Çağla Büyükakçay'ın Roland Garros zaferi, Marsel İlhan'ın Wimbledon'da yer alması veya Zeynep Sönmez ve genç yeteneklerin umut veren çıkışları... Bunların hepsi, 70 yıl önce "Ben de dünyanın en büyük kortlarında yer alabilirim" diye yola çıkan o kuşağın attığı küçük ama belirleyici adımlarla mümkün oldu. Ve bu kuşağın ilk temsilcisi, 1950'lerde, elinde yalnızca iki raket ve çok sınırlı bir destekle Wimbledon'ın kapısına dayanan Nazmi Bari idi.
İLK KUŞAKTAN BİRİ
Bari'nin mücadelesi, federasyon politikalarının, kulüp yapılarının ve antrenör yetişme modelinin henüz oluşmadığı bir dönemde gerçekleşti. Bu yüzden onun hikayesi, bir spor kültürünün filizlenme hikayesiydi. Nazmi Bari, 1950'li ve 60'lı yılların Türkiye'sinde tenisin henüz dar bir çevrede nefes alabildiği bir dönemde sahneye çıkmış bir figür. Onu "tenis efsanesi" yapan şey yalnızca kazandığı maçlar değil; Türkiye'de uluslararası tenis fikrinin tohumlarını atan ilk kuşaktan biri olması. 1951-1965 yılları arasında, 15 sene üst üste Türkiye Tenis Şampiyonu olan bu efsanenin rekoru halen kırılamadı. Ülkede yarattığı dominasyona yurtdışında da devam eden Bari, Selanik'te, Viyana'da ve Yugoslavya'da birçok kez final oynadı ve kupalar kazandı. 1959 senesinde Wimbledon'da ilk kez çim kortta oynamasına rağmen başarılı oldu ve elemelerde boy gösterdi. 1963'te Amerika Açık Tenis Turnuvası'nda müsabakalara direkt olarak katılma hakkına sahip oldu. Usta tenisçi aynı zamanda Davis Cup'ta Türkiye'yi temsil eden ilk oyunculardan biriydi
ZİHİNSEL ALAN AÇTI
Nazmi Bari, Türkiye'de tenisin "yerel kulüp sporu" olmaktan çıkıp uluslararası bir iddiaya kavuşmasına büyük katkı yaptı. Türk tenisçilerine zihinsel bir alan açtı. "Bir Türk tenisçi dünyanın en prestijli kortlarına adım atabilir" fikri ondan sonra doğdu. Grand Slam sahnesine adım atan ilk Türk tenisçiler kuşağının öncüsüydü; uluslararası katılımı, Türkiye'nin modern tenis tarihinde kilometre taşı kabul edilir.

