• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • BIST 78.384,78
    EURO 4,4760
    USD 3,8608
    GBP 3,8608
    CHF 3,8608
    JPY 3,8608
HÜSEYİN KOCABIYIK

Örtülü ödenekten Dolmabahçe'ye

huseyin.kocabiyik@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 01.08.2010, 00:00
Bizde siyaset sert yapılır. O nedenle siyasi tarihimizde bol miktarda kan vardır. İktidar muhalefet ilişkileri her zaman gergin yaşanmıştır. Bazı zamanlar hiç sorulmaması gerekenler üzerinden bel altı vuruşlar denenmiştir. Bugün size tanıklık ettiğim bir olaydan, bir de, şu yaşadığımız günlerden örnekler vereceğim.
1996 yılıydı. Seçimler olmuş ANAP-DYP koalisyonu kurulmuştu. Tansu Çiller kendi hakkı olduğu halde, sırf "merkez sağ hükümet kursun" diye başbakanlığı Mesut Yılmaz'a vermişti. Ama ne bilsindi ki, Mesut Yılmaz'ın derdi hükümet olmak değil, "o kadını saçlarından sürüyüp" yok etmekmiş. Nitekim, ANAP-DYP koalisyonunun daha birinci ayında "çamurun üzerinde oturmam" dedi çıktı Mesut Yılmaz.
Önce bizzat elindeki bazı dosyaları Eyüp Aşık vasıtasıyla Refah Partili Şevket Kazan'a gönderdi. RP, Çiller'i Yüce Divan baskısına alacak, Mesut Yılmaz da ipini çekecekti. Fakat ANAP'ın içinden bu ahlaksız siyasete itirazlar yükseldi. Hüsnü Doğan, "Bu dosyalarda suç teşkil edecek bir şey yok, tam tersi Çiller devlete kazandırmış" açıklamalarını yaptı. Velhasıl, o hükümet yürümedi, yıkıldı. Ama Mesut Yılmaz, Çiller'in işini bitirmeye kararlıydı. Bu sefer bir diğer Çiller düşmanıyla işbirliği yapmaya karar verdi. O kişi Cumhurbaşkanı Demirel ve ekibiydi. Bir süre sonra Mesut Yılmaz gazetecilere bir şeyler fısıldamaya başladı. Dediğine göre, Çiller başbakanlıktan ayrılmadan kısa bir süre önce örtülü ödenekten, bugünkü parayla 500 bin lira çekmişti. Bunun belgesi de vardı ellerinde. Dediği doğruydu; böyle bir miktar çekilmişti ve devlet kayıtlarına da girmişti. Bu paranın niye çekildiğini ve nereye harcandığını ben biliyorum. Ama hiç kimse herhalde, benden Mesut Yılmaz'ın düştüğü ahlak dışı duruma düşmemi bekleyemez. Bunu geçiyorum, ilk kez bu köşede bu olay nasıl ortaya çıktı, kim tezgahladı, onu anlatacağım.
***
Demirel'in has adamı, mutemedi Ekrem Ceyhun'un, Başbakanlık'ta, örtülü ödeneğin bağlı olduğu dairede bir yakını çalışmaktadır. Maliye Bakanlığı'nın 500 bin lira çekildiğine dair makbuzu bu kişi tarafından Ekrem Ceyhun'a iletilir. Ekrem Ceyhun, bir köle sadakatiyle bağlı olduğu Demirel'e götürür bu belgeyi. Demirel herhalde, "Şimdi canına okudum senin Çiller" demiş olmalıdır. Nitekim, onun da aynı belgeyi operasyon adamı Cavit Çağlar'a verdiğinin izini sürebiliyoruz.
Cavit Çağlar ise, örtülü ödenek belgesini hiç bekletmeden Mesut Yılmaz'ın has adamı Eyüp Aşık'a iletecektir, "Alın Tansu'nun canına okuyun" diye. Aydın Doğan ve gazeteleri zaten mal bulmuş mağribi gibi bu olayın üzerine atılmışlardı. Hepsi kuduz köpek gibi saldırıyorlardı Çiller'in üzerine. Bu saldırının şiddeti partisinin bile gözünü korkutmuştu, herkes susuyordu. Sadece Necmettin Cevheri, Açıklarsak savaş çıkar" demek zorunda kalmıştı.
Tansu Hanım bu saldırılardan etkilendi ve o arada yanlış bir şey yaptı: Cumhurbaşkanı Demirel'e giderek 500 bin lira işini konuştu. Ne bilsin ki tezgahın başı Çankaya'da oturuyordu. Nitekim Demirel, Çiller daha Köşk'ten çıkarken bu ziyareti aleyhine kullanmaya başlamıştı. Oysa bütün bu panik havası boşunaydı. Çiller'in yapması gereken bir tek şey vardı: Bu iddialara ya gülüp geçecekti ya da "Hadi len!" diyecekti. Çünkü 5018 sayılı kanuna göre hiçbir Allah'ın kulu başbakandan hesap soramazdı. Örtülü ödenek başbakanların "sütüne" emanet edilmişti. İstediği yere istediği harcamayı yapardı ve kimse de karışamazdı. Nitekim 27 Mayıs mahkemeleri Menderes'i yine bu konuda yargılamaya kalkmıştı ve hiçbir şey yapamamışlardı.

