BİRKAN YÜKSEL
Reis Çelik'in 1998 tarihli 'Hoşçakal Yarın' filminde, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını yargılayan askeri mahkemenin reisi Ali Elverdi rolündedir. Film Deniz rolü için yaşı hayli geçkin Berhan Şimşek tercihiyle, ideolojik yönelimiyle ve okul piyesi düzeyini aşamadığı gerekçesiyle sert biçimde eleştirilen, tartışılan bir filmdir.
Bir sahnede Gezmiş, mahkeme heyetine savunmasını okurken zekice bir espri yapar. Salonda gülüşmelere yol açan bu anda, mahkeme heyetinin soğuk bakışlarının arasına Elverdi'nin kendini tutamayarak koyverdiği yarım bir kahkahanın sedası sıkışıverir. Elverdi hemen kendini toparlar, sert ve tavizsiz tutumuna geri döner. Toplamda üç ila dört saniye süren bu an, vasatı aşamayan filmin en unutulmaz kadrajıdır. Türk sinemasında kırılma yaratan çok sayıda önemli yapıt ve bu yapıtların içinde ışıldayan onlarca unutulmaz performansı arasında ilk sıralarda değil belki 'Hoşçakal Yarın'. Ama Kurtiz'le ilgili meramımı anlatmak için birebir bu örnek.
Tuncel Kurtiz, hiç kuşku yok ki perde ve sahnenin en büyük oyuncularından biriydi. 1964'te 'Şeytanın Uşakları' filmiyle başlayan sinema kariyerinde sayısız oyunculuk eşikleri yarattı.
Yeşilçam döneminin, salon filmlerinin yan rolerini üstlendiği ilk dönem işlerinden, toplumcu gerçekçi sinemanın yüz aklarına, televizyonun fenomen dizilerinden, yeni Türk sinemasının alışılmadık hikayelerine değin her uğrakta anıtlaşan büyük performanslar sergiledi. Parıldayan filmlerin parıldayan oyuncusuydu. Ama aynı zamanda o derece ışık saçmayan hikayelerin de kurtarıcısı, taşıyıcısı oldu her büyük oyuncu gibi.
"Onun olduğu bir film kötü olamaz" yargısıyla somutlaşan bir izleyici refleksinin, Türk sineması özelindeki temsilcilerindendir Kurtiz. İçinde bulunduğu hikayeyi aşan bir duruş ve hava, gerçekliği kendi bedeninde ve oyununda yeniden kuran yoğun bir tabiilik hissi, yüzüyle ve sesiyle hikayeden özerkleşen, ondan önce var olmuş ve ondan sonra da yaşamaya devam edecek karakter bir kurulumu. Dünyada 'büyük' sıfatını önüne katan bütün oyuncularda olduğu gibi Kurtiz'in filmografisinde de bu denklem rahatlıkla saptanabilir.
FUKARANIN SİNEMASI
Tuncel Kurtiz bir parça Yılmaz Güney demek. Henüz kariyerinin başında iken 'Üçünüzü de Mıhlarım' (1965), 'Son Kuşlar' (1965), 'Haracıma Dokunma' (1965), 'Silahların Kanunu' (1966), gibi aksiyon filmlerinde yolları kesişti ikilinin. Bu dönemde Güney ağdasız ve yalın oyunculuğu ile hızla sivriliyor, tiyatrodan sinemaya geçmiş olan Kurtiz ise karakter oyuncusu olarak ve bazen birkaç dakikayı aşmayan görüntülerle hikayeye dahil oluyordu. Dakikalar hızla artmaya ve Kurtiz dünya çapında bir oyuncu olduğunun sinyallerini güçlü biçimde vermeye başladı. 1966 yapımı Lütfü Akad filmi 'Hudutların Kanunu', ikilinin birlikte yer aldığı projeler içinde en önemlilerinden biriydi. Akad'ın toplumun sinemada genellikle görmezden gelinen çukurlarına yönelttiği kamerası önünde Kurtiz ve Güney yıldızlaştılar. İleride Kurtiz'in deyimiyle 'hep fukaranın sineması'nı yapacak olan bu önemli birlikteliğin ilk ürünlerinden biri bu filmdi.
KIRILMA NOKTASI "UMUT"
Ancak iki ismin birlikteliğinin kuşkusuz en unutulmaz sonuçları, Güney'in yönetmenlik koltuğuna oturduğu ve toplumcu sinemanın başyapıtları arasında sayılan ürünlerde ortaya çıktı. 1970 yapımı 'Umut' hem politik sinemanın kırılma anlarından biri olarak hem de Güney'in Cabbar, Kurtiz'in hamal Hasan rolüyle devleştiği performanslarıyla bugün dahi referans olmayı sürdürüyor. Daha sonra 1978'de Nemrut ve tavizsiz Hamo ile devleştiği 'Sürü' ve bana kalırsa kariyerinin en ışıltılı anını imleyen 1983 yapımı 'Duvar'da da bu birliktelik devam etti.
HAMO'DAN TONTON ALİ'YE
Kurtiz'in iyice olgunlaşan oyun tarzı özellikle bu iki filmde izleyiciye unutulmaz anlar yaşatır. Gerektiğinde oğlunu acımasızca döven, çevresindekilere karşı son derece sert bir görüntü sergileyen feodal Hamo ile çocuk mahkumların 12 Eylül cehenneminde iyice kötüleyen mapusluk hayatında şefkat ve sevgi timsali bir 'baba' figürü olan Tonton Ali arasındaki mesafeyi akıl almaz bir doğallıkla kateden Kurtiz, hikayelerin gerektirdiği esnekliği etkili bir metot oyunculuk ile birleştirerek, yönetmenine de başarıyı altın tepside sunar.
