Küresel krizden çıkış için alınan önlemlerin bedeli zaman içinde belirginleşiyor. Dipten kurtulmanın yarattığı zafer sarhoşluğu ile ekonomi aktörleri bazı gerçekleri gözardı ediyorlar. Zaten, kriz öncesinde de aşırı kazançlar gözlere perde çekmişti. Öyle ki, kriz ciddi şekilde etkisini göstermeye başladığı süreçte bile "tam anlamıyla durgunluğa" girmedik avuntusu yapmışlardı.
Şu anda gözardı edilen bazı gerçekleri biraz açalım: Özellikle gelişmiş ülkeler banka ve banka dışı şirketleri kurtarmak için bu şirketlere hem hisse senetlerini alarak sermaye girişi sağladılar hem de aktiflerinden mortgage kredilerine dayalı ihraç edilmiş menkul kıymetler gibi "zehirli kağıtları" alarak nakit enjekte ettiler. Bu aksiyonlarla şirketleri kurtarırken, diğer taraftan iç talebi canlandırmak ve ivme kazandırmak için "kamu harcamaları" yaptılar. Gerçekten alınan önlemler etkisini göstermeye başladı.
Yaklaşık son üç dört aydır verilerde belirgin düzelmeler gözlemlenebiliyor. En azından en kötünün şimdilik geride kaldığını biliyoruz. Doğanın kuralı ekonomide de geçerli; her şeyin bir bedeli vardır.
Nasıl alınan önlemlerin pozitif yansımaları görülüyorsa, bedelleri de ağır ağır hissediliyor. Faturada en kabarık görünen kalem, bütçe performansındaki bozulma. Tabii şu gerçeğin altını çizelim. Bütçelerdeki açıkların artması kamu harcamalarından kaynaklandığı gibi, vergi gelirlerindeki azalmada etkin rol oynuyor.
BÜTÇEDE BOZULMA
Bir taraftan bütçe açıkları artıyor, diğer taraftan gayri safi yurtiçi hasılalar düşüyor. Bu durumda, bütçe açığının ekonomik açıdan yorumlanmasını sağlayan bütçe açığının gayri safi yurtiçi hasılaya oranından türetilen rasyo kaçınılmaz olarak yükseliyor. Avrupa Birliği ülkelerinin baz aldığı Maastricht kriterlerine göre bütçe açığının gayri safi yurtiçi hasılaya oranının yüzde 3, kamu açıklarının oranının ise yüzde 60 olması gerekiyor.
Bu rasyolara göre bütçe açıklarının yukarı doğru ivme kazandığına tanık oluyoruz. Türkiye'nin geçen yıl yüzde 2.7 olan bütçe açığı oranı bu yıl yüzde 6'lara doğru ilerliyor. AB ortalaması da bizden pek farklı değil, yüzde 5.6. En vahim olan ülke ise Amerika. 2007 ve 2008 yıllarında sırasıyla yüzde 2 ve yüzde 6 olan açık oranı 2009 yılını yaklaşık yüzde 13 civarında kapatması öngörülüyor.
MALİYET BASKISI
Kamu açıkları rakamsal açıdan kaygı vermeyebilir. Ancak, bu açıkların nasıl finanse edileceği birkaç kez düşünülmeli ve sonrasında yaratacağı "enflasyonist baskı" kesinlikle küçümsenmemeli ve ciddiye alınmalı.
Merkez bankaları fiyat istikrarı ana hedeflerini bir kenara bıraktılar, tamamen ekonomilerin canlandırılmasına yönelik faiz politikalarına konsantre oluyorlar. Maliye cephesinden gelen olumsuz yansımaları şimdilik dikkate almıyorlar. Artan bütçe açıklarının finansmanı süreci başladığında, faizlerin düşük seviyelerde tutulması zorlaşacak. Sonuçta, paranın maliyetinin artmasına bağlı oluşacak genel maliyet baskısı merkez bankalarının para politikalarındaki manevra alanlarını daraltacak.