"Aşk iki şeye dönüşüyor; bir sevgi, biri nefret. Ortası yok. Bir tümör gibi. Geri çekildiği zaman büyük bir boşluk kalıyor ve onu doldurmak lazım"

Bu haftaki konuğumuz TRT İzmir Televizyonu'nun başarılı sunucusu Hakan Urgancı. 1970'te İzmir'de dünyaya gelen Urgancı, İzmir Özel Türk Koleji'nden mezun olduktan sonra Bilkent Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümü'nü bitirdi.
Hakan Bey hergün canlı yayın yapıyorsunuz. Heyecan oluyor mu? Yaşadığınız zorluklar neler?
Elbette bu işi heyecan duymadan yapmak mümkün değil. Bunun haricinde gelen bazı konuklarım kalp krizi geçirecek kadar heyecanlı. Dikkat ediyorum; topluluk önünde konuşmaktan çekinen bir sürü insan var. Bu çok doğal bir duygu. Çocukluğumda bende de vardı.
Ben heyecanımı olumlu şekilde kullanabiliyorum ve bunu libido vesilesiyle yapıyorum. Beni dinleyen herkese ilk defa yemeğe çıktığım bir karşı cins gibi bakıyorum. Bu heyecan olumlu, besleyen bir heyecan. Onlara müthiş bir aşkla bakıyorum.
Ağzından çıkan her kelime dünyanın en önemli kişisinden çıkıyormuş gibi baktığım zaman iyi olacak çocuk on dakika sonra iyi oluyor. Olmayacak için yapacak bir şey yok. İki tür konuk oluyor. Zar zor konuşan, bu heyecanı sürekli yaşayan, boğazı sürekli kuruyan, terleyen, sorulara kısa yanıtlar veren zor konuklar. Onları açmak zor çünkü müthiş bir güven pompalamak gerekiyor.. Birde profesyonel konuklar var; beş lira ver konuştur, on lira ver susturamazsın.. Onlara da bakışlarla bir şeyler anlatmaya çalışıyorum.
Televizyonda izlediğim kadarıyla o tür kişileri susturmak pek mümkün olmuyor.. Yüzde kaç oranda başarılı olabiliyorsununuz?
Doğrusunu söylemek gerekirse yüzde 60- 70 arası ama 80 değil. En azından ben izleyicilere elimden geleni yaptığımı gösteriyorum..Bu arada başka bir noktaya daha değinmek isterim; sizin ne kadar sosyal ve hoşsohbet olduğunuz televizyon karşısında çok fazla bir önem taşımıyor. Aksine en iyi sunucular ve oyuncular içine kapanık insanlardan çıkıyor. Örneğin, ben ekranda herkesi konuştururum, ama gündelik hayatta herkesle konuşmaktan zevk almam. Sosyal insanların bir çoğu kendileriyle baş başa kalmaya tahammül edemedikleri için yanlarında kim olursa olsun birilerini istiyorlar. Aşık maşuk ilişkisi vardı. Kendileri maşuktur, sizi aşık olarak kabul ederler..
'Ben Kim, Konuşmak Kim' ve 'Karizma' isimli harika iki kitabınız var.. Yazma serüveniniz nasıl başladı?
Aslında yazmaya Özel Türk Koleji'nde okuduğum yıllarda başladım. Kendimi bildim bileli günlük tutarım. 14 cilt günlüğüm var. Sayfalara öğretmenlerimin karikatürlerini çizerek yazardım. Birgün edebiyat öğretmenim günlüğümü ele geçirdi ve alıp götürdü. Ben de endişe içinde bekliyorum. Kendisini, seksi lateksler içinde süper bir kahraman olarak çizmişim.. Neyseki hiçbir şekilde kızmadı ve çok geniş bir hayal dünyam olduğunu, yazmaya devam etmemi söyledi. Destek verdi. Böylece yazmaya devam ettim. İlk kitabım ''Ben Kim Konuşmak Kim'i 2008'de yazdım. Topluluk önünde kendini ifade etmekte zorlanan insanlara, çok eğlenceli bir rehber niteliğinde yazdım bu kitabı. Bugün bu kitap birçok üniversitede ve dershanede ders kitabı olarak okutuluyor. Ardından, kitaptaki bazı özelliklerden karizmanın nasıl bir şey olduğunu sorgulamaya başladım. Ve karizma kitaplarını incelemeye başladım. 'Karizma' isimli kitabım da bu şekilde ortaya çıktı.
Siz kendinizi karizmatik buluyormusunuz?
Kendimi karizmatik bulmuyorum. Ben yalnızca karizmanın kitabını yazmış bir adamım (kahkahalar)..
Ama bence karizmatik bir insansınız
Aksine karizmayı öğrenmek için yazdım bu kitabı. Ve ben kitaptan sonra daha karizmatik bulunduğumu düşünüyorum. Çünkü, kitabı yazarken kendime ters düşmemek için kitaptaki tespitlerimi kendimde uygulamaya çalıştım.
Üçüncü kitabınız da yolda sanırım..
Evet. Hayat, kadın erkek ilişkileri üzerine..
Aşkla herkesin bir derdi var..O nedenle en çok ilgi gören yazılar aşk yazıları..
