• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • BIST 78.384,78
    EURO 4,4760
    USD 3,8608
    GBP 3,8608
    CHF 3,8608
    JPY 3,8608
HÜSEYİN KOCABIYIK

İki ayrı aktör iki aynı senaryo

huseyin.kocabiyik@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 08.12.2010, 00:00
Şimdi size iki siyasetçinin başına gelenlerin arasındaki neredeyse bire bir benzerliği anlatacağım. Önce Tansu Çiller'den başlayayım. Çiller 1994 yılının sonlarına doğru PKK terörünü, bugün de tartışılan yöntemlerle, önemli ölçüde kontrol altına almış ve bütün enerjisini Türkiye'nin AB ile Gümrük Birliği anlaşmasına harcamaktaydı. Gümrük Birliği için bir yandan AB ülkeleri nazlanıyor bir yandan da içeride bürokrasi ve büyük sermaye müthiş bir direnç sergiliyordu.
Çiller, Gümrük Birliği'ne girilmemesi yönündeki tehditlere kulak asmayacağını gösterdiği andan itibaren belalarla yüz yüze gelmeye başladı. Önce "Amerika'daki mal varlığı" haberini patlattılar. Bu mal varlığının kaynağı ve yasallığı konusunda herhangi bir sorun yoktu; yoktu ama olsun, kurt kuzuyu yemeği kafaya koymuştu bir kere. Nitekim Aydın Doğan medyası yoğun bir kampanya ile bir "Amerika'daki mallar" metaforu yarattı. Amaç belliydi: Çiller'in siyasi güvenilirliğini parça parça edip Demirel'in adamlarının ve Cindoruk gibilerin DYP'yi ele geçirmesini sağlamak.
Çiller mal varlığının kaynağının babasından intikal ettiğini kanıtlamasına rağmen kimse bu kanıta dönüp bakmadı. Onu yok etmeye karar vermişlerdi bir kere. Ancak, Çiller de dayanıklı çıkmıştı ve direniyordu. Üstelik bir de demokrasi cephesi açmıştı. Medya-asker-büyük sermaye-Demirel gibi odaklarla açık bir savaş yürütüyordu. Ama tezgah büyük kurulmuştu. Ve iftira mekanizması korkunç bir güçle çalışmaya başladı. Kampanyanın merkezinde Hürriyet Gazetesi ve o gazetenin ahlaksız genel yayın yönetmeni vardı. Hücum korkunçtu. Önce mal varlığı, ardından Parsadan ve örtülü ödenek suçlaması; ardından "Petrolcü Tamraz'la ne görüştün?" iddiaları. Ama Çiller gene pes etmiyor, bütün bu saldırılara direniyordu. Tezgah merkezi bu hamlelerin istedikleri sonucu vermediğini görünce saldır şiddetine bir faz daha atlattı.
Uğur Dündar ve Haluk Şahin, Amerika'da buldukları emekli bir CIA ajanını Tansu Çiller'le ilgili konuşturuyorlardı. Kim olduğunu kimsenin bilmediği o sözde ajan, Çiller'in bir "CIA ajanı" olduğunu ima ediyordu. Para ile konuşturulduğu ve tam bir tezgah olduğu o kadar belliydi ki. Nitekim bu çalışma sahte belgelerle de tahkim edildi ve biz bir sabah Hürriyet Gazetesi'nde dokuz sütuna manşet şu haberi okuduk: "Çiller CIA ajanı!" Çiller gene pes etmedi; ancak bu tezgahı hazırlayan odak da pes edecek gibi görünmüyordu.
Ardından yine Hürriyet Gazetesi'nde Alman mahreçli, üstelik bizim Genel Kurmay'da hazırlandığı ortaya çıkan belgelerle bir haber boy gösteriyordu: "Çiller eroin kaçakçısı!" Ve Çiller'i demokrasi ve değişimi savunduğu için sonunda imha ettiler.
