METİN BURMALI (HABER MERKEZİ)
O, Metin Hara. 1982 yılında İstanbul'da doğdu ve Üsküdar Amerikan Koleji'ni bitirdi. Üniversite sınavlarına hazırlandığı sırada evlerine gelen telefonla babasının geçirdiği trafik kazası sonucu ölüm döşeğinde olduğunu öğrenen Hara, yaklaşık bir yıl boyunca ev ve hastane arasında mekik dokudu. Ölümden dönen ve hayatının geri kalanını yatağa bağımlı olarak yaşayacağı belirtilen babasının fizik tedavi seanslarıyla tekrar ayağa kalktığına şahit olan Hara, bu süreçte yaşadıklarını da göz önüne alarak insanlara daha faydalı olmak amacıyla üniversite tercihini İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi'nden yana kullandı. Çapa Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü'nde eğitimini tamamladıktan sonra fizyoterapist olarak göreve başlayan Hara, seneler içerisinde "tamamlayıcı tıp" diye tanımladığı birçok tekniğin de eğitimini aldı. Aynı zamanda Enerji Tıbbı Uzmanı olan Metin Hara, dünyanın dört bir yanında aldığı eğitimlerle birçok enerji tekniğinin bilgisini de modern tıp bilgisiyle sentezleyerek etkin bir tedavi ekolü benimsemeye başladı.
Sevginin ve düşünce gücünün neler yapabileceğini bilimsel ve uygulamalı olarak göstermek için Yaşar Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi'nin konuğu olarak İzmir'e gelen Hara, öğrendiği çeşitli enerji teknikleriyle panik ataktan depresyona, omurga sorunlarından madde bağımlılığına, kanserden migrene kadar değişik türlerde rahatsızlıkları olan insanlara tamamlayıcı tıp desteği veriyor.
Sufizmle ilgili bir filmde de derviş rolünü oynayıp ödül alan ve kendisini aynı zamanda "yeniçağ dervişi" olarak tanımlayan Hara, insan bedeninde var olan bütün reaksiyonların uyarısının beyinden geldiğini belirterek; "İnsanoğlu zihninin tutsaklığından kendini özgürleştirdiğinde imkansız diye bir kavram var olamaz" dedi. Yurt içi ve yurt dışında "İllüzyonu Aşmak" konulu eğitim ve motivasyon seminerleri veren Metin Hara, yoğun talep üzerine 23, 24, 30 Kasım ve 1 Aralık tarihlerinde Balçova İnciraltı'ndaki Wyndham İzmir Özdilek'te de seminer verecek.
-Hikayeniz ne zaman ve nasıl başladı?
12 yaşımda itibaren kendi içimde bir yolculuğa başladım. Ellerimi vücudumda ağrıyan bölgeye koyduğumda, ağrılarımı geçirebildiğimi fark ettim. Genetik bir hastalıkla doğdum. Faktör 8 protein eksikliği yüzünden oluşan bir hastalık. Kanımın pıhtılaşması yetersizdi. Babamda da bu hastalık vardı. Ayrıca bin 200'den fazla maddeye karşı alerjim vardı. Gerçekten hastalıklı bir çocukluk geçirdim. Ama zamanla hastalıklarımı kendi başıma yenebildiğimi ve kontrol altına alabildiğimi fark ettim.
Bir süre sonra bunun bir deli işi olmadığına, insanın normal özelliği olduğuna inanmaya başladım. Üniversite sınavlarına hazırlandığım sırada da babam ağır bir trafik kazası geçirdi ve zorlu bir tedavi sürecinin ardından ayağa kalkmayı başardı. Bunda doktorların payı büyüktü. Ben de mühendis olmayı düşünürken, Çapa'ya girmeye karar verdim ve fizyoterapist olarak 4 yıllık fakülte eğitimimi tamamladıktan sonra insanlara faydalı olmak için çaba harcadım.
