BİR ŞEHRİ OKUMAK / Araştırma: Göksu Özden Öner
Türk şehirlerinin siluetini kale, cami ve ev verir. 15. yüzyıldan sonra, Anadolu şehirlerinde surlar önemini yitirdiği ve yerleşmeler sur dışına taştığı için, şehir, dini yapılar etrafında anonim ve iddiasız bir doku oluşturan mahallelerin, sınırsız yayılmasından ibarettir. Aynı özellikleri Manisa'da da görmek mümkün.
15. yüzyılda Saruhanoğulları'ndan Osmanlılara geçen şehir, sur dışına tamamen taşarak dini yapılar çevresinde gelişti. Manisa'nın esas gelişimi, özellikle Osmanlılar döneminde kendini gösterdi. Osmanlı hakimiyetine geçen yerlerde devlet otoritesinin yerleşmesi için ele geçirilen yerlere ve önemle "sancak" haline getirilen eski beylerin merkezlerine hanedan mensubu şehzadeler tayin edilirdi. Osmanlı Devleti, 1410 yılında Saruhan Beyliği'ni kendi topraklarına dahil edince, bu bölgeyi Anadolu Eyaleti'ne bağlı Saruhan Sancağı olarak teşkilatlandırdı ve sancağı Manisa, Menemen, Marmara, Adala, Nif, Ilıca, Güzelhisar, Gördük, Kayacık, Tarhaniye, Akhisar, Gördes ve Demirci olmak üzere 13 kazaya ayırdı. Manisa 1437-1595 yılları arasında Osmanlı şehzadelerinin saltanat tecrübesi kazandıkları Batı Anadolu Bölgesi'nin en önemli siyasi merkezlerinden biri haline geldi. Bu dönemde 2. Murad, Fatih Sultan Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman, 2. Selim, 3. Murad, 3. Mehmed ve 1. Mustafa gibi daha sonra Osmanlı tahtına da oturmuş padişahların içerisinde olduğu 16 şehzade Manisa'da sancakbeyliği yaptı.
GELİŞİM HIZLANDI
Manisa'nın şehzadelerin eğitim merkezi olması, şehrin gelişimini hızlandırdı. Manisa'ya ilk gelen şehzade Fatih Sultan Mehmet'ti ve Fatih'ten sonra gelen şehzadeleri okutmak için Manisa'ya birçok alim ve hocalar gönderildi. Bundan dolayı cami ve medrese sayısı fazlalaşarak Manisa büyük bir kültür merkezi haline geldi. Şehzade şehri olmanın avantajını kullanan Manisa, 16. yüzyılda ekonomik, siyasi ve kültürel bakımdan canlı bir Osmanlı şehri görüntüsü vermekteydi. 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise "sancak" haline getirilen eski beylik merkezlerinden Amasya, Sivas, Konya, Trabzon gibi önemli şehirlerin yanında ayrı bir önem taşımaktaydı ve diğer şehirlerden öne geçti. Çünkü Manisa, bu dönemde ekonomik bakımdan oldukça iyi durumdaydı, geniş topraklara sahipti ve İstanbul'a oldukça yakındı. Şehir bu dönemde öylesine önem kazanmıştı ki şehre yaşanması muhtemel göçleri önlemek amacıyla çalışmalar yürütülüyordu ve nüfusun artması engelleniyordu. 16. yüzyılda Manisa, şehzadeler için küçük bir İstanbul'du. Uzun bir saltanat tarihinin geçişini Manisa üzerinden görmek ve değerlendirmek mümkün, bu değerlendirmenin en kolay yollarından biri ise dönem içerisinde inşa edilmiş yapıları gözden geçirmek.
