Yaklaşık 20 gündür devam eden bir 'akıl tutulması' yaşıyoruz. Giderek içinden çıkılmaz bir hal alan yemin krizinde 'kim haklı, kim haksız' tartışmasına girmenin artık bir anlamı kalmadı. TBMM'nin yeni başkanı Cemil Çicek'in "Bayram günü cenaze kaldırıyoruz" benzetmesi, içinde bulunduğumuz durumu çok iyi özetliyor. Siyasetçiler 12 Haziran'da kendisi ve çocuklarının geleceği için sandığa koşan 44 milyon vatandaşın iradesine gerçekten saygı duyuyorsa, bir an önce bu krizi çözmek zorundalar. CHP "Çözüm parlamentoda" diyor ama parlamentoya girmiyor. İktidar partisinden ise sorunun halli için şu ana kadar atılmış somut bir adım yok. Herkes ilk adımı karşısındakinin atmasını bekliyor. Koskoca bir ülkenin enerjisi de, zamanı da yitip gidiyor. Bu ülkenin vatandaşları olarak bizlerin parlamentodan beklentilerimiz fazla. Yeni bir anayasa istiyoruz her şeyden önce. Özgürlüklerin sınırlarının genişletildiği, demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla bu ülkede yeşermesine fırsat tanıyacak bir anayasaya şiddetle ve hemen şimdi ihtiyacımız var. O anayasayı milletin iradesinin yüzde 95'ini temsil eden bu parlamento yapacak. 12 Eylül Anayasası ile geçen 30 yıldan sonra kimsenin daha fazla beklemeye tahammülü yok. Cemil Çiçek seçildikten sonra yaptığı teşekkür konuşmasında adeta milletin hislerine tercüman oldu. Meclis'in önünde yapacak çok iş olduğunu ve bunların başında yeni anayasanın geldiğini hatırlattı. Uzlaşmacı kimliği ve devlet tecrübesiyle krizin aşılmasında aktif rol oynayacağının işaretlerini verdi. Siyasette 'imkansız' diye bir kavram yok. Ankara'da Çiçek'le beraber bu hafta içinde krizin aşılacağına dair umutlar tazelendi. Umarım devamı gelir.
CHP, Kocaoğlu'nu disipline yollar mı?
CHP, 12 Haziran seçimlerinde en büyük hayal kırıklıklarından birini İzmir'de yaşadı. Öyle olmasa Kemal Kılıçdaroğlu geçtiğimiz hafta onca işinin arasında 6 belediye başkanını Ankara'ya davet edip "Daha iyi bir sonuç almalıydık" demezdi. Bu ziyaretten çıkan sonuç açık. 2007'ye göre partinin oyu ve milletvekili sayısı artmasına rağmen, genel merkez İzmir'den memnun değil. Kılıçdaroğlu yemin krizini bir tarafa bırakmış "İzmir'de neden başarısız olduk?" sorusuna yanıt arıyor. Başkanlar 4 ana neden saydı kendisine. Bunlardan biri seçime 48 saat kala patlayan Kocaoğlu-Susam kavgasıydı. CHP lideri bugüne kadar partiye en az 1 milletvekilliğine mal olduğu iddia edilen bu kavgayla ilgili net bir açıklama yapmadı. Ancak Kocaoğlu'nun özür dilemeye yanaşmadığı Mehmet Ali Susam'ın rahatsızlığından haberdar. Başkanların hemen ardından Susam'ı kabul etmesi dikkat çekici. O görüşmede ne konuşuldu bilmiyoruz. Susam, Parti Meclisi üyesi sıfatıyla hazırladığı seçim raporunu sunduğunu söylüyor. Kocaoğlu konusuna ise 'şimdilik' kaydıyla girmek istemiyor. Gazetecilik biraz da parçaları birleştirme işidir. Benim tüm bu görüşmelerden çıkardığım sonuç, yemin krizinden hemen sonra CHP'de 'özür krizinin' konuşulacağıdır. Parti yönetimi bugüne kadar sorunun kendiliğinden çözülmesini bekledi. Ancak Kocaoğlu'ndan beklenen özrün gelmemesi bu hesabı bozdu. Önümüzdeki günlerde Susam'ın başvurusuyla parti içi disiplin mekanizması işlemeye başlayabilir. İzmir'deki asıl kavga da o zaman kopar.
Uçak yerine düdüklü tencere üreten ülke!
Tahmin edebileceğiniz gibi bu ülke Türkiye'den başkası değil. Ankara ve İzmir'de bu yıl eğitime başlayacak olan Türk Hava Kurumu Üniversitesi'nin Rektörü Prof. Dr. Ünsal Ban'dan dinledim. Aslında trajikomik bir olay. Ancak çıkarılması gereken çok dersler barındırıyor içinde. Şimdi sıkı durun. Meğer biz 1933-1948 arasında tam 351 uçak üreten, bunları Danimarka ve Hollanda'ya satan bir ülkeymişiz. Ne o yıllarda dünyayı sarsan ekonomik kriz, ne de 2. Dünya Savaşı durduramamış Çılgın Türkleri. Ankara, Kayseri ve Eskişehir'deki 3 fabrikada üretilen uçaklarımız yurtdışında haklı bir üne kavuşmuş. Neredeyse tamamını ihraç etmişiz. Sonra ne mi olmuş? Savaştan sonra birileri bize "Siz uçak üretmeyin. Biz size veririz" demiş. Ve o uçak fabrikaları birer birer kapatılmış. Ankara'dakini düdüklü tencere fabrikasına çevirmişler. Şaka gibi değil mi? Resmi tarih bu tip olaylara hiç değinmez. O fabrikaları kim, hangi gerekçeyle kapattı öğrenme şansımız yok. Tek tesellimiz bu yıl açılan Türk Hava Kurumu Üniversitesi'nde yetişecek genç havacıların, Türkiye'yi yeniden sektörde söz sahibi yapma ihtimali. Rektör Ban, "Çağı yakalayacaksak uçak değil, uzay aracı üretecek bir teknoloji ve insan kaynağını oluşturmamız lazım" diyor. Üniversite işte bu büyük hedeflerin yakalanmasında kilit rol oynayacak. İşe bu yıl Pilotaj ve Hava Ulaştırma İşletmeciliği bölümlerine alınacak 120 öğrenci ile başlıyorlar. Bu gençler Türkiye'nin vizyonunun düdüklü tencere üretmek olmadığını dosta düşmana gösterecek öncüler. Sayıları gelecek yıldan itibaren daha da artacak. Yolları açık olsun.