Batı tıbbıyla ilgili eğitim alırken, bir yandan da kendimle ve doğu tıbbıyla ilgili çok ciddi çalışmalar yaptım. Doğu tıbbı ve batı tıbbı birbirine çok terstir ama aslında ikisi de birbirini tamamlar ve gittikçe hem okulda öğrendiklerim, hem kendi yaşantımda öğrendiklerim birleşip biraz daha tamamlayıcı, daha bütüncül bir bakış açısı kazanmamı sağladı.
-Sizi diğer fizyoterapistlerden ayıran özellik nedir?
Benim bu işi biraz psikolojik tarafıyla, içsel tarafıyla yapıyor olmam. Ben bir yandan o soruları sorarken, bir yandan sadece omurgasının duruşundan o insanın karakteriyle ilgili bazı şeyleri tayin etmeye başlıyorum. İş aslında gerçekten fizik tedaviyi direkt ilgilendirmiyor gibi gözükse de insan bedeninden bir sürü veri alarak bazı tedaviler yapılıyor. Seanslar yapılıyor, eğitimler veriliyor. Yani daha bütüncül bir bakış açısı var. Bu işi biraz psikolojik tarafıyla, içsel tarafıyla yapıyor olmam.
-İşi ne zaman profesyonelliğe döktünüz, 'ben oldum' dediniz?
Çapa'da okuduğum ilk iki sene küçük seminerler vermeye başladım. İnsan sağlığına nasıl daha bütüncül bakılır, nasıl koruyucu hekimlik yapılabilir, kendi kendimizin doktoru nasıl olabiliriz... Bu konularda kişisel eğitimler vermeye başladım, giderek talep arttı. Derken Türkiye'de yaşayan bir misyoner buldu beni, hastaydı. Onunla bireysel tedavilere başladık ve iyileşti. Sonra o gitti üç kişiye daha söyledi, onlar da başkalarına...
-Hastalığı neydi?
Kanser..
-Bir kanser hastasını ne yaparak, ne uygulayarak iyileştiriyorsunuz?
O kanser hastasının iyileşme süreci sadece benimle değil, kendisiyle de alakalı. Ama bariz bir gerçek var; kanserde plasebo etkisinin (farmakolojik olarak etkisiz, fakat telkine dayalı bir tür ilaç) ve motivasyonun kanserin seyrini değiştirdiğini gösteren araştırmalar yapılıyor; bizim de yaptığımız bu aslında. O iyileştirdiğim insanın çok büyük bir travması vardı, atlatamıyordu. Anlayışını geliştirerek, bakış açısını değiştirerek bambaşka bir insan haline getirdik onu. Bu da bedenin iyileştirici mekanizmalarını tetikledi ve kanserle savaşında onu çok fazla destekledi; hepsi bu.
-Tedavi yöntemlerinizden bahseder misiniz?
Benim yapmaya çalıştığım; hem uzman hekimlerle tedavilerini devam ettirmek, hem de bir yandan hastanın kendisini iyileştirebilmek için onu tedavinin içine dahil etmek.
Yani sadece ve sadece tedavi alıp pasif bir şekilde beklemek yerine bir şeylerde fark yaratmak. Burada en büyük fark aslında bizim yaptığımız şeyi çok fazla tanımlayamıyoruz.
Çünkü insanlar "Kişisel Gelişim" demeye çalışıyor ama kişisel gelişim eğitimlerinden çok büyük bir fark var. Genelde kişisel gelişim eğitimleri belirli bir ilgi alanıyla alakalı.
Yani ilgileniyorsa o tip bir eğitime gidiyor. Bize gelen kitle pek fazla böyle bir kitle değil. Her dinden, her dilden, her inançtan, her sosyo-ekonomik yapıdan insan gelip burada sonuç alabiliyor. Fark da şu: Kişisel gelişim eğitimleri bir inanca veya bir motivasyona veya bir ilgi alanına bağlıyken, bizimkiler tamamen tıbbi, net, uygulamaların sonuçları ölçülebilir ve son derece mantıkçı gitmesi. O nedenle gelen herkes ödevlerini yaptığı sürece yüzde 100 değişme garantisi veriyoruz.