16. yüzyılın ihtişamı inşa edilen yapılarla görselleşiyor
16. yüzyıl başında inşa edilen Sultan Külliyesi dönemin gücünü ve ihtişamını yansıtan örneklerden biri ve Yavuz Sultan Selim Han'ın eşi, Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi olan Hafsa Sultan tarafından yaptırıldı. Hafsa Sultan, Sultan ünvanıyla bilinen ilk padişah annesi. Cami, medrese, imaret, hankah, sıbyan mektebi Hafsa Sultan hayattayken yapıldı. Darüşşifa ve hamam yapısı ise Hafsa Sultan'ın ölümünün ardından oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından inşa ettirildi. Bugün hala mesir macunu şenliklerine ev sahipliği yapan Sultan Cami, geleneksel değerleri günümüze taşıması bağlamında da önemli bir konumda. Külliye içerisinde Cami ile medrese aynı avluyu paylaşırken, cami yapısı 16. yüzyıl Osmanlı Mimarisinin Manisa'daki en önemli örneklerinden biri. Mermer minberi oyma ve kabartmalarıyla ve kadınlar mahfilinde yer alan ahşap oymalarıyla önemli bir örnek oluşturuyor.
İhtişamıyla en az Sultan Külliyesi kadar dikkat çeken bir diğer yapı toğluluğu ise Muradiye Külliyesi. Sultan 3. Murad tarafından yaptırılan caminin projesini ise dönemin baş mimarı Sinan'ın hazırlaması yapının önemini artırıyor.
MİMAR SİNAN'IN PROJESİ
Muradiye külliyesi, cami, medrese, imarethane, dükkanlar ve iki adet çeşmeden oluşuyor. Külliyenin ana yapısı olan cami, 3. Murad tarafından 1583-1585 yılları arasında yaptırıldı. 3. Murad'ın Manisa'daki şehzadelik döneminde burada bir cami yaptırdığı ancak halka yetersiz gelince şuan ki mevcut caminin yapımının gündeme geldiği biliniyor. Caminin projesi, dönemin baş mimarı Sinan'a ait ancak Sinan, inşaat esnasında bulunamadı. Çalışmalarda Mimar Mahmud Ağa görev aldı. Mahmud Ağa'nın ölümünün ardından Mimar Mehmet Ağa inşaatı sürdürdü. Muradiye Camii, Mimar Sinan'ın Manisa'daki tek eseri. Mimar Sinan her ne kadar ilerlemiş yaşından ötürü bizzat inşaatında Manisa'da bulunamasa da yapı Klasik Dönem mimarisinin gelişmiş özelliklerini ilk görüşte yansıtmakta ve Sinan eli değdiği anlaşılmakta . Külliye çarşı üzerinde, eğimli bir araziye inşa edildi. Topografyada çarşı tarafına doğru eğim bulunması ve caminin yanında yer alan mezarlık simetrik bir yapılaşma sağlanmasını engelledi. Yapıların bu farklı konumlanışıyla birlikte caminin 16. yüzyılın önemli İznik çinileri, kalemişlerini barındırması ve en önemlisi Mimar Sinan eseri olmasıyla ziyaret edilmesi gereken ve dönemin ihtişamını yansıtan yapılardan biri. Bu iki büyük yapı topluluğu dışında İbrahim Çelebi Camii, Hüsrev Ağa Hamamı, Derviş Ali Camii, Lala Paşa Camii, Alaybeyi Camii ve sıbyan mektebi, Dilşikar Külliyesi, Arapalanı, Yakut Ağa Sibyan Mektebi, Molla Şaban Sibyan Mektebi, Hacı Mustafa Ağa Sibyan Mektebi, Cumhuriyet Hamamı bu dönem içerisinde inşa edilen yapılardı.
En parlak dönem
Yeni yapıların inşası ihtiyaçtan doğmaktaydı ancak imparatorluğun en parlak dönemine yakışır gösterişe de sahiptiler. Bugün külliyeler başta olmak üzere söz konusu yapılar şehrin siluetini oluşturuyor. Manisa'ya gerçekleştirdiğimiz bir ziyarette Saruhanoğulları döneminde inşa edilen İshak Çelebi Külliyesi ile Sinan'ın projesi olan Muradiye Külliyesi arasındaki mesafe bize şehirleşmenin ne denli geliştiğini, şehrin sınırlarının ne kadar genişlediğini gösteriyor. Aynı zamanda geçen süre içerisinde Türk mimarisinin göstermiş olduğu gelişimi de Manisa'da inşa ediilen yapılar üzerinden okumak mümkün.
