Türkiye üzerinde oynanan oyunların farklı bir versiyonunu yıllar önce de yaşadım. 12 Eylül darbesi öncesiydi; aynı mahallenin, sağcıların sokağı/ solcuların sokağı olarak ayrıldığı dönemlerdi. Salihli Lisesi'nde okuyordum. Bir gün bir grup "Kahramanmaraş" olaylarını protesto etme bahanesi ile bizleri lise sonların bulunduğu binaya zorla topladı. Masalar ve sandalyelerden barikat kurdular, sonra polis binaya girdi ve birçok kişiyi gözaltına aldı. Sonra öğrencileri teker teker dışarı çıkarırken ben de olaylara karışmamanın verdiği güvenle dışarı çıkmak istedim ama polis beni de gözaltına aldı. Sonradan öğrendim ki; sırtımda yeşil parka olduğu için benim solcu eylemcilerden olduğumu düşünmüşler. Oysa ki babamın maddiyatı, Sümerbank'tan ancak o parkayı almaya yetiyordu. Neyse ben bir anda sol görüşlü öğrencilerin gözdesi olmuştum.
VURUN, DÖVÜN FAŞİSTİ!
Ama aradan çok değil, 10-15 gün geçmişti ki, bir süre önce polis tarafından gözaltına alındığım için kral muamelesi yapan bir grup sol öğrenci, bu sefer de benim ülkücü/faşist olduğumu öne sürerek bir araba dayak attı, burnum filan kırıldı. Öğretmenin "Vurun, dövün faşisti!" diyerek bağırması kulaklarımda hala çınlıyor. Oysa ki; benim amacım sadece okumaktı. Siyasetle en ufak bir ilgim bile yoktu. Sonradan öğrendim ki okul harçlığımı çıkarmak ve babama yardım etmek için ürünleri sattığımız pazaryeri ülkücülerin bölgesiymiş. Onun için ben faşistmişim?! Tek suçum buymuş.
SEN AJAN MISIN?
Sonra ağır ceza mahkemesinde yargılanmışım, beraat etmişim; haberim bile olmadı. Ta ki sarı basın kartı müracaatını yapana kadar. Parka yüzünden gözaltına alınmama mı yanayım; sırf pazaryeri sağcıların bölgesi diye ülkücü/faşist diye dayak yediğime mi yanayım; yoksa devlet kayıtlarında sakıncalılar listesinde yer aldığıma mı yanayım? Askere bile sürgün bölgesi olan Sarıkamış'a gönderdiler. Türkiye Gazetesi'nde çalışırken gitmiştim askere. O zamanki tabur komutanı adımımı atar atmaz aldı beni karşısına, "Sen nasıl bir adamsın? Komünist diye gözaltına alınmışsın, sonra ülkücüsün diye dayak yemişsin. Şimdi de irticacı Türkiye Gazetesi'nde çalışıyorsun. Sen ajan mısın kardeşim?" diye ortalığı yıktı. Son sözüm anne ve babalara. Çocuklarınızı iyi kontrol edin; Türkiye üzerinde büyük oyunlar oynanıyor. Yapacakları en ufak bir hata ömür boyu peşlerinden gelir.
Dario Moreno Sokağı huzur arıyor
İzmir'in Güzelyalı semtinde bulunan Tarihi Asansör ve Asansör'e çıkan Dario Moreno Sokağı kentin görünmesi gereken mekanlarından biridir. Dario Moreno'nun da yaşamış olması bu bölgeye duyulan ilgiyi daha da artırmaktadır. Asansör'ün girişindeki Dario Moreno Sokağı'nın iki yanındaki sakız evleri de bölgeye ayrı bir özellik katar. Bu sokakta yaşanan en büyük sıkıntı ise araç trafiğine açık olması. Araçların vızır vızır gelip geçtiği sokakta turistler ne rahatlıkla o muhteşem güzellikleri fotoğraflayabiliyor, ne de nostaljik havayı içlerine çekebilmek için soluklanma fırsatı bulabiliyor. Tek aracın geçebildiği sokağa geçici park levhasının konulması ise trajikomik bir olay.
İzmir'de bir ilk
Genelde bir anlayış var, "balığın" yanında mutlaka alkol alınır. Sanki şartmış gibi. Kardeşim kanun maddesi mi var, illa balığın yanında alkol alacaksın diye. Neyse İzmir'de alkolsüz bir balık mekanı aradım ama bir türlü bulamadım. Neyse ki, birileri benim gibi insanları da düşünmüş ve alkol almadan balık yenebilecek bir mekan açmış. Teşekkürler Balıkçı Hüseyin Usta.
GÜNÜN SÖZÜ
Fare damdan düşünce, yardımına ilk koşan kedi olurmuş!
