• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • BIST 78.384,78
    EURO 4,4760
    USD 3,8608
    GBP 3,8608
    CHF 3,8608
    JPY 3,8608
Değerlerinizi küçümseyerek çocuğunuzu modelsiz bırakmayın FİLİZ İÇKE ÖNAL

Değerlerinizi küçümseyerek çocuğunuzu modelsiz bırakmayın

filizicke@hotmail.com Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 22.10.2009, 00:00
Prof. Dr. Yankı Yazgan'a göre cahil bir anne babanın, çocuğuna "okumak değerlidir" mesajı vermesi işe yarayabilir. Ama hakim, avukat, mühendis bir babanın "Biz okuduk da ne oldu. İşini bilenler köşeyi döndü" demesi çocuğu modelsiz bıraktığı için çok tehlikeli Prof. Dr. Yankı Yazgan, röportajımızın dünkü bölümünde toplumda korku ve tedirginliği artıran şiddet olaylarını irdelerken belki de hepimizin gözünden kaçan önemli bir noktaya işaret etmiş ve "Kopya çekmek, trafik ışığı ihlali, küçük hırsızlıklar gibi çoğu zaman 'Ne var bunda?' diyerek geçiştirilen, görmezden gelinen her kural ihlali, her kabahat önemli" demişti. Bugün de, anne babalar ve eğitimciler, hatta toplumun geneli tarafından küçük suçlara gösterilen müsamahanın nedenlerini ve sonuçlarını, çocuk yetiştirirken bu yönde yapılan hataları konuşmaya devam ediyoruz.
-Anne babaların kurallara saygı duymayan bireylerin yetişmesinde hangi konuda yanlış yaptığını düşünüyorsunuz?
Türkiye'de 70'li yıllarda yaşanan karmaşık siyasi ortamda büyüyen anne babalar, çocukta "özgürlük" adı altında başıboşluğu çok teşvik ettiler. İşini yürütme değerleri ön plana geçti. Büyükler için bunlar sorun olmayabilir ama çocukların daha net çizgilere ihtiyacı vardır. Bu yönleri ihmal edilerek büyütülen 80'lerin çocukları bugünün yetişkinleri. Anne babaya bakıyorsunuz ve "Bu aileden böyle bir adam nasıl çıktı?" diye soruyorsunuz. Cevabı basit. Çünkü o aile kendisine uyguladığı prensipleri çocuğuna uygulamadı. Çünkü kendi hayatından hiç memnun değildi. Kendi gençliğinden farklı bir gençlik oluşturmak için kendi yaşadığının tam tersini çocuğuna enjekte etti ve bu da ters tepti.
Kayıtsız, kendini düşünen, çok bencil bir kuşak ortaya çıktı.
-"Öne geç, nasıl geçersen geç" dendi bu çocuklara..
Tamamen öyle. Çünkü bu değerli görüldü. Değerli görülünce de çocuk bunu öğrenip uyguluyor doğal olarak.
-Ortaya çıkan tablo hiç de aydınlık değil...
Bereket versin toplumların ve ülkelerin ömürleri bizim ömürlerimizden daha uzun. Tarihe bakarsak toplumların hayatında da davranış biçimleri açısından dönemler olduğunu görürsünüz. Mesela Ödemiş Birgi'de bulunan cami ve evlerdeki mimari zerafet, incelik ve yaşam kültürü, bugün "Beton dikiyor" diye eleştirdiğimiz insanların dedeleri tarafından yapılmış. Belki değerlerin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini bize hissettiren bir dönemdeyiz ve bunu sorgulayan insanların sayısı arttıkça da, bugün olmasa da bizden sonra gelenler 40-50 yıl sonra farklılığı görecekler. Buna kesinlikle inanıyorum.
-Bugününün anne babaları daha çok başarıya odaklı gibiler. "Çocuğumu iyi bir insan olarak yetiştirmek için neler yapmalıyım?" ya da "Nasıl daha mutlu olmasını sağlayabilirim?" diye gelen var mı size?