Dolmabahçe görüşmesi
27 Nisan 2007'de malum elektronik muhtıra verilmişti. Ak Parti Hükümeti bir ilki gerçekleştirdi; muhtıraya aynı sertlikte cevap verdi. Ortalık karışmıştı. Başbakan Erdoğan millet iradesinin kendisine verdiği güce dayanarak duruma el koydu. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ı Dolmabahçe'deki kendi makamına çağırdı ve uzun bir görüşme yaptı. Bu görüşmeden sonra her şeyin rayına oturduğu, demokratik sistemin üzerindeki gölgenin kalktığı doğrudur. Ancak, bizde siyaset sert yapılır ve mutlaka bel altından vurulur.
İşlerin birden yoluna girmesi ve demokratik nizamın normalleşmesi başta CHP olmak üzere, Ergenekoncu tayfanın canını fena halde sıkmıştı. O günden beri hem Başbakan Erdoğan'a hem de Büyükanıt'a Dolmabahçe görüşmesini açıklamaları yönünde baskı yapılıyor. Hatta son günlerde CHP lideri Kılıçdaroğlu, kendisini gülünç duruma düşürme pahasına, 2007 seçimlerindeki Ak Parti başarısının dahi bu görüşmeyle mümkün olduğunu açıkladı.
Ve bana göre, hem Başbakan Erdoğan hem de Genelkurmay eski Başkanı Büyükanıt Paşa, "açıklayın" baskılarına çok gereksiz tepkiler veriyorlar. Çünkü, birincisi, bir başbakanla bir ordu komutanının görüşmesine dair hiç kimse, "Ne görüştünüz baş başa" diye soramaz. İkincisi, diyelim ki İncirlik üssündeki nükleer silahları görüştüler. Diyelim ki Kuzey Irak'a yönelik örtülü bir operasyonu görüştüler. Veya çok özellerini ilgilendiren bir hususu görüştüler; kime ne? Bir Başbakan'la kendisine anayasal olarak bağlı bir kamu görevlisi gizli-açık, her yerde her şeyi görüşebilir. Abes olan bu değil, bunun hesabını sormaktır.
O nedenle, hem Sayın Başbakan'a hem de Sayın Büyükanıt'a tavsiyemdir ki, kendilerine, "Ne konuşmuştunuz, açıklayın" diyenlere şöyle esaslı bir "Hadi leeen!" çekmeleridir.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
GÜNÜN YAZARLARI
SON DAKİKA