Sinemaya giden profil değişti. Evlerden çıkmama eğilimi arttı. '15 liramı veriyorum bir de yol, çoluk çocuk, mısırdı derken masraf artıyor' diye düşünülüyor
ÖZKAN BİNOL
Bu haftaki konuğum Yetkin Dikinciler. Bir yıldır "Profesyonel" adlı tiyatro oyunu kapalı gişe oynayan değerli oyuncu bugünlerde "Şems ve Mevlana'' adlı oyunun prömiyerine hazırlanıyor. Her zaman yeteneği ve efendiliği ile takdir toplayan Yetkin Dikinciler tiyatro sinema ve sanat dünyasıyla ilgili düşüncelerini bizimle paylaştı. Keyifle okuyun.
Yetkin Bey çok uğurlusunuz. Ben Yeni Asır'daki ilk pazar röportajımı sizinle yapmıştım. Çok da güzel bir sohbet olmuştu. Hatırladınız mı?
Evet evet. Hatta ben röportaj yaptığımı bile unutmuştum. Çünkü siz sanki biz bize konuşuyoruz havasına büründürüyorsunuz.
SALİM'İ ARIYORUM Sohbete ''Babam ve Oğlum''la başlamak istiyorum. O filmde ilginç bir rolünüz vardı.
Neden ilginç dediğinizi anlıyorum. Filmde ilk olarak senaryoya Çağan'la(Irmak) baktığımızda ben heyecan duyup Ayvalığa Seferihisar'a gittim. Beyazperdede görene kadar ilginç bir rolüm olduğunu anlamamıştım. Biraz da kendinizi hayata bırakınca, hayatı önemseyen bir oyuncu olarak aslında yapılan işi önemsemenin yapılan işe önem atfetmenin sizin göreviniz olmadığını anlıyorsunuz. Siz sadece üstlendiğiniz sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyorsunuz. Çağan Irmak tarafından çok güzel bir hikayede özel bir insanı oynamakla görevlendirilmiştim. Aslında bir oyuncu olarak yapabileceğim en iyi şey sette çalışırken yönetmenin direktiflerine kendimi emanet edebilmekti sonradan dönüp baktığımda kimimizin hikayelerini duyduğu kimilerimizin televizyonda gördüğü kimimizin yakından yaşadığı adamlardan birini oynuyordum. Başkalarınca biraz geri görülen en kibarıyla sıra dışı başka farklı görünen biri. Kim farklı değil ki aslında peki onun farklılığı niye onu dışarı atsın zaten Çağan onu öyle bir yere koymuş ki ne olursanız olun size de hayatta yer var demiş ve sadece onun yazdıklarından sette söylediklerinden ilham aldım bir dakika ben böyle değilim deyip gözlemeler yapmadım. Aslında itiraf ediyorum içimdeki Salim'i aramaya başladım. Çünkü insanın olanaklar bütün olduğunu düşünüyorum günün birinde katil olma mevcuttur bizde. Çok iyi bir şey yapma olasılığınız var Orhan Pamuk gibi Nobel alabilir ya da James Cameron gibi Avatar'ı yapma imkımız var. Aklınıza gelebilecek her şeyin çekirdekleri bizde saklı bizimde içimizde saklı ama ne gariptir ki içimde ben de o kadar saf bir adam hissettiğim için o yüzden seyirciye de sıcak geldi bu rol .
O filmin finalinde kardeşinizin cenazesinden döndüğünüzde babanız bir kriz geçiriyor ve teyzenizin (Şerif Sezer oyunuyor) yönlendirmesiyle babanızı bir kenara atıp geçiyorsunuz ve sonra ev halkı kendine geliyor.
Evet oradaki kilit cümle de şu: '' Gitmek isteyenin önünde dağ olsan duramazsın''. "Benim yüzümden" diye kendini parçalayan bir babaya karşı bir hayata döndürme sahnesi.
SİNEMA İYİYE GİDİYOR Çağan Irmak "Melodram"ı yeniden yorumladı ve sinema tarihinde unutulmayacak bir filme imza attı. Ne dersin?
Bizde öyle düşünüyoruz.
Yeni Türk sinemasını nasıl buluyorsunuz?
