ÖZKAN BİNOL
Meral Konrat, Ali Erdoğan'ın yazıp yönettiği "Küçük Ama Önemli Rol" adlı tiyatro oyunuyla sanat dünyasına bir döndü, pir döndü. Oyunculuğuyla birçok tiyatrocudan tam not aldı. İlk reklamcıların keşfettiği Konrat daha sonra hem sinemada hem de moda dünyasında fırtına gibi esti. Yurt dışı dahil birçok ödülün sahibi oldu. Tiyatro oyunu vesilesiyle bir araya geldiğim Konrat'ı ben de soru yağmuruna tuttum. O da Türkan Şoray'dan Tarık Akan'a kadar pek çok şey anlattı. Keyifle okuyun.
-Küçük bir rolde oynayıp yoksa oyunun reklamını mı yapıyorsunuz?
M.K- Dostlar aradığında "Tiyatroya başladım provaları var" diyorum. Onlar da "Aaa ne güzel, adı ne" diye soruyorlar. Ben de "Küçük ama önemli bir rol" diyorum. "Önemli değil, önemli olan tiyatro falan" diye bir şeyler söylüyorlar. Sonra "Adı ne?" diyorlar tekrar. Ben de adı "Küçük ama önemli bir rol" diyorum. Önce bir durup afallıyorlar, küçük büyük önemli değil, oyna falan yapıyorlar. Ben de şakaya vurup "Bu sadece oyunun adı, rolüme gelince büyük mü küçük mü izleyince öğrenirsiniz" diyorum.
-Ali Bey, yazarı ve yönetmeni olduğunuz oyun neyi anlatıyor?
-A.E- Hayattaki rol kavramı üzerine bir oyun yaptık. Roller bizi kesmiyor. Başrol istiyoruz. İstiyoruz da ne kadar yeterliyiz? Ne kadar kaldırabilir, neleri feda edebiliriz? Başrol istiyoruz ama burada da aile kavramı giriyor işin içine. Anne, baba ve aile desteği ne kadar destekleyebilir bu durumu. Küçük ama önemli rollerle yetinmeyen insanların başrol istemeleri sürtüşmelere, çatışmalara, birçok şeye sebep veriyor. Bu çatışma ve sürtüşmeleri ne kadar kaldırabiliriz hayatta? Yani oyun biraz rol kavramı, bunu hak eden hak etmeyen insan kavramı üzerinde duruyor. Aslında çok derin bir hikayeyi çok duygusal, insani, yer yer esprilerle de süsleyerek anlatıyoruz.
-Sanat dünyasına nasıl girdiniz?
M.K- Annem ve babam Kırım'lı. Oradan Konya'ya yerleştirilmişler. Ben de Karaman'da dünyaya geldim ve orada yetiştim. Babam hep "Kızım doktor ya da avukat olacak" derdi. Ben de resim yapmayı çok seviyordum. Gizlice güzel sanatlar fakültesine kaydımı yaptırdım. Ama film gibi bir hikayesi var. O zamanlar ablam burada evliydi. Babama "Çapa'ya ön kaydımı yaptıracağım" diyerek İstanbul'a geldim. Tabii ki oraya yaptırmadım çünkü kan gördüm mü tutar beni. Hayatta doktor olamam. Neyse yetenek sınavlarını kazandım ve kaydımı yaptırdım. Daha sonra babam bunu öğrendi. Hani niye iç mimarlık diye sorarsanız, babam kızmasın diye en azından bir titri olsun dedim. Aslında resim bölümünü seçmek istiyordum. Babam kızdı ama mimar lafını duyunca da yumuşadı.
-Öğrenciyken reklam yıldızı oldunuz değil mi?
M.K- Reklam ajansı sahibi olan birisi bizim fakülteye geliyordu sürekli. Saçlarım çok uzundu ve bir şampuan reklamında oynamam için beni ikna etmeye çalıştı. Bende "Babam kızar, bir de reklamda oynarsam kesin beni üniversiteden alır" dedim. Bana "Öyleyse yüzünü boyayıp başka bir reklamda oynatacağım seni" dedi. Olur mu olmaz mı diye düşünürken "Bak çok güzel harçlık kazanacaksın okuman için sana faydası olacak" dedi.
Ücreti de öğrenince hemen reklam filmini çevirdim. Yüzüm tamamen boyalı ve ben bile kendimi tanımıyorum. Sadece yarım bir şekilde geçerken tanınıyorsun ve babam anneme demiş ki "Meral'i ne kadar andırıyor bu şekilde döndüğünde"...
-İlk hangi projeye evet dediniz?
M.K- Ben önce "Yok sinema düşünmüyorum. Orası kurtlar sofrasıymış ben sinemaya girmeyeyim" dedim. Sonra Orhan Oğuz'un vefat eden eşi Nurhan Oğuz geldi ve benim önüme bir senaryo koydu. Sonra da bana "Tarık Akan'la oynayacaksın" dedi. Ben öylece kalakaldım. Orhan Oğuz o arada Talat Bulut'la "Her şeye Rağmen" diye bir film çekmiş ve yurt dışında ödül üstüne ödül almıştı. İşin içinde onlar olunca senaryoyu okudum ve kabul ettim. Adı " Üçüncü Göz"dü. Oradaki rolümle "Ankara Film Festivali"nden ödül aldım. Umut veren kadın oyuncu ödülü, tabii benim ilk filmim olduğu için böyle bir ödül yoksa en iyi kadın oyuncu ödülü verilecek. Bir anda gazetelerde, radyolarda gündeme geldim...
