• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • BIST 78.384,78
    EURO 4,4760
    USD 3,8608
    GBP 3,8608
    CHF 3,8608
    JPY 3,8608
Yaşama kira borcumuz var! FİLİZ İÇKE ÖNAL

Yaşama kira borcumuz var!

filizicke@hotmail.com Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 08.12.2009, 00:00
Psikolog Doğan Cüceloğlu, kişisel mutlulukla toplumsal refahın buluşma noktası olarak "biz bilinci"ni gösteriyor. Bu bilinçle hareket etmek için öncelikle yaşama borçlu olduğumuzu kabul etmek gerekiyor. Bu borcu kimi insan mesleği yoluyla, kimi yetenekleriyle, kimi ise olanakları ile ödüyor

Evde pişen ne varsa bir tabağının mutlaka komşu sofrasına gönderildiği, mahallede herkesin birbirini tanıdığı, komşuda yas varsa televizyonun açılmadığı günlerden geldik bugünlere. Her şey kötüye de gitmedi; yaşadık, büyüdük, geliştik ama sanki bir şeyler eksildi hayatımızdan. "Neden ve nasıl" kelimeleri ile başlayan sorularımıza cevap bulmak için kitaplarında, seminerlerinde, televizyon programında Türk toplumunun düşünce, duygu ve davranışlarını inceleyip yorumlayan Psikolog Doğan Cüceloğlu'nun kapısını çaldık.
-Türkiye'nin önde gelen gelişim uzmanlarından biri olarak görülüyorsunuz. Kişisel gelişim nedir? Kişisel gelişen insan ne kazanır?
Ben kendimi kişisel gelişim uzmanı olarak görmüyorum. Bu bana giydirilen bir kostüm, bir elbise. Ama kişisel gelişim alanında düşünüyorum ve düşündüklerimi paylaşıyorum da. Kişisel gelişimi; insanların düşünme tarzını, davranış tarzını geliştirmesi olarak algılayabilirsiniz. Yani kişisel gelişimi teknik beceriler olarak algılayabilirsiniz ki genellikle Türkiye'de böyle, aslında sadece Türkiye'de değil dünyada da böyle.
Ben kişisel gelişime bir bütün olarak yaklaşmayı tercih ediyorum. İnsan bir bütündür çünkü. Zihni, gönlü ve davranışı ile. Ondan dolayı Anadolu'daki en iyi kişisel gelişim merkezleri dergahlardı. "Daha olmadın" denirdi bu dergahlarda, "Bilgiye sahipsin" falan denmezdi.
Çiğlikten olgunlaşmaya doğru gitme hadisesi vardı. O bakımdan Mevlana'nın, Yunus Emre'nin, Ahmet Yesevi'nin hareketi çerçevesinde bakarsanız mistik bir tavır içinde baktığınız zaman esas kişisel gelişimin özü bu: insan olmak! İnsan olmanın ötesindeki diğer şeylere saplanıp kalmamak, bir öz olmak. Kişisel gelişimden esas itibariyle benim anladığım bu.
-Ama sizin de dediğiniz gibi dünyada kişisel gelişimle ilgili "Nasıl daha iyi satış yapabilirim?", "Empatiyi nasıl lehime kullanabilirim?" gibi çıkara dayalı bir yönelim var...
Evet ve ben bunun arkasında insanın araç olarak kabul edildiği bir anlayış olduğunu düşünüyorum. Buna karşıyım. İnsan daha çok para kazanmayı isteyebilmeli ama asıl amaç yaşamak olmalı. Anlamlı ve coşkulu bir yaşam olmalı. Ondan dolayı satış ve pazarlama becerilerini artırmaya yönelik eğitimleri kişisel gelişim olarak görmüyorum.
-Para kazanmayı istemek ve iyi insan olmak arasında çelşik bir durum var sanki... Bir yandan maddi ihtiyaçlarımız var, bunun için çalışıyoruz. Bir yandan "erdem" diyoruz, "anlamlı yaşam" diyoruz. Bu ikisini nasıl bağdaştıracağız?
Bence güzel bir noktanın altını çiziyorsun. Bu öykü biz yetişirken ailemizde ne duyduğumuza kadar giden bir öykü. Bazı aile ortamları vardır, çocuk büyürken etrafında şöyle konuşulduğunu duyar:
-Duydun mu falancalar yeni araba almışlar?..
-Hangi marka?..
-Filancalar yeni ev almışlar.
-Hangi siteden? Kaç metrekareymiş, mobilyaları nerdenmiş? Mutfak nasıl?..
Böyle bir ortamda büyüyen çocuk şunu anlar: Demek ki bir insanın değeri, sahip olduğu şeyler kadardır! Bu çocuk farkına varmadan nasıl Türkçe'yi öğreniyorsa, farkına varmadan bunu da öğrenir. Hayatını buna göre programlar; diğerlerinden daha fazla olsun, diğerlerinden daha pahalı olsun, marka olsun vs... Neden? Çünkü benim değerim sahip olduğum şeylerle ölçülür. Çoğu kere farkına varmadan da böylelikle sahip olduğu şeylerle kendi değerlerini eşitleyecek yaşar ve ölür gider.
Başka bir aile ortamında çocuk yetişirken şöyle şeyler duyar: "Bak evladım, varlıklı olmak önemli. Güçlü olmak önemli. Ama o varlığı yönetmek daha önemli. Eğer sen varlıklı olmaya önem verirsen varlık seni yönetmeye başlar. Ömür boyu 'daha fazla, daha fazla' diye çalışırsın, hakikaten de biriktirirsin, biriktirirsin ve koca bir çöplüğü arkanda bırakır gidersin. Senden sonrakiler de biriktirmeye ve bunu devam ettirmeye çalışır. Önemli olan bunun ne anlama geldiğini bilmek ve onu yönetmek. Onun için gönlünün sesini dinlemen lazım. Temel değerlerinin, pusulanın ne olduğunun farkına varman lazım. O bakımdan zengin olmak bu demektir. Zenginin müzik için zamanı vardır, sanat için zamanı vardır, arkadaş ve dost için zamanı vardır, vakıf kurmak için, eğitim kurumları için zamanı vardır. Böylelikle dengelediği bir hayatı vardır. Zengin parayı önemsemez değil; önemser fakat paranın bir araç olduğunun farkındadır."
-Burada sihirli kelime "paylaşmak" olsa gerek...
Filiz, senin paylaşmak dediğin şeyin de arkasında "biz bilinci" var.
"Ben bilinci"ne sahip kişi sürekli "En önemli benim", "Ben karar veririm", "Ben yönetirim, benim dediğim olur" tavrı içerisindedir. Ben bilincindeki kişi de paylaşır ama paylaşırken sürekli "Bundan benim çıkarım ne?" tavrı içerisindedir. Biz bilinci ise senin dediğin anlamdaki paylaşmayı içeriyor. Diyelim bir ev kiraladın, bedava oturursan ev sahibine yazık. Adam o kadar yatırım yapmış, ondan bir kira alması lazım. Kiracı iken bunu düşünebiliyorsan biz bilinci ile hareket ediyorsun demektir. Aynı şekilde yaşama da kira borcumuz var; bir hizmet vermemiz gerekir bu yaşama. Şu veya bu şekilde. Ya meslek yoluyla ya da başka bir yolla.. Bizim kiramız budur. O anlamda paylaşmak biz bilinci içerisinde önemli oluyor. Bu sadaka vermek değil. Senin dediğin de bu anlamda. Bir Kızıldereli atasözü var: "Dünyada bir tek çocuk bile olsa hepimize ana babalık düşer" İşte bu hizmet bilincidir.