Çok zor beğendiğim şeyler oluyor. Ülke kötüye gidiyor ama sinema daha da iyiye gidiyor. Toplulukların kaybolduğu yerde sanat kazanır ne yazık ki bu böyledir. Sanat daima aydınlık yarınları arar. Ülkemizdeki şartların ve son yıllarda hem teknolojik hem de iletişim anlamında küreselleşen dünyanın bunu beslediği gerçek. Bir zamanlar tiyatro için söylenen televizyon tiyatroyu öldürdü lafı vardı. Şimdi sinema içinde söylenmeye başladı. Sektör çalışanları ortaklaşsa da tüketenleri ortaklaşamıyor iyi bir televizyon izleyicisi etkilenebiliyor. Sinemaya giden profil değişti. Evlerden çıkmama eğilimi arttıkça sinemayı televizyon türevi işler yansıtmaya başlıyor. Bu da benim umudumu kırmaya başlıyor. Bence ''15 liramı veriyorum bir de yol, çoluk çocuk, mısırdı derken masraf artıyor'' diye düşünüyorlar. Oturduğum yerden bu ayrımı koyamam tabii. Tek bildiğim şey televizyonda da sinemada da hayatta da hikiçten samimi anlatmak kurallı olmak belden aşağı olmamak ahlaki kuralları gözeterek yaklaşmak lazım. Mesleki anlamda söz ediyorum. Bunun peşinde olan ve beyaz perdede yayınlanmayı başarabilmiş niteliği hedeflemeliyiz. Nitelikten yoksun bir başarı bizi niteliksiz sadece bir nicel çoğunluk yapar.
''Usta'' nasıl bir filmdi? Doğan Usta nasıl bir karakterdi?
Adeta Doğan gibi yaşayan bir adamdı. Öte yandan kendi hayallerini peşinden koşan hayat arkadaşı Emine vardı. Bütün bunların dışında günümüze uzak bir dönem filmiydi. Bahadır Karataş Eskişehir Üniversitesi'nden. Reklam yönetmeni ve ikisi çok etkili filmler çekiyor Mete Özok'la. Ayrıca Mirsad'la çalıştık, görüntü yönetmeniydi. Ama sözün özü bu topraklarda yaşayanların kendi değerlerinin farkına varması yani özkaynak sözcüğünü burada kullanabiliriz. Mutlulukla çalıştığım bir filmdi. Birçok alt başlığı vardı mesela ''Bunca yıldır motor ustasıyım görmediğim tanımadığım halletmediğim motor arızası kalmadı ama kadın arızası adamın feleğini şaşırtır'' Bir adamın her şeyi çözebileceğini ama kadına derdini anlatmakta zorlanacağını anlatan sistem ve birey ilişkisine değinen farklı bir işti.
Mavi gözlü dev Nazım Hikmet'i beyazperdede yorumlamak nasıl bir duygu?
Söz her zaman onda zaten. O sözün ustası, dünyada Türk şairi olarak bilinen en önemli kişi. Türkçe'nin en güzel söylerini duygularını dile getirmiş insan. Moskova'ya mezarını ziyarete gittiğimde sadece bir zamanların vatan haini ve gurbet ellerde ölmek zorunda kalmış biri değil aynı zamanda dünyanın sevdiği ve ziyaret edilen biriydi. Vala Nurettin'in dediği gibi ''Bu dünyadan Nazım geçti'' iyi ki geçmiş iyi ki oldu da günün birinde Nazım'ı oynama görevi bahşedildi. Sadece bir oyuncu olarak rol oynamanın dışında bir sorumluluk aldığımı düşündüm. Onunla ilgili bir ödül aldığımda kendiliğinden o anda saçımı gözümü benzetmeye çalıştım ama en önemlisi layık olmaya çalıştım demiştim. Umarım layık olabilmişimdir.
SEYİRCİLER DEĞİŞİYOR
Layık olduğunu düşünüyorum. Sanıyorum Nazım Hikmet'le ilgili çekilen en kapsamlı filmdi.
Evet Buket İlhan yönetti Metin Belgin senaryosunu yazdı. Dolunay Soysert, Uğur Polat, Özge Özberk hepimiz gönüllü olarak bu işi yaptık iyi ki de yaptık.