-Bir de "Türkan Şoray'a benzerliğiniz var...
M.K- Türk Sineması'nın kilometre taşlarından biri Türkan Şoray ve onun filmlerini seyrederek büyüdüm ben. Türkan Şoray gibi bir insana benzetilmem bir kere çok gurur verici. Fakat her zaman "Beni Türkan Şoray'a çok benzetiyorsunuz. Türkan Şoray olmak için çaba sarf etmiyorum, ben Meral Konrat'ım" dedim.
- Onunla tanıştınız mı?
M.K- Türkan Hanım'la birkaç kere bir araya geldik. Arif Keskiner bir gün "Türkan Hanım orada gel seni tanıştırayım" Benim tıfıl zamanlarım. Bir heyecanla gittim yanına. Arif Ağabey "Türkan bak kimi getirdim, Meral Konrad'ı getirdim yanına " dedi. Türkan Hanım bana bir baktı, şöyle bir ayağa kalktı, geriledi falan, ben de heyecandan öleceğim, titriyorum. Türkan Şoray'la karşılaşmışım ya, sonra bir anda çekti gitti. Orayı terk etti. Ben başladım ağlamaya. Arif Ağabey
"Bunlar güzel şeyler, sakın ağlama". dedi
-Demek ki ciddi ciddi rakip olarak düşünmüş sizi..
M.K-Öyle ama gerçekten çok saygı duyduğum çok sevdiğim bir isim. Belki o anda psikolojisi iyi değildi ya da başka bir şey vardı ama ben çok üzülmüştüm. Onu çok seviyorum ayrı bir şey. İyi ki var, her zaman da başımızın üstünde olsun.
-Bütün filmlerin ödül almış. Sanat filmi çekenler neden Meral Konrat'ı oynatmıyor?
M.K- Bunu ben de çok merak ediyorum. Bir ara TGRT 'de altı yıl program yaptım. O dönem bana gelen projeleri için TGRT dedi ki, "Bize soracaksın, boşluğumuz varsa çalışabilirsin." Ben de tabii yaşam mücadelesi veriyorum. Gelen çok güzel senaryolar oldu. Kabul ediyorum deyip TGRT'ye gösterdim "Kabul edemezsin, biz başlıyoruz" dediler . Sonra onlarla apar topar dizi yaptık. Dışarıdan gelen her iş olduğunda kanal bir proje koydu karşıma. Durum böyle olunca da ilk tercihim kanal olmak zorunda kaldı.
"Gerçekten deli olduğumu sandılar" -İzmir deyince aklınıza ne geliyor?
İzmir deyince Karşıyaka geldi aklıma. Çeşme'deki yazlığıma giderken Topçu'da yediğim çöp şiş kalmış aklımda. Bir de İzmir Efes Oteli. TRT için bir dizi çekerken orada kalmıştık. O dizide yaşadıklarımı unutamam. TRT'ye "Mırıl Mırıl Münevver" adında bir dizi çekiyorduk. Kasabaya gelen subaya genç kız aşık olmuş ama zorla başka bir adamla evlendirilmiş. Adam dayaktan, kumardan kızı mahvetmiş ve kız kaçıp ailesinin evine sığınmış. Ailesi de Münevver'i tekrar başkasıyla evlendirmiş. O da kumarcı çıkmış. Adam iflas ettiği için intihar etmiş. Bunun üzerine kız aklını oynatmaya başlamış. Bu arada köyün delisi var. Elinde bir kuş kafesi ve subay kıyafetiyle dolaşıyor. Kız bunu gördüğü zaman o aşık olduğu subay zannedip peşine düşüyor çıplak ayak. Ailesi Münevver'le başa çıkamayınca tımarhaneye atıyor. Diziyi Manisa'daki akıl hastanesinde çekiyorduk. Yönetmenimiz çekim olduğu anlaşılmasın, gizli çekim yapalım" dedi. Kameraları öyle sakladılar ki ben bile görmüyorum. Araba geldi, indirdiler beni ve kapıda teslim edecekler.İki tane izbandut gibi kadın geldi. Koluma girdiler ve çeke çeke götürüyorlar içeri. Ben de direniyorum . Bir ara "Stop" diye bir şey duydum ve "Tamam bırakabilirsiniz" dedim. Bırakmıyorlar... Ben durmadan "Bıraksanıza" diyorum. Onlar da kızıyor bana. Bir de nasıl kuvvetliler, kollarım mosmor olmuş. Sonra setten birileri geldi de kadınları ikna etti. Hakikaten benim deli olduğumu ve kendini çekimde sandığını düşünmüşler.
