı bir sahicilik kazandırır. Din, burada bir "görev" değil, içten gelen bir "yakınlık"tır.
BİRLİKTE YAŞAM KÜLTÜRÜ
İzmir'de Musevi, Hristiyan, Müslüman ve seküler kesimler asırlardır yan yana yaşamıştır. Bu çoğulculuk, inançlara karşı hoşgörülü bir toplumsal yapı oluşturmuştur. Dolayısıyla İzmir dindarlığı, diğerine tahammülsüzlük üretmez; tersine, farklı inançların bir arada yaşamasına imkan tanır. Bugün Konak'ta ezanla çan sesinin birbirine karışması, Karataş'ta havranın, Alsancak'ta kilisenin hâlâ ayakta olması tesadüf değildir. Bu şehir, inancın baskıyla değil, gönüllülükle yaşanabileceğinin doğal örneğidir.
İNANCIN İÇTEN YAŞANDIĞI ŞEHİR
İZMİR, inancın en yüksek perdeden değil, içten bir tonda yaşandığı şehirlerden biridir. Ne dindarlığını vitrin yapar ne de inançsızlığı ötekileştirir. Sessizdir ama sahicidir. Bu yüzden İzmir'de inanç konuşulmaz; yaşanır. Belki de bu yüzden, Türkiye'nin en tartışmasız camisi burada yükselir: Hisar Camii. Gürültüsüzdür, görkemlidir ama gösterişli değildir. Tıpkı İzmir'in dindarlığı gibi...