-İlaç tedavisine karşı mısınız?
Asla ve asla ilaçlara karşı değilim sadece insanların şunu anlaması gerekiyor: Hastalığı yaratacak her şeyi yaptıktan sonra birkaç ilaç alarak bedeni iyileştirmeye çalışmak, bedeni yıpratmaktır. Burada insanların bedenini anlamasını bekliyorum. Özellikle ağrı kesici gibi şeylerde. Atıyorum benim alanım fizik tedavi. Beli ağrıyor. Orada mekanik bir bozukluk var demek. Yani bedende ağrı aslında bir şeyleri yanlış yaptığımızın habercisi. Ateşe dokunuyorsun acı hissediyorsun, kolunu çarpıyorsun ağrı hissediyorsun. Ağrı bedeni korumak için vardır ama nedense insanlar artık şeker yutar gibi ağrı kesiciler almaya ve bedenin bu iletişim metotlarını kısıtlamaya başlıyorlar. Şöyle söyleyeyim: Er ya da geç o ağrının kökünü dinlemediğin sürece o ağrı oktav oktav artacak ve ileride çok daha büyük bir hastalığı çağıracaktır... İlaç kullanımı doğru ve yerinde ise kaçınılmaz ama insanların üzerine düşen şeyleri yaptıktan sonra batı tıbbıyla ilgili gereklilikleri yapması gerektiğini düşünüyorum.
Dış dünya stresi tetikleyebilir ama asla yönetemez -Sizin nasıl bir tedavi yönteminiz var?
İnsanlar pek çok rahatsızlıkla doğabiliyor. Bunların bazıları geçebiliyor, bazıları geçmiyor. Ama insanlar genelde kendileri ve bedenleriyle ilgili sınırlarını bilmiyorlar. Birçok insan alerjileriyle ilgili, stres düzeyiyle ilgili, mide rahatsızlığıyla ilgili hiçbir şey yapamayacağını söylüyor ama ben bunun tam tersi olduğunu söylüyorum. Gerçekten bedensel anlamda gerekeni yapmıyorlar ve sürekli hasta kalıyorlar... Birçok hastalık aslında çok rahatlıkla geçer. Mesela mide hastalıklarının çoğu stresle alakalıdır. Bu tıpça da biliniyor. Bana diyorlar ki "Benim işim belli, çalışma durumum belli, ekonomik durumum belli... Ben hiçbir şekilde stresi azaltamam..." Hayır. Dış dünyada ne olduğu içerdeki stresi tetikleyebilir ama asla yönetemez. Bizim yaptığımız bedeni aslında olması gereken anlayışa ve fabrika çıkış ayarına geri döndürmek.
Sıfır riskle büyük dönüşüm -Doktorların bakış açısı nasıl?
Dünyanın birçok yerinden doktorlar hastalarını bizlere gönderiyor çünkü seanslarda herhangi bir makine ilaç kullanımına dair hiçbir şey yok. Tamamen risksiz, sıfır riskle yapılan şeyler. O nedenle doktorlar çok seviyorlar bizi. İkinci şeyler eğitimler. Eğitimlerdeki amaç insanların kendi bedenleriyle ilgili yapabileceklerinin sınırlarını genişletmesi. Hastalıkları olanlar gelip eğitimlerden sonra egzersizleri yapıp iyileşebiliyorlar. Mutsuzlukları olup gelip tamamen hayatı değişen insanlar var. Eğitimin en büyük özelliği tamamen ve tamamen uygulanabilir ve bilimsel olması. Yani biraz inanırız ve pozitif düşünürüz, inşallah iyi olurdan çok tamamen beyin dalgalarını yönetmek, hormonları yönetmek, beden duruşunu yönetmekle alakalı. Eğitimler genelde 8 dersten oluşuyor. Bu ilkse bu eğitim illüzyonu aşmak. Burada bedendeki enerjiyi kullanmaktan, beyin dalgaları arasındaki seyahate, işte beden zihin formasyonu ilişkisinden tutun, parasempatik sinir sistemini uyarmaya. Geçmişi temizlemeden tutun hastalıkları hissedip bedeni anlamaya, maddeye hükmetmeye kadar olan bir süreç var.