Güç mücadelesi karı koca arasında bile var!
-Hocam, "yargılamak gerektiği"ni sıkça söylüyorsunuz. Ama bizler galiba yargılamayı, etiketlemeyi, kısa yoldan sonuca ulaşmayı çok seviyoruz. Birinin bir davranışından, bir sözünden dolayı durup düşünmek yerine kolayca yargıda bulunup, sonrasında yolumuza devam etmeyi tercih ediyoruz. Nasıl değişeceğiz. Yargılamaktan nasıl vazgeçeceğiz?
Filiz, ben de senin gözlemlerini destekliyorum. Toplumda hakikaten çabucak insanları yargılama, ötekileştirme tavrı var. Aslına bakarsan yetiştiğimiz aile ortamına göre böyle olmamak çok zor. Ve ben bir bilim insanı olma yolunda giderken bundan kurtulma mücadelesi verdim ve kurtulduğum derecede bilim insanı olmaya başladım. Neden yargılıyoruz çabucak; çünkü korku kültürü içerisinde büyüdük. Korku kültüründe otorite gerçeğe saygılı değildir. Keyfidir, gerçek umurunda değildir. Bunu böyle yapacaksın. Niye? Çünkü ben senin babanım. Çünkü ben erkeğim.. Böyle bir anlayış içerisinde karı koca ilişkisinde bile bir güç mücadelesi var. Adama "İlk gece gözünü korkut" deniyor, kadına "Nikahta ayağına bas" deniyor. Bütün bunlar güç mücadelesi.
-Neden karı koca arasında bir güç mücadelesi var ki?
Çünkü korku kültürü, "Senin değerin gücün kadardır" diyor. "Güçlü olmaya bak, aksi halde hiçbir değerin yok" diyor. Onun için "Kim güçlü olacak?" kavgası var. "Çocuğun uyurken öp" diyor adam. "Şımarmasın" diyor. Çocuktan korkuyor. "Kadın şımarır" diyor. "Yuları ele verirsin" diyor, onun güçlenmesinden korkuyor. Empati yaparsam, seni anlamaya çalışırsam, senin gözünden bakarsam gücümü kaybedeceğimden korkuyorum. Hayır olmaz öyle şey! diye kestirip atmak daha kolay. "Böyle yaptım ve bak gücümü kaybetmedim" diyor kişi. "Ben benim gibi düşünenleri doğru bulurum, güçlendiririr beni, ama benden farklı düşünenlein kafası kesilmeli, zindanlara atılmalı, inim inim inletilmeli derim. Böylelikle gücümü kaybetmem" düşüncesidir güç mücadelesinin ve yargılamanın temelinde varolan.

YARIN: KORKU KÜLTÜRÜ, "MIŞ" GİBİ YAŞAMAK
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
GÜNÜN YAZARLARI
SON DAKİKA