• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • BIST 78.384,78
    EURO 4,4760
    USD 3,8608
    GBP 3,8608
    CHF 3,8608
    JPY 3,8608
Özgecan’ı yine minibüse alır mıydın! NİL KUYUMCU

Özgecan’ı yine minibüse alır mıydın!

nil.kuyumcu@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 19.04.2016, 00:00
Türkiye, günlerdir Özgecan'ın katilinin öldürülüşünü konuşuyor..
Katil Suphi Altındöken, bir mafya liderinin talimatı ile öldürülünce, Türkiye ikiye bölündü.
"Tetiği çekenin de çektirenin de elleri dert görmesin" diyenler bir grup...
Diğer grupta ise "Burası hukuk devleti. Kimse suçluya kendisi ceza veremez" diyenler yer aldı.
Ben iki grubun tam ortasındaki bir sınırda acı voltalar attım.
Sevinmeli miydim?
Birileri Özgecan'ın intikamını almış mıydı sahiden?
Niye içimde rahatlama olmamıştı?
Hayır. İkinci gruba dahil olup, "hukuk kuralları" işlesin diye değildi tepkim...
Bazı konularda o kadar "kuralcı" olamıyorum.

Özgecan'ın ölümü çok zor bir ölümdü...
Katilinin ölümü de zor olmalıydı...
Sapık bir ruh hastası, "birkaç kurşunla" kurtuldu!
Oysa ki onun cezaevinde yok olup gittiğini görmek, hem gerçek bir ceza olacaktı hem de diğer "caniler" için bir gözdağı verilecekti.
Ne olacak şimdi?
Her büyük facia gibi Özgecan'ın cinayeti de unutulacak...

Basın, bazı konuları unutmaz oysa...
Yıllar geçse de, eğer olayın tanıkları hala yaşıyorsa, bir şekilde zamanın tozlu sayfalarının arasından çıkarıp gündeme getirir...
Mesela cinayetin ardından 10 yıl geçmişken...
Hafızalarda tazeliğini yitirmişken...
Bir gazeteci, bakanlıktan izin almak için gereken tüm zorlukları ve bürokrasiyi göze alıp, o katil ile röportaj yapardı...

Cezaevinde geçirdiği yılların, yüzünde, gözlerinde bıraktığı derin izleri görürdü bu olayın "okur" tanıkları...
O vahşi cinayeti işlediği gün ile 10 yıl sonraki hali kıyaslanırdı...

Ne bileyim ben olsam, bir yaz günü giderdim onunla röportaj yapmaya...
Hani insanın sokaklarda gezmek, bir deniz kenarında uzanmak, güneşin tadını çıkarmak, iyot kokusuyla kendinden geçmek, ayaklarını uzatıp buz gibi bir limonata içmek, bir salıncakta sallanmak, balonlar uçurmak isteyeceği kadar güzel bir yaz gününde...

Belki "pişmanlığın" değil ama "kendisine nefretin" izlerini taşıyacağına emin olduğum yüzüne bakardım...
O görmezdi... Ama ben belki de "gazeteci" görünümü altında, tüm korunmaya muhtaç kadınların "intikamını" almak isteyen "kalemden bir silah" çekmiş olurdum ona...
Hani bir tetikçinin kurşunu ile öldü ya o cani...
Benim kalemimdeki her harf kurşun olurdu onun için...
Şöyle sorardım...
"10 yıl geçti. Zaman kavramını yitirdin mi bilmiyorum ama yaz geldi... Harika bir deniz senin biraz ötende...
Göremiyorsun ve hiçbir zaman göremeyeceksin.
Sen bir koğuşa tıkıldın ama hayat devam ediyor. İnsanlar hala birbirini seviyor ve seviliyor... Özgürce koşuyor, güneşi, denizi, ağaçları, çimenleri görebiliyor... Tüm dünya özgürken, senin elinde, bir koğuş, arada volta attığın bir avlu, parmaklıklar ve bir parça gökyüzü kaldı... Ömrün, gençliğin, hayatın ve özgürlüğün bitti...
Pişman mısın demeyeceğim, çünkü bunun kimseyi ilgilendirdiğini sanmıyorum...
Ama şunu söyle... 10 yıl geriye git. O minibüsün içindesin. Ve Özgecan yol kenarında... Senin acımasızca kesip yaktığın elini kaldırıp aracına binmek için işaret etti... Ne yaparsın?..."

İntikam mı demiştik?
O adamın cezaevinde çürüdüğünü görmekten daha büyük bir intikam olur muydu?
Ve...
Sizce bu soruya ne cevap verirdi?
İçindeki öfke taşar ve masayı devirip röportajdan kaçar mıydı; yoksa tüm canilere ders olacak, o cezaevinin acı yüzünü haykıran bir pişman yakarış mı yapardı...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
GÜNÜN YAZARLARI
SON DAKİKA