ÖZKAN BİNOL
- Ayhan Bey siz "Gezme" burcunda mı doğdunuz?
Ben burçtan çok anlamam ama benim burcum Başak, yükselen burcum da Aslan. Gezi mi sever bunlar... Aslan sürekli dolaşır durur ama beni hayal kırıklığına uğrattı. Senegal'e gittiğimde atembel, jigolo, karı parası yiyen bir hayvan olarak gördüm aslanı. Ağacın altında yemek yiyip oturuyor, dişi aslan gidiyor avlanıyor. Erkek aslan hır yapıp avın en güzel yerini yiyor. Kalanları da eşine ve çocuklara bırakıyor. Ondan sonra tekrar uyuyor. Yaşlanınca da dişiler bunlara bakmıyor ve açlıktan ölüyorlarmış. Avlanmayı bilmiyorlar. Bu arada ben aslan burcuyum ama avlanmayı da iyi bilirim
- Nasıl bir avlanma tekniğiniz var?
Rüzgarı arkanıza almayacaksınız, kokunuz gider... Daha fazla ipucu vermemeyim. Meslek sırrı diyelim. Bir de bu konuda çok ballı olduğumu da ekleyeyim.
- Nasıl "gezici" oldunuz?
Yıllardan beri geziciyim. 1968'de otostopla Almanya'ya gittim. Hep gezdim hayatım boyunca. Ama şöyle düşünmeyin: Ne kadar parası var? Gezme parayla alakalı bir şey değil. Türkiye'de daha fazla para harcayacağınızı tahmin ediyorum bazen.
OKUYARAK GEZ - Gezmek insanda neleri değiştiriyor?
Öğreti yapıyor. Gezme başlı başına bir üniversitedir. Çok okuyan mı, çok gezen mi diye sordular geçen gün. Ben okuyarak gezen diye cevap veriyorum böyle sorulara.
- Geziye çıkmadan önce nasıl hazırlık yapıyorsunuz?
Bir kere gideceğim yerin tarihini okuyorum. Yani önce oradan başlıyorum. Turistlik bilgilerin satıldığı kitaplar çok önemli. Özet olarak anlatıyor gideceğiniz yeri. Şimdi bir de internet var biliyorsunuz. Ateşin, tekerleğin bulunuşu gibi bir devir açacak bu. Son seyahatimde yeni bir şey öğrendim. Liberty özgürlük demek, kökene gidiyoruz Library kelimesi karşımıza çıkıyor. Yani kitap kelimesinin Latincesi. Bu da kitabın özgürlük demek olduğunu gösteriyor. İnternet de başka bir özgürlük bu durumda.
- İnternet de başka bir özgürlük bu durumda.
Aynen dediğiniz gibi. Bilgi özgürlüktür. Bilgiyi nasıl elde edersiniz? Kitap ve gezerek. Sonrası sizin yorumunuza kalır. Mesela kitabımda ben başka, bilmedikleri bir açı getiriyorum. Kapalıçarşı'yı altın almaya gidilen yer olarak biliriz. Ama benim anlattığım Kapalıçarşı başka bir Kapalıçarşı. Bütün mesele o göze sahip olabilmek. Bunun yolu da kişisel olarak donanmaktan, bilgi elde etmekten geçer.
- Gezerken bir rota takip ediyor musunuz yoksa nasıl denk gelirse durumu mu?
Denk geliyor çoğu zaman ama takip ediyorum görmediğim yerleri. Şu anda aklımda hiç gitmediğim Güney Afrika var. Gitmediğim Vietnam var, gittiğim fakat filme çekmediğim Japonya var. Japonya'da da yaşadım zaten yıllar önce, 3 ay kadar.
- Yurtdışında yaşamak nasıl bir duygu?
New York çok güzel, başka türlü bir tecrübe; dünyanın başkenti. Dünyanın özetini almak isterseniz New York'a gidersiniz. Little China, Little Italy, Little Amsterdam yani var da var...
MERAKLIYIM - Bu kadar gezen adamın yurt içiyle arası nasıl?
