Salıncakta kaç kişiyiz!..
Çok eski bir masal belki de rivayet. Çocukluğumda duyardım. Dünya öküzün boynuzları üstünde duran bir tepsi misali, sallanıp dururmuş. Hayretle dinlerdik bu söylemi. Nasıl olur yani, ? Öküz sallandıkça biz üstünde sallanıyorduk. Akıl alacak gibi değildi. Hepimiz bir dünya üzerinde düşmeden durabiliyorduk. Bilimin henüz boy vermediği anların güzel mi? korkunç mu? komedisinin, iç içe geçmesinin farklı boyutundaydık. Keşke hep oralarda kalsaydık. Nasıl olsa bir zaman sonra hiç birimiz bu dünyada yokuz. Biz yaşayan ölüleriz aslında, korku filmlerinin sanal kahramanları misali. Her şey koca bir yalan.
O yıllarda ilişkiler nasıl yaşanırdı? Sevgiler nasıl tasvir edilir di? Geçmiş ve gelecek dediğimiz bir çizgide yaşanan olayların gerçeği neydi. Tarih, güzel bir antoloji. Geçmişi olmayanın geleceği olmadığını basit film senaryolarında hep duyarız. Kendimizi teselli etmek için söylediğimiz hikayelerin ardındaki gerçek sanki varmış gibi. Ruhumuzu aldatmaktan öteye gitmeyen kara mizahların bile, bizi teselli etmediği bir dünya masalı içindeyiz. Herkes kendi hikayesinin kahramanı. Başrolde olduğumuzu zannettiğimiz zavallı figüranlar, yani bizler hangi karmaşanın içindeki rolümüzü anladığımız anda, yaşam bitmiş oluyor.
Yüksek egoların çarpıştığı savaş alanlarında ne kadar biziz. Asıl hikayeler, burada başlıyor. İlişkiler yumağının çözümü zaman alıyor. Doğumdan ölüme kadar birbirimize garip senaryolarla bağlıyız.
Romanların tek kahramanı yoktur. Aşk, pişmanlık, gözyaşı, intikam, kin, öfke, kahkaha, yaşamın içinde, hepimizin ortak duygusu. Her şey birbirine karışmış durumda. Birbirimizi çözemez haldeyiz. Herkes payına düşeniyle oyalanıp duruyor. Kendini yere göğe koyamıyor.. Yaşamın başka evresinden bu dünyaya ödül olarak gelmiş, herkesin için var olan temel duyguların onlarda, farklı bir oluşumu varmış gibi davranıyorlar.
Peki ne kadar akıllıyız?.. Ne kadar mutlu olmak istiyoruz ?.. İlişkilerimizde ne kadar başarılıyız ?
Bencilliklerimizden ne derece kurtulup özümüzün derinliklerinde gerçek bir insan sıfatına sahibiz?
Ya duygularımız, yaptıklarımız, yapamadıklarımız, hatalarımız, itiraflarımız, sakladıklarımız, gizlediklerimiz, suçlarımız..
Ne kadar insanız?. Ne kadar büyüdük?. Ne kadar çocuk kaldık?.. Olgunluk kolay kazanılır bir erdem olmadığını gerçekten biliyor muyuz?..
Kızgınlıklarımıza, kırgınlarımıza ''DUR ''diye biliyor muyuz?. Yaşam dediğimiz sürede ikametimiz kaç yıl? Kısa bir yolculukta neyin savaşını yapıyoruz. Güçlü olmakla gerçek güce sahip miyiz? Beynimiz, bedenimiz bir gün işlevini yavaşlattığı zaman kime muhtaç olacağız, hiç düşündünüz mü?
O yere göğe sığdıramadığımız aşklara ne olacak? Bir gün, bitmeyen özgürlüklerimizi kendi arzumuzla başkalarına teslim etmeyecek miyiz ?..
Bir zamanlar hiç kimselere layık göremediğimiz duygularımızı ruhumuzun çok uzağındaki kişilere emanet edeceğimizi hiç düşünmediniz mi? Yaşamın kendi kuralarına ne kadar karşı gelebileceğiz.
Sınavlar, sınavlar, sınavlar… Hangisinden geçeceğiz veya kalacağımızı, hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bilmediğimiz bir zamanın asla sahip olacağımız bir diliminde ''SALINCAKTA KAÇ KİŞİYİZ''.. Malesef anlamadan göçüp gideceğiz.
VEEE biz halaaaa… Öküzün boynuzlarındayız. ANLAYANA…
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.