Biraz da oynadığın "Profesyonel" adlı tiyatro oyunundan konuşsak
Bülent Emin Yarar ile oynuyorum bu oyunda. 1991 yılında geçiyor. Dağılmış olan Komünist yöntem demir perdeden sıyrılmış sosyalist öz yönetimi bile olsa baskıcı olarak bakılan Tito dönemini eleştiren bir oyun. Sırbistan'da ya da Türkiye'de, Mısırda sistem ve birey karşıtlığını çok güzel bir şekilde anlatıyor. Sisteme uyunca nasıl cici evlat oluyorsun, uymayınca nasıl tokatlanıyorsun, biraz daha yaramazlık yaparsan nasıl dövülüyorsun. Ben o dönemlerde baskıcı rejime karşı olan bir entellektüel adamı oynuyorum. 18 yıl boyunca Tito döneminin neferlerinden bir polisin takip ediyor kendisini. Yazınsal olarak çok değerli oyun, katmanları parantez içleri olduğu gibi paylaşılıyor, başına gelenleri o gün başıma şu geldi deyip geri dönüyor onu yaşıyor iki insandan özele bir insan çıkıyor ve kendilerini aynaya bakarken buluyorlar seyirciyle birlikte. Övünmek gibi olacak ama neredeyse kapalı gişe oynuyoruz. Seyirci oyunun hak ettiği ilgiyi gösteriyor.
Her oyunda seyirciniz değişiyor başka bir yorum getiriyor musunuz?
Tek değişmeyen şey metin. O seyirci 130. oyunu da oynasanız da ilk defa gelmiştir. Onun enerjisi size yeni bir enerji verir mesela ben karnıyarık çok seviyorum. Ama her seferinde daha önceden zaten karnıyarık az yemiştim diye sıkılırsam karnıyarığın da tadı kalmaz. Tiyatroyu karnıyarığa benzettiğim için çok kızacaklar. Çok sevdiğim için öyle dedim. O yeniden olan aslında tiyatronun tekrarlanamayacağının sihridir.
Perde açmak kutsal bir görevdir Sen polemiklere girmiyorsun. Seni zorda da bırakmak istemem ama sormam lazım. Perde ne olursa olsun açılmalı diyenler var. Sen de onlardan mısınız?
Polemik olarak sormadığınız için samimi düşüncemi söyleyeyim bunu: Bir kapitalist düşünceyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Yani sen benim elemanımsın başına ne gelirse gelsin çalışacaksın. Ama bunun ötesinde şeylerde var perde açılır, bu bir ahlaktır. Olur olmaz şeylerle kapatamazsınız. Mesleğiniz tiyatroysa perde açmakta sizin kutsal görevinizdir. Kutsallık tartışılır, benim için önemi yok ama kimi insan kafam dağılsın diye oyuna geliyorsa bende yakınımı kaybettikten iki gün sonra o ölümü unutturması ya da hayatı başka türlü görebilmek için sahneye çıkılabileceğini düşünüyorum.
Mevlana ve Şems hikayesi heyecanlandırdı Yeni projeler ne durumda? ''Şems ve Mevlana'' projesi vardı.
Özden Yula sevdiğim bir dostum ve en iyi yazarlardan biri. Onun ''Şems Unutma'' isimli bir romanı var nisan ortasında prömiyerini yapmayı düşünüyoruz. Sema Keçik, Teoman Kumbaracıbaşı, Sinan Tuzcu, Beste Bereket ve ben oynayacağız. Jehan Barbur da müziklerini yapacak. Bir nevi şiirsel bir hareket bütünlüğü olacak, "Mevlana ve Şems" hakkında bir hikayeye tanık olacak izleyici. Daha yaratım aşamasında olduğu için çok heyecanlıyım orada hikayeyi anlatmaya gelen Mevlana Şems'ini kaybetmiş. Bir yabancıya bu işin nasıl olduğunu bir rüya üzerinde n anlatmaya çalışıyor ve herkes bunu tartışır oluyor.
2010'da İstanbul Avrupa kültür başkentiydi. Bu konuda sizin de çorbada bir tuzunuz oldu mu?
2010'da hayat ortalamasını orta yaş aktörlüğüne denk getiren biri olarak benim de çorbada tuzum oldu. Yekta Kara'nın organize ettiği ilk açılışta şiir okudum. Bir de bir belgeselin seslendirmesini yaptım.