Doğru söylemek gerekirse yurt içinde çok fazla gezmiyorum. Çünkü bunu yapan çok program var, insanlar buraları biliyorlar. Mesela en son Trabzon'da konserim vardı. Bilmiyorduk, gitmemiştim, merak ediyordum. Konserle beraber kameramanı da götürdüm. Orkestra döndü, ben iki gün daha kaldım. O ara kar yağdı ama kemençecileri çektim, yemeklerini yedim. Başlı başına bir bölüm oldu.
- Bilmediğiniz bir yere gittiğinizde neler yapıyorsunuz?
Tarihi mekanları ziyaret ettikten sonra ilk olarak pazarına çok gitmek istiyorum. Ne yerler, ne içerler... Meraklıyım ya. İki, mümkünse evde, otantik bir yerde yemeklerinden yemek isterim. Üç, bu benim şahsi merakım, opera ve balesi, tiyatrosu, kültür hayatı nasıl, ne yapıyorlar, oradaki kültür durumu nedir diye bakarım. İstanbul 16 milyon, opera binası yok. Gidiyorsun şehrin nüfusu 300 bin, iki bin kişilik opera binası var ve hem 300 tane de piyesi var her sene oynayan. Oradan da ne kadar acıklı durumda olduğumuzu anlıyoruz. Efendim ne demek opera bizim müziğimiz "değil ki" diyenler oluyor. Bizim müziğimiz değil, peki Japonların müziği mi? Japonlar da hastası.
ODA MÜZİĞİ - Eee... mevzuyu biraz daha derinleştirsek...
Bütün dünyada evrensel müzik diye bir kavram var. Klasiktir, operadır, cazdır hatta Latin müziğini bile içine katıyorum. Küba'da doğmuş fakat dünyaya sıçramış. Japonlar mesela çok meraklı Latin müziğine. En büyük opera İngiltere'de ama hiçbir İngiliz opera yapmaz. Opera Alman'dır, İtalyan'dır. Size şöyle bir anımı anlatayım: Küba'da parkın kenarında geziyorum, kocaman sıra sıra sandalyeler var burada. Bir bayram falan oldu herhalde dedim. Yok bunlar devamlı buradadır dediler. Hafta sonları burada halka açık oda müziği yapılıyormuş meğerse. Şimdi o çaldığı müzik Küba'nın müziği mi? Hiç alakası yok, onların müziği Afrika kökenli bir müzik ama adam Vivaldi, Mozart dinliyor.
- Bir de Havana'da gittiğiniz bir bina var...
Evet hastasıyım oranın... Müthiş bir binaydı Havana'da gittiği yer. Burası düğün salonu dediler. Ne güzel falan derken, bakın düğünler gece olmaz, gündüz olur burada diye de bir eklemede bulundular. Gece konser salonu olurmuş efendim o bina. Diyeceğim şu: Bizde evrensel bir şey var.
Kompleksliyiz, hep dışlanmışız. Osmanlı Devleti bitti. Osmanlı hastasıyım bakma ama bitti. Laik Atatürk Cumhuriyeti başladı. Şimdi dünya takımına girdik, niye geri dönmek isteyelim, dünya takımındayız. Operada, sporda başarılar elde etmeliyiz.
- Küba'daki davulların hikayesi de ilginç
Var var... Küba anadan atadan müzisyen ve dansçı bir ülke. Afrika kökenli ritimlerle tanrıya ulaştıklarını düşünüyorlar. Bu nedenle bu kutsal davullara el sürmek hele hele yere koymak yasak. Değil çalmamayı denememe bir tanesinin önünde diz çöküp öptükten sonra alnıma dayamama bile zor izin veriler.
- Hasta ettiler yani sizi... (Ayhan Bey keyifli keyifli gülüyor) - Çok gezen muhakkak ilginç şeyler de tatmıştır.
Neyi kastettiğiniz anladım... Çekimler için çeşit çeşit yemekler geliyor hep karşımıza. Yemek gezi programında neden var derseniz, Türk milleti fazla kültürden sıkılır. Bir tatlandırıcı koymanız lazımki program izlensin. Yemek de çok revaçta bu aralar. Tabi tadar mısın diye bir sürü yemek geliyor. Bazıları palavra, bazıları da gerçek. Luwak kahvesi onlardan bir tanesi. Kilosu New York'da bin dolar falan. Bildiğiniz sansar kahve tiryakisi. Kahve çekirdeğini yiyor fakat midesinde erimediği için dışkıyla çıkıyor. O dışkıları kurutup içinden kahveleri alıp öğütüyorlar. Ve meşhuuuuur Luwak Kahvesi'ni sonra afiyetle içiyorsun.