"Konuşup gitmeyi sevmiyorum" -İzmir'de başka seminerleriniz de olacak mı?
Yaşar Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi'nde öğrencilere ve etraftaki halka ulaşabilmek için tamamen ücretsiz bir etkinlik yaptık. Gelecek hafta iki hafta sonu sürecek "İllüzyonu Aşmak" eğitimi var. Tabii ki bu insanlar biraz daha kısıtlı sayılarda olacağı için çok daha pratik yapıp tam olarak istediğimiz şeyleri onlara öğretebilme şansımız var. Bugün de burada bu semineri dinleyenler hayatlarının sonuna kadar kullanabilecekleri birkaç teknikle dışarıya çıktılar. Bizim için esas olan bu. Ben sadece konuşup gitmeyi sevmiyorum. Çünkü o insan mutlu bir şekilde eve gidiyor ama ertesi gün o mutsuz olduğu hayata geri dönüyor. İnsanın hayatına dokunmak çok önemli... "İllüzyonu Aşmak" eğitimi de neredeyse katılan herkesin hayatını temelinden değiştirmiş bir eğitimdir.
"Herkes pozitifçilik oynuyor" -Eğitimlerinizde nelere karşısınız nedir?
Bizim eğitimimizin en büyük karşı olduğu şey, olumlamalardır. Mesela şimdi bu Amerikan tarzı bir furya var. Herkes pozitifçilik oynuyor. Ay sinirlenmedim diyor içinden deli gibi sinirleniyor. Sürekli olumlama yapmaya çalışıyor. Bu çok romantik gözükse de aslında insanların hayatında bir fark yaratmıyor. Çünkü olumsuz bir beyin dalgası üzerinde olduklarını bilmiyorlar. Çünkü bunu anlatan ve öğreten insanlar hiç insan bedenini incelememiş. Sadece kafalarında bir şey yaratmış olumlama yapıyorlar. Yani bugün kanserli bir hastanın ben bugün bu kanseri yeneceğim diyenlerin çoğu mezara gidiyor. Olumlama işe yarasaydı düzelmiş olurlardı. Bizim burada anlatmak istediğimiz bambaşka bir şey. Olumlu ya da olumsuz olmak, olumlu cümleler kurmak ya da kurmamak değildir. Hormonların ve hissinin bir bütünlüğüdür. Yani insanlar mesela ameliyathane kapısında "evet evet çok iyi olacak inanıyorum" diyorlar ama o sırada kalp atımı, beyin dalgası ve hissi hiç de pozitif değil. Bulunduğun beyin dalgası, olayı algılayış şeklini değiştirir. Algı, hissini değiştirir. Hissin tepkini değiştirir ve tepki bütün deneyimlerini değiştirir. O deneyimlerin bütünü de bizim hayatımız oluyor... Bizde siniri, stresi, gerginliği yapan şey bizim olayı algılayış şeklimizdir.
"Ben senden daha zenginim dedim" -İnsanlara ne gibi tavsiyeleriniz var?
Bedenlerine kulak astıkları sürece problemin nerede olduğunu anlama şansları olacak ve daha kaliteli yaşayacaklardır. Mesela bana birisi geliyor benim çalışmama lüksüm yok. 6 ay sonra öyle bir rahatsızlığı oluyor ki bir yıl çalışamıyor. İkincisi insanlar ciddi anlamda maddiyata boğulmuş. Bir gün Türkiye'nin en zengin ailelerinden birinin üyesi bana geldi. Dedim ki varlıklı mısınız? Evet, oldukça zenginim dedi. Haftada kaç gün çalışıyorsunuz dedim? 7 gün dedi. Çocuğunuz var mı dedim? Pek görmüyorum bakıcılar büyütüyor dedi. Ben sizden çok daha zenginim dedim. Ben kanserli annem ve sakat babamla sabah kahvaltı edip öğlen 12'de işe gidebiliyorum...