Burada başarıyı "akademik başarı" olarak düşünmeyin. Ailelerin başarı ile kaygısı daha ziyade "Hayatta arkaya düşmesin, geride kalmasın, ezilmesin" şeklinde. Bu da bir psikiyatri uzmanının yol gösteremeyeceği bir konu. Çocuğun bunun için somut bir engeli yoksa; bir öğrenme bozukluğu, dikkat ya da davranışla ilgili tanımlanmış bir bozukluk söz konusu değilse doktor olarak biz bazen çok fazla fayda sağlayamayabiliriz. Diğer yandan benim için daha ilginç olan; konferanslarda ailelerden çok sık duyduğum şu cümlelerdir: "Biz çocuğumuzu iyi bir insan olarak yetiştirmeye çalışıyoruz. Saygılı, sevecen, kibar, düzgün, başkalarının haklarını gözeten, kendi hakkına da sahip çıkan bir birey olması için çabalıyoruz. Ama çocuğumuz beni niye böyle ezik yetiştirdiniz? diye bize kızıyor". Ya da "Çocuğumuz bu özellikleri sebebiyle dışlanıyor, itilip kakılıyor" diye şikayet eden ailelere de çok sık rastlıyorum. O sebeple aileler çocuklarını iyi bir insan adayı olarak yetiştirdiklerine pişman oluyor da olabilirler.
-Bu da sistemin bir ayıbı olsa gerek...
Belki sadece bugünü düşünürsek evet. Çocuklar açısından, onlara kattığınız değerler sadece bugünü düşünüyorsanız çok muteber olmayabilir. İlkokul çağında bir çocuğun kitap okumayı sevip sevmemesi ona arkadaşları arasında çok büyük ihtimalle bir prestij getirmez. Bir yumrukta kaç kişiyi devirdiği daha önemlidir. Yaradılıştan gelen çok güzel veya yakışıklı olmak, 20'li yaşlara kadar önemli olabilir ama 30'lu yaşlardan sonra dünya güzeli veya yakışıklısı da olsanız kişiliğiniz ve kazanmış olduğunuz değerler ön plana geçer. Ama 20'li yaşlarda bir gence bunları anlattığınızda "Hadi canım" diyebilir.
Bu sebeple belki çocuklarımıza değerler kazandırırken, hem yaşlarının gereğini yerine getirmelerini hem de gelecek için entellektüel kültürel ve duygusal bir sermaye biriktirmelerini sağlamak lazım. Hayatın farklı mevsimleri var. Peki bunlar söylememizle olabilir mi? Pek olmuyor...
-Söylemekle olmuyorsa çocuklarımıza doğruları nasıl anlatacağız?
İnsan bunun için sanat ve edebiyatı üretmiş. Sanat, hepimize yaşamadığımız bir şeyin nasıl olabileceği hakkında bir fikir verir.
Mesela Benjamin Button... Filmi seyretmiş birçok gençle konuştuğumda yaşlılık, orta yaş, bugün için önemli olan şeylerin yarın önemli olup olmayacağı konusunda düşündüklerini gördüm. Sırf bunun için bile
gençlerin kültür ve sanata daha çok maruz kalmaları gerektiğini düşünüyorum.
-Örnek olmak ve nasihat etmek arasındaki farkla ilgili ne düşünüyorsunuz? Hiç kitap okumayan bir anne, çocuğuna eğitimin değerli bir şey olduğunu anlatabilir mi?
Ebeveyn olarak bende yok, ama yine de o özelliğe değer veriyorsam bu nispeten işe yarıyor. Diyelim ki ben iyi bir eğitim görememişim. Yine de eğitime değer verebilirim. Bunun tam tersini de görebiliyoruz mesela: "Biz okuduk da ne oldu? Bak hiçbir şey yapmayanlar köşeyi döndü. Biz kaldık böyle" diyen anne babaların çok olumsuz etkisi var. Yani daha ziyade kendi değerlerini kötüleyen anne babalar bence çok daha büyük bir risk oluşturuyorlar. Kendinizde olanları da kötülüyorsanız çocuğu modelsiz bırakıyorsunuz. Kendisi ile ilgili negatif değerlendirmesi olan anne baba çocukların çok moralini bozuyor.