- Meşhur tapulon'dan da yemişsiniz... Hasta olmadınız mı?
Etmez mi... Yediğim ilginç şeylerden biri tapulon. Anlatayım: Novara, Milano'ya fazla uzak bir yer değil. Bende kalkıp gittim. Tapulonu merak ediyorum ya. Ne mi bu tapulon? Piemonto şaraplarında saatlerce marine edilmiş eşek eti kıyması. Tuzlu, ağır, kapkara bir kıyma. Tadarken ürpermedim dersem yalan olur. Marine ettikleri şarapla pişiriyorlar. Farklı bir tattı. Aslında o kadar her şeyi yiyemem ama timsah eti yemişliğim de vardır. En son Abudabi'de Kültür Bakanı'nın eliyle deve eti yedim. Tabağa eti eliyle koyması bir şerefmiş. Sonunda bu şerefe de nail oldum.
- İstanbul'a dair komik bir anekdotunuz var kitabınızda.
Aaa hastasıyım o hikayenin. Madem sordunuz... Yıllar evvel iki orta yaşlı Amerikalı hanımefendiyi İstanbul'da taksiyle gezdiriyorum. Bir tanesi İstanbul'a çok gelip gitmiş muhabette kaşar. Diğeri ise hababam konuşuyor. Ne de olsa İstanbul'da ilk günü. Hayretle kırmızı ışıklarda geçenleri takip ediyor ve "Look Mary... Kırmızı ışıkta geçiyor... Aaa bak bak bir tane daha geçti filan diye haykırıyor. Derken Mary dayanamadı "heyecanlanma İstanbul'da kırmızı ışık şoförlere sadece bir tavsiyedir" dedi.
Şehir insanıyım
- Siz doğa mı yoksa şehir adamı mısınız?
Kesinlikle şehir insanıyım. Maalesef botanik bilmiyorum. Ağaç, bitki bilgim hiç yok. O da bir eksik, öğrenmem lazım. 1500'lerde Sultan Süleyman zamanında Avrupa'dan Busbecq diye bir adam gelmiş. İstanbul'a gönderilirken de "Türklerden korkuyoruz, onlara şöyle bir ağız kalabalıklığı yap; sakinleşsinler denmiş. Bu Busbecq hem botanikçi hem zoolog. Anlayacağın adam bilgili. Konuştuğu dinlenir. Müthiş hayvan ve bitki bilgisi var. Ayrıca hem yazar hem şair. Böyle adamlar Rönesans'da var. Ben Rönesans adamı olmak istiyorum ama olamıyorum; eksiklerim var. Tabiat, hayvan bilgim yok. Rönesans adamı her şeyden haberdardır.
- Sizin de dalgıçlığınız var.
Evet ama artık emekli bir dalgıcım. Yıllar önce dalgıçlık yaptığım dönemde Amerikan Enstitüsü "INA" ile Bodrum Kalesi için yapılan sualtı kazılarına katılmıştım. Bodrum Müzesi'ndeki birçok parçayı biz çıkarmıştık. Çok emeğim vardır. Eğer arkeolojik bir yer değilse oraya dalmaktan hoşlanmam. Dalmam. Daldığım zaman elim aşağıda balıklara değil tarihe değmeli benim. New York'a yerleştiğimde de bu INA'nın yönetim kurulunda yer aldım. Şimdi de TINA'nın (Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı ) kurucusu ve onursal başkanıyım. Dünya çapında bir vakıf, merkezi de İstanbul'da.
- Yeni yıla yurt dışında girmek isteyenlere nereleri önerirsiniz?
Bir kere herkesin New York'u görmesi gerek. Allah'ın emri, her insanın görmesi gereken bir diğer yer Roma, hastasıyım. Açık hava müzesi, yemekler, keyif. Paris çok demiyorum eskisi gibi değil; değişti, mekanikleşti.