YENİ DÜNYANIN KAYBEDENLERİ
Kurtiz-Güney birlikteliği büyük filmler yarattı evet ama oyuncunun kariyerinin diğer bölümü de bir başyapıtlar geçidini andırıyor. Tunç Okan filmi 'Otobüs'te (1974) alışıldık geride ama etkili performanslarından birini ortaya koyar Kurtiz. Öyle ki adını bile işitmeyiz ama yüzündeki çizgilere sinen sahici, yoksul ve umutsuz görüntüsü ile yokluktan göçen isimsizler içinde sivrilir, yeni dünyanın kaybedenlerinin bir tür imgelemine dönüşür onun hüznü.
VE ALTIN PORTAKAL
1978 yapımı Erden Kıral filmi 'Kanal'da, 'Abuzer Dayı' rolünde görünür. Yine Erden Kıral'ın 'Bereketli Topraklar Üzerinde' filminde ise hem oyuncu hem senarist olarak döktürür. Kıral, Orhan Kemal'in romanından Mahmut Tali Öngören'in uyarladığı senaryoyu beğenmemiş ve yenisini Kurtiz'e sipariş etmiştir. 1979'da yönetmenliğini de yaptığı 'Gül Hasan'la yazarlığı da taçlandırılır ve en İyi Senaryo' dalında Altın Portakal kazanır.
Uzun süren ve malum mecburiyetleri de acı biçimde hatırlamamıza vesile olan yurtdışı döneminde de oyunculuk yapmayı bırakmadı Kurtiz. Yurda döndüğünde Yeni Türk Sineması ilk yapıtlarını veriyor, Kurtiz'i izlemenin tadına doyulmayan bir başka dönem açılıyordu. Tunca Yönder'in "Bir Aşk Uğruna" filminde Enver rolüyle yardımcı erkek dalında Altın Portakal'a uzandı. Derviş Zaim'in dünya durdukça anılası ağıtı 'Tabutta Rövaşata'da Reis, Barış Pirhasan'ın 'O da Beni Seviyor'unda çeribaşı karakterlerine can verdi. Fatih Akın'ın kesişen yollar türündeki çalışması 'Yaşamın Kıyısında' onunla daha güzelleşen, onsuz eksik kalacak, o derece anımsanmayacak filmlerden biriydi. Tomris Giritlioğlu'nun yakın tarih draması 'Güz Sancısı'nda Kamil Efendi'yi, Ahmet Nihat'ın 'Siyah Beyaz'ında ise görmüş geçirmiş güzel bir ağabeyi; Ahmet Nihat'ı oynadı. Son filmi ve büyük bölümü İzmir'de çekilen 'Mutlu Aile Defteri'nde ise yıllar sonra yine otoriter ama Ali Elverdi kadar sinir bozucu olmayan bir askeri canlandırdı.
Aşağıdakinin sesi...
Onlarcasını dışarıda bırakarak etrafında gezindiğim bu filmografinin yanı sıra, Kurtiz'i Ezel'in Ramiz Dayı'sı yahut Muhteşem'in Ebu Suud Efendisi olarak hatırlamak daha kolay gibi görünüyor. Belki böyle bir anıt oyuncunun bu vesilelerle yeni kuşaklarla tanışmasını bir kısmet olarak görmek de mümkün. Ama Kurtiz'i yalnızca bunlarla anmak eksiklik olur. Hayatının önemli bölümünü ve mesleğini fukaranın, aşağıdakinin, sesi daha az duyulanın sinemasını yapmaya adamış bir büyük oyuncuya yalnız 'Dayı' diye seslenmek yeterli değil.
"Işıklar sönmeyecek loooo...."
Sırtladığı filmlerden biri de Reis Çelik'in yönettiği 1996 yapımı Işıklar Sönmesin. Haydar Ağa rolünde yine küçük ama son derece kudretli bir oyun ortaya koyar Kurtiz. Film, Kürt meselesinin bugünkü kadar kolay konuşulamadığı bir tarihte perdeye 'karşı taraftan' somut insan halleri getirişiyle tartışılan ve özellikle didaktik senaryosuyla yine yoğun biçimde eleştirilen bir yapım. Finalde, film boyunca cılız bir ihtimal olduğunu bildiğimiz barış ihtimalinin rafa kalktığı ve çatışmaların yeniden başladığı gürültülü bir sekansın içinden Haydar Ağa rolündeki Kurtiz'in taklit edilemez, derine işleyen cızırtılı çığlığı duyulur; "Işıklar sönmeyecek loooo
77 yıllık ömrüne sığdırdığı sayısız başarısına karşın bir röportajında kendisiyle ilgili övgü sözlerine; "Ayakkabıcının ustası olur, sanatçının olmaz" yanıtını verecek denli olaağanüstü bir insani saygıyla anmak boynumuzun borcu. Haydar Ağa'nın öngörüsü, bu büyük oyuncunun can verdiği ışıltılı hikayelerde yeniden anlam buluyor. Sinemamızda hep hatırlanacak, hep parıldıyacak bir ışık Tuncel Kurtiz.
