SELAMİ KALAY
İzmir'in Kemalpaşa ilçesine bağlı Aşağı Kızılca köyü, Mahmut Dağı'nın eteklerinde, ovaya bakan ormanlık bir yamaçta kurulmuş. Örnek köyü geçtikten sonra sağa ayrılan asfalt yoldan Aşağı Kızılca ve Yukarı Kızılca köylerine kolaylıkla ulaşım sağlanıyor. Yamaçtaki en eski yerleşim olan Çamköy daha sonra terk edilerek Yukarı Kızılca köyüne taşınmış. Bundan sonra yöreye gelen göçebe Türkmen aşiretleri şimdiki Aşağı Kızılca'nın olduğu yerde Tahtacı Tepeköy'ü kurmuşlar. Zamanla Ortaca köyü ile birleşerek Aşağı Kızılca köyünü oluşturmuşlar. Eski bir Rum köyü olan Yukarı Kızılca ve Aşağı Kızılca'da Tahtacı Türkmenler, Sancaklı Yörükleri, Pomaklar, Ermenekliler, Muhacirler ve daha başka illerden göç edenler güzel bir dayanışma örneği veriyorlar.
İzmirli dağcıların, her yıl 10 Kasım'da Mahmut Dağı'na düzenledikleri "Ata'ya Saygı Tırmanışı" nın başlangıç noktasını oluşturan Kızılca Köyleri, diğer aylarda da çok rağbet gören doğa yürüyüş rotalarına sahip. Kiraz, zeytin, sebze ve meyvecilikle geçimini sağlamaya çalışan köylülerin genç nüfusu genellikle Kemalpaşa'daki fabrikalarda işçi olarak çalışıyorlar. Temiz havası ve sakin yaşamı nedeniyle, emekli olanlar köylerine dönmeyi tercih etmişler. 1924 Mübadelesi'nde Yukarı Kızılca'dan ayrılan Rumların çocukları, torunları köyü ziyaret edip evlerini görmeye geliyorlarmış. Gül Dede ve Tufan Dede türbeleri de sürekli ziyaretçi çekiyor köylere.
NEVRUZ ATEŞİ
Anı yazma ve sözlü tarih çalışmalarının yeterince yapılmadığı köylerimizdeki yerel kültür giderek kayboluyor. Aşağı Kızılca köyündeki eski yaşamı köylülerden dinleyelim;
Hacer Göklük:
"78 yaşımdayım. Burası Tahtacı Tepeköy, sonradan Kızılca oldu. Annemin adı Elif, babamınki Ali. Annem Ayşe ve Hasan'ın kızı, babamın babası Bektaş. Tarla işi, ekin, arpa, buğday, tütün, hayvancılık yapardık. Tütün iyiydi, 200 liralık tütün sattık mı bir sene yeterdi bize. Hıdırellez'de akşamdan sarma sarar, pişi yapardık, süt götürürdük. Taştepe'ye ateş yakardık, yumurta kaynatır yerdik oralarda. Ayın 22'sinde Mart dokuzu olur, nevruz deriz ona. Herkes elinden geleni yapar o gün. Hava iyi olursa mezarlığa gideriz yoksa evde yaparız. Baharın gelişi ve Hz. Ali'nin doğum günü olduğu için kutsaldır bizim için. Ben gelin olmadım kaçırdılar beni. Altın istediler o da yapamadı, biz de kaçtık Armutlu'ya gittik. Sonra geldik, fakir olduğu için düğün yapamadı. Hali vakti iyi olanlar gelini ata bindirirler. Evlenince değre(elbise) yapılır, gelin çıktıktan sonra baş bağlanır. Eşimin adı Veli'ydi, bakkal dükkanımız vardı. İlkin tütün ekerdik. İki kızım var evliler."