***
Gelelim şimdiki Başbakan Erdoğan'a. Ne yapıyor Erdoğan? Sekiz yıldır iktidarda. Türkiye her bakımdan ilerleyen bir ülke olarak bütün dünyada ilgiyle izleniyor. Ekonomik büyüklük 27. sıradan 15. sıraya yükseldi Erdoğan döneminde. Kişi başı milli gelir 3 bin dolardan 15 bin dolara çıktı. 1 trilyon dolarlık bir ekonomi haline geldik. Küresel vizyonu olan bir dış politika takip ediyor Türkiye. Kürt sorunu gibi kronik sorunlar çözüm kulvarına girmiş gözüküyor. Cumhuriyet, laiklik ve demokrasi çok daha fazla güçleniyor. Bütün bu gelişmelere mührünü vuran ve ruhunu veren kişi Recep Tayip Erdoğan. Yukarıda saydığım şeylerin olması demek statüko denilen korunaklı alanın kaybetmesi demekti. Nitekim Tayip Erdoğan'a korkunç bir kinle saldırdılar. Yine aynı güç ittifakı vardı bu saldırının ardında: Aydın Doğan medyası-asker-büyük sermaye-yargı... Tayyip Erdoğan daha siyasete adımını artar atmaz ilk iftira güllesini attılar. Büyük sermayenin sembol ismi Rahmi Koç, "Tayyip Erdoğan'ın 1 milyar doları var" deyiverdi. Bu iddianın etrafını bir koza gibi örmeye başladı saldırı odakları. Sonra yargı devreye girdi. Bu kez Çiller'de olduğu gibi yanılmayacaklar, tehlikeyi önceden imha edeceklerdi.
Hakkında onlarca dava açıldı. Yetinmediler, şiir okuduğu için cezaevine attılar. Yetinmediler, seçime sokmadılar ve seçim kazandığı halde başbakan yapmadılar. Ama Tayyip Erdoğan panzer gibi bir siyasetçiydi; vurdukça daha çok güçleniyordu ve vurdukça etrafında daha fazla insan kümeleniyordu. Yine faz atlattılar saldırı araçları konusunda: Onlarca suikast tertip edildi. Canını almaktan başka çare bulamadılar. Ama olmadı, başaramadılar. Bu sefer asker sürüldü oyun alanına. Darbeye oynadılar. Gene olmadı. İlk kez darbeciler iş üstünde yakalandılar. Bu kez AK Parti'yi ve liderinin misyonunu tartışmaya açtılar. "Ilımlı İslam" la başladılar "AK Parti'yi Amerika kurdurttu. Tayyip Erdoğan da ABD'nin taşeronu" demeye kadar vardırdılar iddialarını. Gün geldi "Offer'le ne görüştün açıkla" dendi. Gün geldi "Vatanı sattın, belgesini göster" dendi. Gün geldi "rüşvet imaları" yapıldı. Malvarlığı, eşi, çocukları tartışmaya açıldı. Bütün bu çabalar statükoyu değiştiren, gerçek demokrasiyi getiren adamı durduramadı.
Ve bir hamle daha yaptılar: Hamle ABD belgelerinden, Türkiye düşmanı bir büyükelçinin dedikodusundan geldi: "Tayyip Erdoğan'ın İsviçre'de 8 tane banka hesabı var" deniyor.
Muhalefet lideri Kılıçdaroğlu bu iddiayı diline doluyor; Başbakan Erdoğan da, "Böyle bir param varsa CHP'ye vermeye hazırım" diyor.
***
Şimdi herkes bu iki senaryoyu birlikte okusun ve bu saldırıların merkez üssünün ABD değil doğrudan doğruya İstanbul ve Ankara olduğunu görsün.
Siz statükonun ve asırlık çıkar ittifaklarının kolay teslim olacağını mı sanıyorsunuz?


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
GÜNÜN YAZARLARI
SON DAKİKA