Üçüncü sayfa haberleri ile şiddeti kanıksıyoruz

-Üçüncü sayfa haberleri toplumsal hafızamıza kazınır ve kopyalanır mı? Bu haberler, benzeri olaylar artışa neden olur mu?
Sırf üçüncü sayfa haberleriyle böyle bir durum ortaya çıkmaz. Ama bu haberlerin kanıksama yarattığı da bir gerçek. Kanıksama şu: Demek ki böyle bir şey yapılabiliyor. Biz de yapalım... Aynı şey televizyon veya bilgisayar oyunlarında da geçerli. Özellikle yaş küçüldükçe bu etki artıyor. Hayalle gerçek arasındaki ayırımı yapamayan bireyler, hayaldeki durumla gerçek arasındaki durumu birbirine karıştırabiliyorlar.
Denebilir ki bu çok küçük bir ihtimal. Ama bu ihtimal yüzde bir olsa,
70 milyonluk ülkede 700 bin kişi bu durumda demektir. Tabii ki ortalama bir vatandaş, gazetede bir haber gördü diye ya da cinayet filmi izledi diye gidip cinayet işlemez. Ama kanıksayabilir. Başka birisi için de bu çok daha kolay olabilir. Gazeteci arkadaşlar diyebilir ki "Bu bir gerçek ve bizim de işimiz gerçeği yazmak". Gerçeği nasıl yazdığınız da çok önemli. Rapor etmek başka, ballandırarak anlatmak başka şey. "Bıçağı nereden soktu, nereden çıkardı" gibi detaylara insanların ihtiyacı yok.

Birdenbire ortaya çıkan mükkemel kadın/adam çok tehlikeli olabilir
-Robert Hare'nin dilimize "Vicdansızlar" olarak çevrilen ve psikopatların iç dünyasını anlatan kitabında, bir psikopatın kurbanı olmamak için neler yapılabileceği de anlatılıyor. Bunlardan biri de "Başımıza açıklaması güç bir biçimde, mükemmel bir şey geliyorsa dikkatli olmalıyız" kuralı. Örneğin birdenbire hayatımıza giren mükemmel bir kadın/adam, ya da maddi açıdan büyük bir kazanç vaadi.. Sizce böyle kusursuz bir duruma şüphe ile bakmak bizi tehlikeden korur mu?
Bence güzel bir formül. Çünkü mükemmeliyet ve kusursuzluk doğal değildir. Dolayısıyla hiç öfkelenmeyen, çok şirin bir insan gerçek değildir. İnsanların arada birbirleriyle kavga etmeleri, aralarında sevgi olmadığı anlamına gelmez. Aksine birçok ilişkide belli bir düzeydeki kızgınlık ve öfke patlamalarından sonra sevgi gelişir. Çünkü ilişkinin bu gerginliğe de dayanabildiğini görürüz. Dolandırıcılara baktığımızda devamlı güleryüzlü, ağırlayan, ikram eden yapıda olduklarını görüyoruz. İş dünyasındaki eğitim konferanslarında, "Karşınızdakine nasıl daha iyi satış yaparsınız?" sorusuna yanıt arayanlara da bunlar öğretiliyor. Ne olursa olsun güleryüzlü ve kibar olmak, karşı tarafın gönlünü hoş etmek.. Ta ki satış gerçekleşene kadar! Empati kavramı burada da çok kullanılıyor ama empati, karşımızdakinin yararını gözetmeyi de içerir. Karşımızdakinin yararını gözetmediğimiz zaman insani bir empati yapmış olmuyoruz. Daha ziyade kurdun kuzuya gösterdiği bir empatiden bahsediyoruz. Karşıdaki kişinin iyiliğini düşünmek çok insanca bir özellik. Bunu aptalca bulanlar olabilir, "Niye düşüneyim ki, o kendi iyiliğini kendi düşünsün" denebilir mesela. Bu da bir düşünce şekli ama insanı diğer canlılardan ayırt eden şeylerden biri de, karşınızdakinin de iyiliğini düşünüyor olmanızdır.
-Herkes bunu yapsa nasıl bir toplum yapısı ortaya çıkardı?
Çok ütopik bir toplum olurdu ama bunu yapan insanlardan kurulma küçük grupların içinde yaşamak bazen insanların tercih ettiği bir şey olabiliyor. Bir tür cemaatçilik diyebilirsiniz buna. Cemaatlerin illa ki dinsel temelli olması gerekmiyor. O yüzden insanlar hala ortaokuldan, liseden bu yana devam eden arkadaşlıklarını sürdürüyorlar.
Çünkü En azından o kişiden gelebilecek zarar nedir biliyorsunuz.
Antikalıkları, acayiplikleri nelerdir biliyorsunuz..
Böylece güvensiz bir dünyada kendinize bir güvenlik ortamı yaratıyoruz. Mesela site hayatı bize bunu sağlıyor. Ama böyle bir yaşam bir yandan da bizi toplumun bütününden soyutluyor ve bunaltıyor. Çünkü yapımıza bu da uygun değil. Arayışlarımızı sınırlıyor.

BİTTİ
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
GÜNÜN YAZARLARI
SON DAKİKA