ENGİN TATLIBAL
Hayatımda Santorini'ye benzer bir yer görmedim ve bundan sonra da göreceğimi pek sanmıyorum.
Girit'ten ayrıldıktan sonra kuzey yönünde 90 ila 100 deniz mili seyr-ü seferin ardından kıraç tepelerinde ve yamaçlarında tek bir ağacın dahi görünmediği Santorini adasına ulaştık. Yüksekliği belki üç yüz metreyi bulan falez şeklinde düz duvar kayalıkların üzerinde bembeyaz evler ve yanı sıra mavi kubbeli kiliseler selamladı bizi. Tekne aracılığıyla Louis Olympia'dan ayrılarak küçük iskeleye ulaştık. Elimizi alnımıza siper edip başımızı dik bir açıyla yukarı çevirdiğimizde duvar ve pencerelerini görebildiğimiz Fira köyüne tırmanmak için iki yol vardı; 4 euro karşılığında teleferiğe binmek ya da 5 euro karşılığında on beş dakikalık bir eşek yolculuğu yapmak. Biz ikincisini seçtik.
Eşek sırtında dolambaçlı bir patika yoldan düz duvarı tırmandık ve muhteşem bir manzara ile karşı karşıya kaldık. Duygu da ben de ilk kez eşeğe bindiğimiz için bu yolculuk çok daha inanılmaz ve unutulmaz oldu. Sürekli semere tutunmamızı gerektiren hafifçe sarsıntılı bir yolculuğu göze alırım derseniz, yolunuz bir gün Santorini'ye düştüğünde Fira köyüne mutlaka eşek ile tırmanın.
Ve eşek yolculuğunun ardından Fira'ya ulaştığınızda kurallara uyan her turist gibi Oia köyüne gitmeniz gerekiyor. Bunun için 1.60 euro ödeyerek 20 dakika süren bir otobüs yolculuğu yapmalısınız. Oia köyü, Yunanistan'ın turizm afişlerinde yer alan dağ yamacına kurulu, bembeyaz evleri ve mavi kubbeli kiliseleri olan küçük bir köy. 50 yıl öncesinde başıboş eşeklerin gezindiği ve halkın süngercilik ve balıkçılık yaparak yaşayıp gittiği bir yer iken günümüzde dünya jet sosyetesinin uğrak yeri haline gelmiş, dev yolcu gemilerinin her gün binlerce yolcu taşıdığı bir turizm cenneti olmuş durumda. Pek çok gezi ve turizm otoritesinin dünyada mutlaka görülmesi gereken yerler listesine aldığı Oia köyünde yaklaşık yarım saat geçiriyoruz ve yine otobüsle Fira'ya dönüyoruz. Eşekle çıktığımız kaya duvarı aynı yolla inme şansımız yok. Ya eşek patikasından yürüyerek ineceğiz ya da teleferiğe bineceğiz. İkinci yolu seçiyoruz ve 4 euro ödeyerek üç dakikada aşağıya vasıl oluyoruz.
Santorini'nin merkezi konumunda olan Fira köyü, dünyaca ünlü markaların mağazalarının, şık lokantaların ve lüks otellerin bulunduğu bir yer haline gelmiş durumda. Ben Fira'nın, Oia'nın ve tüm Santorini'nin 50 yıl önceki halini hayal etmeye çalışıyorum Louis Olympia'ya dönerken. Teleferik istasyonunun duvarlarına asılı eski fotoğraf ve kartpostallar işimi kolaylaştırıyor.
ÖZGÜRLÜK ADASI MİKANOS
Louis Olympia'nın Kuşadası'na dönmeden önceki son durağı, Akdeniz'in birkaç özgürlük adasından biri olan Mikonos oluyor. Mikonos'un merkezindeki küçük koyun fazlasıyla Foça'yı andırdığı, aklımıza gelen ilk düşünce. Bununla birlikte kültürel dokunun ve mimarinin nasıl büyük bir özenle korunduğunu görünce Türkiye'nin Ege kıyısındaki şehir ve kasabaları adına fazlasıyla üzüldüğümü söylemeliyim.
Mikonos bir özgürlük adası ve esasen ne demek istediğim anlaşılmıştır diye düşünüyorum; eşcinseller burada hiçbir baskı ve dışlanma hissetmeden özgürce kendilerini ifade edebiliyorlar. Biz de henüz gece hayatının debdebesinin başlamadığı akşam saatlerinde Mikonos'un yumuk yumuk ve olağanüstü güzel sokaklarında dolaşan, her birinin ayrı bir albenisi olan kafelerinde vakit geçiren çok sayıda gay çift görüyoruz.
Mikonos tipik bir Yunan adası ve Bodrum'u andırıyor. Ancak Mikonos mu Bodrum'a benziyor, yoksa Mazhar Alanson'un "Hatıralarımızın üzerine oteller dikmişler" dediği Bodrum mu Mikonos'a -hala- benziyor, bilemiyorum.
Birkaç saat geçirme fırsatımızın olduğu Mikonos'ta 50 yıllık bir taverna olan Kostas'ın yerinde bir süre oturduktan sonra Louis Olympia'nın yolunu tutuyoruz.
Gemideki son gecemizi bavullarımızı toplayıp kalan son ücretsiz içecek haklarımızı değerlendirmekle geçiriyoruz. Sabah olduğunda beş gün önce ayrıldığımız Kuşadası Limanı, pırıl pırıl bir güneş ve Balıkçılar Kahvesi'nin taze çayı ile karşılıyor bizi. Arşipel'in diğer yıldızlarına yapılacak yolculukların hayali ile İzmir'e doğru yol alıyoruz...
BİTTİ