Mestan Öngül:
"92 yaşımdayım. 1922'de doğmuşum ama Yunan işgali olduğu için 1923'de almışlar nüfusumu. Annem bana Yunan kaçarken sen altı aylıktın derdi. Demek ki Nisan- Mayıs aylarında doğmuşum. Annemin ismi Gülsüm, babamın ismi Ali. Dedelerim dağlarda kereste kesiyorlarmış, en son Bayındır'a gelmişler. Dedem Kızılca'ya gelmiş, diğer kardeşleri Bayındır Yakapınar Köyünde kalmışlar. Onun için biz göçebelikten gelmeyiz aslında. Bize Kara Ali Oğulları derler. Soyadı kanunu çıkınca Özkara soyadını almış babam. Beni evladı manevi olarak, çocuğu olmayan dayıma vermişler. Babam, dayılarım inşaatçıydı, ben de inşaatçıyım. Bir binayı tepeden tırnağa kendimiz yapar teslim ederdik. Bu köyde üçüncü sınıfa kadar okul vardı, gerisini Yukarı Kızılca'da tamamlardık."
Uğur Akgül:
"27 Temmuz 1961 doğumluyum. Doğduğum yıl bereketli bir yılmış. Buğdayımız, karpuzumuz bolmuş. Rahmetli amcam karpuzun üstüne yazmış adımı, göbek adım Çetin. Burası Tahtacı Tepe olarak geçiyormuş eskiden. Atalarımız ormanda çalışırmış. Biz de Yanyatır Ocağı'na bağlıyız. Cem, yol, yordam, ikrar, musahip hepsi varmış önceden. İzmir Doğançay'da tanıdıklarımız var, onların sayesinde burada yeniden ata kültürümüzü yaşatmaya başladık. Cem Evi'miz var. Çevrede Bayındır Uladı (Yakapınar), Kızılağaç Köyü, Torbalı'da var, Kemalpaşa'da Soğukpınar ve Çınarlı mahalleleri (Hacı Emirli Ocağı'na bağlı), Sarıçalı, Hamzababa, Çepni Bektaş var aynı kültürden. Bu köyde dut ağacının altında isimsiz bir 'Dede Yatır' var. Bir de 'Gül Dede' var, tamirat sırasında onun mezarından deri kılıfının içinde bir kılıç bulundu, ben gördüm onu. Burası gerçek mezar yani. Türbenin yanındaki Çıtırgan ve Çitlenbik ağacı birbirine sarılarak büyümüşler. Ata kültürümüz olan Alevilik kolay bir şey değildir. Alevilikte yol kıldan ince, kılıçtan keskindir. Eline, beline, diline, işine, aşına, eşine sahip olacaksın. İşi olmayanın aşı olmaz, aşı olmayanın eşi olmaz. Yolunda dosdoğru yürüyeceksin, elinle koymadığını almayacaksın, kötü söz söylemeyeceksin, harama el uzatmayacaksın, kötü yoldan gitmeyeceksin gibi kuralları var. Alevilik bir yaşam biçimidir aynı zamanda. İkrar, aşina, peşine, çığıldaş gibi aşamaları vardır."
TAHTACI TÜRKMEN BOYLARI
Orta Asya'dan Horasan bölgesine gelen Türkmenler'in bir bölümü Basra, Samara, Selmanpak yoluyla önce Musul'a, ardından Anadolu'ya girip Mardin, Maraş üzerinden Adana'ya gelmişler. Sonrasında Toroslar, Akdeniz ve Ege bölgelerine dağılmışlar. 24 boy halinde göçerliğini sürdürmüş bu toplum hem göçerlikleri gereği, hem de inançları nedeniyle uğradıkları baskı ve zulümler sonucu, hep ormanlık ve dağlık bölgelerde yaşamışlar. İlk fetihlerde Ege bölgesine ulaşan Tahtacı Türkmen Alevileri, önce Nif dağlarında uzunca bir süre yaşamışlar. Sonra Narlıdere'nin hemen üstündeki Kızıldağ'ın Külefli mevkiine gelen bir kısmı, 200 yıl önce, Narlıdere'ye inip yerleşik hayata geçmişler.