Aşkla sevgi arasındaki farkı ben çok net bulduğuma inanıyorum. Bir kişinin birine sevgi mi aşk mı duyduğunu anlıyorum. Örneğin; anne baba çocuk ilişkisinde tam bir fedakarlık olduğu söylenemez. Anne baba kendi canına duymaktadır o sevgiyi.. Oysa aşkta kendini bile bile ateşe atma vardır. Aşkta sevginin kendisi önemlidir. Başroldeki kişi tamamen karşıdaki insandır. 'Sen bu kadının nesini seviyorsun?' dendiğinde; 'Bilmiyorum'' deniyorsa kesin aşıksın.
Aşkın bir ömrü var mı sizce?
Elbette var. Aşk ihtiyaç olduğu kadar var. Aşk iki şeye dönüşüyor; bir sevgi, biri nefret. Ortası yok. Bir tümör gibi. Geri çekildiği zaman büyük bir boşluk kalıyor ve onu doldurmak lazım. Bu ya sevgi, ya nefret oluyor. Ben aşka biraz sufi manada bakıyorum. Dünyadaki bütün aşklar mutsuz biter, kavuşulunca sona erer çünkü aşk ilahi bir olgudur. Gerçek aşk yaratana duyulan aşktır. Bir insana duyulan aşk, sadece bir başkasının varlığında erimek adına yaratana ulaşmadan önce yapılan aşkın provasından ibarettir. Aşk hem bir ödül, hem bir cezadır. Aşk insan evrimi için gerekli olan ilk sınavdır.
İlham denilen anlar... Kadın, erkek ilişkilerini neden yazmak istediniz?
Çünkü, derdim var. Özellikle insan doğası ve insanın karanlıkları üzerine yazan herkes gibi yaşamla ve kendimle derdim var. Herkes bunu bir şekilde dışa vurur. İnsanlar iç sıkıntısını kimi zaman kavga ederek, kimi içine kapanarak, kimi madde bağımlısı olarak, kimi çok eş değiştirerek, kimi de yazarak ifade eder. Pasif agresifler yazarak ifade eder. Biz de diyoruz ki; kendisiyle ilgili derdi olmayan hiç kimse iyi yazamaz. İletişimde ne kadar kötüyseniz o kadar iyi yazabilirsiniz.Benim gibi orta bir iletişiminiz varsa orta yazabilirsiniz. Dışa vurumu olmayan, sık sık sözü kesilen insanlar vardır.. Yeteri kadar kibarsanız sözünüz sık sık kesilecektir. Oysa yazarken sözünüzü kimse kesemez. Ve o yüzden kalem vasıtasıyla boşalabilirsiniz. Kalem dik durur ve kalem bir iktidar aracıdır. İyi yazabilmek için biraz insan orucu tutmanız gerekir. Yazı insan orucunun iftarıdır. O zaman karnınız doyar. İyi yazabilmek için biraz insandan uzak kalmalısınız. Ben ne çok tok olduğumda, ne çok aç olduğumda iyi yazabilirim. Asıl çok iyi yazılar tasarlamadan, tuşlara bastığınızda içinizden akan yazılardır. Sanki bir kuvvet size yazdırıyordur. İşte ilham denen anlar o anlardır.
Liderlerin karizması Karizmayı nasıl tanımlarsınız?
Otoriter, baskıcı, sizden biraz yüksekte bakan, 'Ağır abi' dediğimiz karizma.. Bu eski çağın karizmasıdır. Buna; 'Ben benim' diyoruz. Başbakanımızın da sahip olduğu karizma bu.. Ancak bugünkü, Obama'nın temsil ettiği değerlerle daha karizmasız, daha zarif, karşısındakini daha ön plana çıkaran, 'Ben senim' diye karşıdakini odak alan yeni bir karizma çeşidi. Bakın bu empatiyle kazanılabilir. Kitapta bunu anlatıyorum. Ya da Türkiye'den bir örnek verirsek; klasik karizmanın Türkiye'deki temsilcisi Tayyip Erdoğan iken günümüzün karizmasına yakın olan Kılıçdaroğlu.. Kendisi karşısındakine daha çok empati yapıyor. Kendini karşısındakinin yerine koyarak konuşuyor. İddiasız bir görüntüsü var. Türkiye'nin alışkın olmadığı bir karizma tipi bu. Dünya buna doğru gidiyor. Çünkü internet çağındayız. Artık peygamber gibi mistik figürlere yakında ihtiyaç kalmayacak. 'Ben senim' karizması bundan sonra yükselecek bir karizma tipi. Ben üçüncü karizma tipini; öğrenilemeyen, doğuştan elde edilen karizma tipini tercih ederim. Bu; 'Ben hiç kimseyim' demektir.. Bunu öğrenmenin bir yolu yok. Burada siz biraz anarşist bir tip olmalısınız. Kuralları hiçe sayan, kimseyi iplemeyen. Ne sizi, ne de kendisini ciddiye almayan. Bu tiplerden politikacı çıkmaz çünkü politikacı birilerine gıdı gıdı yapmak zorundadır. Bu kişi ancak bir kaos ortamında kendini lider durumunda bulabilir. Ben buna ''Karizmasızlığın karizması'' derim..Örneğin; Okan Bayülgen ve Hülya Avşar..
